Merhum Aliya İzzet Begoviç, sanatı insanın çok derin bir başkaldırısı olarak görür. Ona göre insan; madde, hayat ve şahsiyetten ibarettir. İlim maddeden, din hayattan, şahsiyet ise sanattan söz eder.
Yine merhum Necip Fazıl da şu dizeleriyle sanatın aslını tespit eder:
“Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.”
Üstad Bediüzzaman’ın sıkça vurguladığı Kitab-ı Kebiri Kainat yani şu şahid olduğumuz varlık alemi, sanatın en mükemmelidir. Haliyle sanatın hem zemini, hem kaynağı, hem ölçüsü, hem malzemesidir.
Ve “Kitab-ı Azimü’ş Şan” dediği Kur’an-ı Kerim de sanatın diğer mükemmel ifadesidir.
Sanatın hedefinde olması gereken en güzel ne varsa Kur’an’da mevcuttur. Kıssaların en güzeli, duaların, sözlerin, müjdelerin, belagatin, fesahatin, fonetiğin, hikmetin, öğüdün, hükmün, her türlü ahengin en güzeli hep O’ndadır, O’ndandır.
Sanat bir direniş olunca, bir şeylere aykırı olanların en çok dayandıkları, en çok kullandıkları vasıta da sanat oluyor.
Ancak yine merhum Aliya’nın deyişiyle: “Sanat hakikate uygun olandan söz eder, o yüzden ateizm sanatı hiçbir zaman anlayamaz. Çünkü sanat gerçekte dinin çocuğudur.”
O yüzden hevaperestin, heykelperestliği çoğu zaman yaptığı şey, sanat değil Allah-ü Teala’ya isyanını betimlemesidir.
Hz. İbrahim’in(as) kendisine öldüren ve dirilten Allah’ı cc anlattığı Nemrud’un; “ben de öldürür ve diriltirim” tavrında ve Hz. Musa’nın(as) kendisine aynı şekilde gökleri ve yeri yaratan Allah’ı cc anlattığı Firavunun "Ey Hâmân! Benim için bir kule yap; belki o yollara ulaşırım” şeklindeki şımarıklığında somutlaşan eserler hakikatte sanat değil inattır.
Bu Ülke’de de seküler devrimi ancak sermaye ve sanatla koruyacakları konusunda formatlanan kesimler, sanatla şahsiyet arasındaki alakayı çok iyi bildikleri için mevzilerini son kale olarak görüyorlar.
Mesele dizi film sektöründe dünyada ilk sıralara yükselen Türkiye’de bu alana meyleden kalabalıkların ekserinin kolay ava dönüşmesi kadar basit değil.
Asıl sorun, dini ilimlerde sempatisi merakı ve kısmen bilgisi olduğu halde bunun sanatla bağını kuramayan yığınların çok süratli ve basit bir şekilde iman, ibadet ve bunların eseriyle oluşması gereken şahsiyetten uzaklaştırılmasıdır.
İşte sermaye ve sanatı elinde tutanların, Müslüman bir toplumda elit rolünde olmalarının bir sebebi de bu.
Günaha düşeriz ya da insanların günaha girmelerine neden oluruz endişesiyle mesela resim ve müzikle ilgili ne varsa hepsinden uzak duran ve uzak tutan bir muhafazakarlığın da sağladığı avantajı iyi değerlendiren seküler çevreler, ele geçirdikleri devasa ilgiyle etki alanlarını ha bire genişlettiler.
Eğlencenin meşruiyet sınırı nedir diye tartışanların, ümmetin dertleriyle endişe etmenin gerektirdiği(!) mutlak ve sürekli matemden dolayı sanatı yer yer lakaytlık, süflilik, izzeti nefsin kırılması gibi yorumlamaları da buna katkı sağlamıştır.
Bütün bunlara “medenîlere galebe çalmanın ikna olduğuna” ikna olmamış bir davetçinin sanata burun kıvırmasını da ekleyelim.
Oysa müziği olmayan bir davetin ulaşacağı mesafeler ne kadar da kısadır.
Tiyatrosu olmayan bir fikrin çözeceği düğümler ne kadar da azdır.
Şimdi şu ülkede birilerinin kendi ideolojilerinin saltanatını korumak için yanlış anladıkları sanatın hakiki olanına sahip olan Kur’an ehli müminlerin, bunu sergilemekten kaçınmasının vebali yok mudur?
Velhasıl sanatı zayıflayanın sözü de gücü de zayıflamıştır.
Mevlâ, Hakkı Hak olarak göstersin, Hakka uymakla rızıklandırsın, batılı batıl olarak göstersin, batıldan uzak durmakla rızıklandırsın.