Sahihi Müslim’de yer alan ve Ebu Hureyre(ra)’ın naklettiği şu Hadisi Şerif, Müslümanların malumudur: “Resûlullah (sav) uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, ellerini göğe uzatarak, “Yâ Rab, yâ Rab!” diye yalvarıp yakaran bir adamdan söz etti ve “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?” buyurdu.”
Bu Hadisi Şerif, duanın adabına ve kabul edilmesinin bir şartına dikkat çekiyor.
Seçimlerin sonucu kabul edilen duadan başka bir şey değildi. Eğer Hak Teala, dünyadaki iki milyar Müslüman’ın duasını kabul etmeseydi, şu anda Kur’an, İmam Hatip, ezan, ilim irfan ve edep düşmanları fink atıyor olacaklardı. Eğer Cenab-ı Hak, mazlum ümmetin duasını kabul etmeseydi şu anda cinsi sapkınlar bile memleketin idaresinde söz sahibi olacaklardı.
Herhalde apaçık mucize gibi bu kadar açık net kabul edilen duaya karşılık şükür görevi evvela haramlardan uzaklaşmak olmalıydı ve olmalı..
“Allah’ım sen bizi nice haramlardan korudun, biz de şu haramlardan elimizi çekiyoruz…” diye işe başlanmalıydı.
Bütün meydanları, köşeleri sanemle, vesenle, totemle, paganla doldurulmuş bir memleketin duaya olan ihtiyacı sadece seçimlerle mi sınırlı ki, sonrasında rasgele hareket edilsin.
Faize savaş açmak varken, faize sarılarak yapılan duanın neticesi ne olur?
Dar gelirlinin hayır duasını almak varken, onun cebindeki üç kuruşa da göz koyarak niyaz etmenin sonucu ne olur?
Savurganlığın her çeşidine karşı seferberlik ilan etmek varken, sadece kamudaki israfa bile hiç ayar çekmeden Rezzak-ı Kerim’e yalvarıp yakarmanın akıbeti ne olur?
Toplumda, her gün teşhircilik, müstehcenlik, zina, fuhuş vs gibi çeşit çeşit ahlaksızlıklar yayılırken bunlara karşı topyekün bir ıslaha girişmek yerine, sanatta, sporda, üniversitede, sosyal mecralarda bunları teşvik eder gibi davranırken Mevla’ya açılan eller gerçekten ne elde eder?
Subhanehu ve Teala şöyle ya da böyle, bugün yahut yarın, buradan veya şuradan bir şekilde parayı gönderebilir. Ancak bereket dediğiniz şey, ABD üniversitelerinin ekonomi kürsülerindeki derslerde geçmez. “Alışveriş de faiz gibidir” diyen dönemin pozitivist cahiliyesi de günümüzün rasyonel fiyakalıları da bereketi, çok güvendikleri batı modeli finans yönetimleriyle oluşturamazlar.
Baştaki hadisi şerifi şöyle şerh etsek abes olur mu; “Aile düzeni için aldığı kanun haramilerin, eğitimdeki rotası haramilerin, ticareti, çarşısı haramilerin, devletin nizamı zaten haramilerin; böylelerinin duası nasıl kabul edilsin?”
“Eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O'ndan sonra da size yardım edecek kimse (çıkmayacaktır)” (Al-i İmran 160)
Duaya muhtaç olmadığımız hiçbir an yoktur. Toplumun huzuru, birliği, dirliği, emniyet ve güveni için, bolluk ve refahı için de sürekli Rabbimizin hıfzına, keremine, lütuf ve ihsanına mecburuz.
Bir virüse, bir sarsıntıya yenilecek kadar aciz olduğunu öğrenemeyecek kadar kendini unutmuş insanların yarını için ümitvar olmanın yolu da yine mülkün sahibine ilticadan başka nedir ki?
Duaları kabul ya da reddetmekle görevli memurlar değiliz.
Ancak tablo için de ikaz vazifemiz var.
Korkunç hızda yaşlanan nüfus, evvela bir tevbe ve istiğfar bekliyor.
Mala ve makama karşı devasa boyutlardaki açgözlülük, evvela bir tevbe istiğfar bekliyor.
Dalga dalga yayılan duyarsızlık, kanaatsizlik, bireysellik, evvela bir tevbe istiğfar bekliyor.
Anne baba yerine popüler kültüre kayan gençlik, evvela bir tevbe istiğfar bekliyor.
Her dem, yeniden…