Bu ümmetin fertlerini birbirine bağlayan bağ, kan değil akide bağıydı. Örneğin; Evs ve Hazrec Taifeleri Ensar potasında eridi. Sonra Ensar ve Muhacir Müslüman cemaati içerisinde eridiler ve tek bir ümmet oldular. Dolayısıyla şuurları birleşiyor, fikirleri birleşiyor, kıbleleri ve yönleri birleşiyordu. Onların Velası (dostlukları-yardımları) kabileciliğe, kavmiyetçiliğe değil, Allah (cc)’ya idi. Başvuru mercileri örf değil, şeriat idi. Zalime karşı, mazluma yardım ediyor ve akrabalık da, muhabbet ve himaye haklarına riayet ediyorlardı.

Söz konusu belgenin ilk maddesi siyasi olduğu kadar dinsel anlamda bir İslam toplumunun kurulmasını da öngörmekteydi. Bu anayasa ile birlikte İslam hayatında yeni bir çığır açılmış oldu. Ve bölgelerce dünyevi işlerle harmanlanan manevi hayat, İslam’a özgü yeni bir özelliği ortaya çıkardı. Ruhi manevi özelliklerden arındırılmış bir siyasi hayat bizi doğruca maddeciliğe (materyalizme) götürür ki bu yırtıcı hayvanlarınkinden de aşağı bir hayat tarzı demektir. Tamda burada kongreyi düzenleyenlerin durumuna bakmak gerekiyor, siyasi mücadelelerinde manevi boyut ne kadardır? Yâda var mıdır? Maalesef ortaya çıkan tabloya baktığımızda manevi boyutu yok sayan, bununla da yetinmeyip ona savaş açanları görüyoruz. İnsanı bir bütün olarak ele almadıkları için oluşan manevi boşluğu kimi sapkın düşüncelerle doldurmaya çalışıyorlar. LGBT gibi yapılar “biz kimsenin namusu değiliz” anlayışı, ibneliğin kimlik oluşu iddiası gibi daha birçok müptezellik maneviyatsızlığın bir tezahürüdür. Tabi Elhamdülillah bunda başarılı olmadıkları için, siyasi istikballeri için bile olsa Alternatif cumalar, kutlu doğum etkinlikleri ve Öcalan’ın kongredeki bol bol Müslüman, mü’min kardeşlerim sözcükleri söyleyip, bizi dinsiz bir hareket olarak görenlerin büyük bir yanılgı içerisindedirler imasında söylenen sözlere de şahit oluyoruz.

Öte yandan dünyevi gerçeklerden sıyrılmış salt manevi-ruhsal değerlerin ön plana çıktığı bir yaşayışta belki bizi meleklerden de yüksek düzeylere eriştirir. Ancak bu son derece sınırlı sayıda insanın yapabileceği bir şeydir. Çünkü insanların büyük çoğunluğu böyle bir düşünce tarzını uygulayabilecek durumdan çok uzaktır. Hz. Muhammed (sav) özellikle vasat durumdaki insanlara hitap etmiş ve onlara insan hayatının her iki yönünü nasıl dengeleyeceklerini, böylece hem maddi hem de manevi hayatı bir araya getiren bir sentez oluşturmanın yolunu göstermişti. Burada Medine döneminin başlangıcındaki uygulamalar söz konusu olup, bunlar gün geçtikçe artmıştır. Bir yandan maddi ve dünyevi işleri düzenlerken, öte yandan ruhi-manevi hayata da yönelmek; işte İslam’da vasat insanın hayatı bu şekilde dengelenmiş oluyordu.

Vesikanın 3.cü maddesinden 12.nci maddesine kadar olan bölümde ise Kureyş ve diğer kabileler sıralanarak aralarındaki kan diyeti ve tutsakların kurtulmalık akçelerinin verilmesi hususunda birbirleriyle yardımlaşacakları bir nevi sosyal güvenlik sisteminin oluşturulmasından bahsediliyor. Diğer maddelerde de Müslümanların kendi aralarındaki hukuka değiniliyor. Ta ki 25.nci maddeye kadar. Biz bir iki maddeye daha değinip konumuzu tamamlayacağız inşallah.

Madde 19 – Mü’minler birbirlerinin Allah yolunda akan kanlarının intikamını alacaklardır.

Allah Resulü (sav) hayatında ortaya koyduğu ve ümmetine de bıraktığı en önemli mesajlardan biride Müslümanların akıtılan kanlarına verilen değerdir. Şart ve imkânlar oluşturulduğunda Biri Maune, Reci Vakası ve kalleşçe saldırıya uğradıkları tüm olayların tek tek hesabını sormayı ihmal etmemiştir. Evet, yüreği çok yanmış, gözyaşı akıtmış, şartlar müsait olmadığından O Rahmet ve kılıç Peygamberi (sav) beddua ile yetinmiş. Ama şartlarda oluşunca tepelerine binmeyi ihmal etmemiştir….