“Geçen hafta kayıp dağcılardan ikisinin cesedine ulaşıldı.” Bu haber henüz bir haftalık.
Hiçbir gün yoktur ki, sadece şu memlekette bile nice insan dünyevi heveslerinin, hazlarının, hobilerinin, zevklerinin ve tutkularının peşinde can vermiş olmasın.
Kimileri yıllarını tüketip binbir zahmetle ve masrafla sırf zevkine tırmandığı sarp yamaçların birinden düşerek ölüyor.
Kimileri arabasıyla makas atma ve sürat yapma hevesinin kurbanı oluyor, hem canından oluyor hem candan ediyor.
Kimileri yine parasıyla ve bütün haysiyetini kaybetme pahasına bağımlısı olduğu zehirli maddelerin ağında helak oluyor.
Hasılı son nefesini aldığı alkolle, oynadığı kumarla ve işlediği diğer rezilliklerle veren sayısız beşerle bize, sürekli mesela şu ayet tefsir ediliyor:
“Müslüman olmanın dışında başka bir şekilde ölmeyin” (Al-i İmran 102)
Aslında ölmek, irademiz dışında olduğu için bu ayet, ecelimize kadarki bütün vakitlerde öncesindeki halimiz için bize sorumluluk yüklüyor:
“Ölüm sizi tam da siz başkasının hakkını yiyorken bulmasın.”
“Ölüm sizi tam da siz diliniz haramı tadarken, haramı söylerken bulmasın.”
“Ölüm sizi namazsız, tevbesiz, duasız, salavatsız, zikirsiz, hayırsız, ahlaksız bir süreçte bulmasın.”
“Ölüm sizi Kur’an’dan uzakta, sünnetten bihaber, ümmetten kopuk halde bulmasın.”
“Ölüm sizi ana babadan akrabadan, eşten, dosttan ah almış halde bulmasın.”
Arif olan ne güzel anlamıştır mevzuyu: Girdiği onca harpten vücudundaki sayısız ok, mızrak ve kılıç yarasına rağmen sağ çıkan Halid b. Velid(ra) döşeğinde hasta iken doğrulur ve şöyle der: “Ey ölüm! Seni her zaman, savaş meydanında, atımın üzerinde, Allah için düşmana kılıç sallarken, şehit olayım diye bekledim.” Sonra yanındakilere kendisini ayağa kaldırmalarını ve kılıcını da eline vermelerini söyler. Ayağa kaldırırlar, yanındakilere son sözleri şudur: “Tamam şimdi beni bırakın! Daima elimde tutmuş olduğum kılıcım, taşısın beni artık. Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım. Mezarımı, bu kılıcımla kazın!”
Müslim’de yer alan ve Bedir mücâhidlerinden olan Sehl İbni Huneyf’in(ra), Resulullah(sav)’den naklettiği şu Hadis-i Şerif de ölüme giden yolu ne güzel aydınlatıyor: “Bütün kalbiyle şehit olmayı isteyen kişiyi Allah, yatağında ölse bile, şehitler mertebesine ulaştırır.”
Her gün toplam bir saatini namaza ayırmak durumunda olan bir Müslümanı, ölüm meleğinin namazda bulma ihtimali yirmi dörtte birdir.
Her gün yarım saat, Kur’an’dan bir cüz okuyan Müslümanı Kur’an okurken bulma ihtimali kırk sekizde birdir.
Her yıl bir ay oruç tutanı oruçta bulma ihtimali on ikide birdir.
Ve hakeza kardeşleriyle Allah için muhabbet ederken, muhtaca yardım ulaştırırken, birisine hakkı ve sabrı tavsiye ederken, bir şeyleri ıslah etme niyetiyle yürürken, düşünürken, beklerken, konuşurken ve tüm bunların üzerinde zaten varoluşunun hepsini “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır.” (En’am 162) çizgisinde sürdürme çaba ve gayretiyle “Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (Hicr 99) emrine uymaya azmeden bir mümini, ölüm meleğinin herhalde doğru adresin dışında bulma ihtimali sıfırdır.
Mevlâ kademi sabitten ve istikametten ayırmasın.
Her demleri mübarek olan müminlerin şehadeti de öyle mübarektir ki, düştüğü gönülde cennet yeşertir.
Her Müslümanın Fatiha’da her gün defalarca istediği istikamete hidayetin en pahalısı da bu değil midir?
Sacid’ce.
Rahmetullahi aleyhim ecmain..