Allah, insanı kendisine ibadet etmesi için yaratmıştır. İnsan, yaşamını sağlıklı sürdürebilmesi için belki de bütün varlıklardan fazla ihtiyaç sahibidir. Bu ihtiyaçlar hem maddi ve hem de manevidir.

Asli vazifesi ibadet olan insanoğlu maalesef bugün asli vazifesinden sapıp, aşırı bir hırs ile ölmeyecekmiş zannıyla dört elle dünyaya sarılmıştır. Dünyayı, Allah’ın rızasına ulaşmaya bir vesile olarak kullanacağına, asli hedefi haline getirmiştir. Günlük yaşamında zamanının bir kısmını ibadetlerine ayıracağına, tüm mesaisini para kazanmaya harcamaktadır. Ve bu hırs insanı manen körlüğe iter. İnsan etrafındaki tüm olaylardan, tüm değerlerden habersiz bir hale gelip sadece dünyevi hedeflerine kitlenir. Bir bakar ki etrafında menfaat dostlarından başka hiç kimse kalmamıştır. Tüm dostlarını ve aile efradını yitirmiştir. Ömrü beyhude geçmiş, yolun sonuna gelmiştir. Uğrunda hayatını feda ettiği dünyalıkları ona bir huzur ve refah bir hayat sağlamamıştır. Artık geri dönüşü olmayan bir uçuruma yuvarlanmıştır. Etrafımıza baktığımızda bu çerçevede nice zavallı insan görürüz.

Onca mal ve mülk biriktiren insan; hayratını, zekât ve infakını vermemiş, kapısına gelen muhtaç insanları hor görüp kovmuş, menfaat üzerine bina ettiği kişiliği dostlarını dağıtmış, aile ve çocuklarını tüm değerlerden mahrum bırakmıştır.Böyle bir insan nasıl bereketli ve hayırlı bir yaşamın semeresi olan huzura ulaşabilir?

Bir de tersini düşünün. Kendisini yaratan Rabbinin emirlerinin farkında bir insan portresi… günlük yaşamında sadece kendisine yeter miktarda çalışır. Günlük beş vakit namazını ihmal etmez. Aşırı hırs hastalığından müberra, tevekkül sahibidir. Dünyayı Allah’ın rızasına ulaşmaya bir vesile olarak görür. Dünyalıklara ulaşmak asli hedefi değildir. Günlük mesaisinin bir kısmını camide geçirir. Ayrıca dost ve arkadaşlarını ihmal etmez. Ailesine zaman ayırır. Çocuklarıyla ilgilenir. Etrafında sevilip sayılan bir insan haline gelir. Başı dara düşenlerin yardımına her zaman koştuğu gibi, zor ve sıkıntılara düçar olduğunda da etrafında bir yığın dostunu bulur. Dünyanın türlü meşgaleleri arasında kaybolup gitmez. Hem ibadetlerine hem kendisine ve hem de aile ve dostlarına, akraba ve arkadaşlarına ayıracağı bolca zamanı olur.

Çalışma ve çabalamanın sonucunda elde ettiği malın hayratını, zekât ve infakını vermiştir. Kapısına gelen muhtaç insanları hor görmeyerek ve kalplerini kırmayarak yapabildiği kadarıyla ihtiyaçlarını karşılamıştır. Allah’ın rızasına dayalı bir yaşamı benimsediğinden dolayı dostları hep çoğalmıştır. Aile ve çocuklarıyla hep ilgilenmiş, onlara İslami bir ahlak kazandırmıştır. Böylelikle bereketli ve hayırlı bir yaşamın semeresi olan huzuru elde etmiştir. Allah aşkına böyle bir insan nasıl huzuru elde etmez.

Ey dünyanın bitmez meşgaleleri arasında kaybolmuş, gaflet bataklığına saplanmış, Rabbinin onca huzur veren öğretilerinden ve Resulullah’ın sünneti seniyyesinden bihaber insanoğlu; asli vazifen Allah’a abid olmak gerekirken ne diye dünyanın geçici cazibesine bu denli kapıldın. Sana verilen ömür sermayeni ne diye sadece dünyaya harcadın, hiç mi ebedi hayatını, hesap gününü ve ahireti düşünmedin, bir gün öleceğini hiç mi hesaba katmadın, etrafında her gün ölenleri de mi görmedin, onca mal ve mülk sahibi iken, ne kadar huzur sahibi olabildin, huzurun para ile olamayacağını hiç mi anlamadın?

Evet, dünyayı Allah’ın rızasına ulaşmayı vesile olarak görenler ve bu idrak ile yaşayıp ibadetlerini yerine getirenlerin dışında hiç kimse huzuru yakalayamaz. Bu tecrübeler ile sabittir. Dünya asli hedefimiz değil de Allah’ın rızasına ulaşmaya bir vesile olarak görüp ona göre hayatımızı tanzim edelim.

Allah’a kul olma bilinciyle yaşayanlara selam olsun…