AB’ye üyelik süreci bitsin mi bitmesin mi?
İngiltere’nin Brexit adımından yani AB’den çıkışından sonra İtalya’da da AB’ye üyelikten çıkılması gündeme gelmişti.
Türkiye’nin hikayesi ise çok farklı.
Çünkü AB denildiğinde maalesef Bu Ülke’de konu iki asır öncesinden başlayan batılılaşma serüvenine gidiyor.
Ehl-i kıble olan bir toplum için yeni yön arayışı temel inanç esaslarına da taalluk ettiği için mevzu tamamen tepeden inme biçimde dayatıldı.
O yüzden mesele müslüman zihinde tüm fayda mülazahalarına rağmen bir türlü yerleşmedi.
AB’nin temsil ettiği düşünce sistemi ilk başlarda “insan hakları ve özelde inanç özgürlükleri” önündeki engellerin kaldırılması için elverişli bir referans olarak görüldü.
İşin doğrusu Avrupa’daki sol siyaset de bu beklentiye yakın çizgisini bir süre korudu.
Ve ikinci dünya savaşının yıkımından sonra birbirine karşı “uslanma” anlamına gelen kendi içinde pozitif seyreden Avrupalılık ortak ruhunun şimdilerde tuz ruhu kadar bir kıymeti kalmadı.
Kimi devlet çıkarlarını öteleyip, aralarındaki tüm gerginliklerden vazgeçerek biraraya gelmeleri ve bu minvalde sınırları ortadan kaldırmaları heyecan verici ve çekici bir davranış değil miydi? Eyvallah öyle idi.
Ancak bu olumlu tutum; bağlamıyla, eseriyle ve hedefiyle bir değer ifade eder. Yoksa özellikleri muhtelif yırtıcıların biraraya gelmesine herhalde iyi gözle bakılmaz.
Avrupa parçalı bulutlu iken de birleştikten sonra da tüm insanlığa acıdan, devasa katliamlardan, sömürüden başka ne verdi ki değerden söz edilsin?
Hem bırakın değeri kıymeti filan insan neslinin yeryüzündeki macerasının sonu olan cinsi sapkınlığı dünyaya yaymaya çalışan bizzat bu Birlik ve diğer küresel ortakları değil mi?
Özgürlüğü kutsarken semavi dinleri tüketmek için yırtınan da bu birleşikler değil mi?
Peki yeryüzü ve yer altı bütün sermayelerini yağmaladıkları Afrika’lı ve Asya’lı göçmenlere hayvanat muamelesi yapmaktan hiç vazgeçmeyip her gün umuda yolculuk diye kendilerine sığınmaya çalışanları denizlerde boğan da bunlar değil mi?
Türkiye’nin Avrupa Birliği rüyası işin esasında sadece içerdeki darbecilere karşı bir destek arayışı içindi. 15 Temmuz’dan sonra artık böylesi bir yönteme gerek kalmadı.
Bir de pratik sonuçlar var.
Mesela; Almanya gibi motor rolündeki bir iki tanesi hariç Avrupa Birliğine giren ülkeler kendi coğrafyalarında bunun faydasını görselerdi, ekonomik, siyasi ve askeri olarak söz sahibi olurlardı. Oysa Avrupa’ya giden hiç kimse, burası da birliğin bir üyesi diyerek Bulgaristan’a, Yunanistan’a yerleşmediği gibi kendi insanları da ülkelerini terk edip Almanya’ya yerleşiyorlar.
Tüm bunlar bir yana Türkiye için AB’ye giriş talebi Osmanlı tarihiyle birlikte okunduğunda o kadar aşağılayıcı, o kadar yüz kızartıcı ki bu tiyatroda hala ısrar edenler için demek ki, Fatih’in İstanbul’u fethi de, Viyana kapılarına varan ila-yı kelimetullah sancağı da nostaljik bir masaldan ibaretmiş.
Peki Türkiye’yi Avrupa Birliğine almış olsalardı, gerçekten şu memlekette çalışan, üreten kalır mıydı?
Avrupa Birliğine üye olan Balkan ülkelerinde şu anda nüfus diye bir şey kalmadığı gibi aynısı eğer birliğe kabul edilseydi Türkiye için de söz konusu olacaktı.
Velhasıl Türkiye’nin bu rezil sevdadan vazgeçmesi bir ayıbı düzeltmesi için şarttır.
Hatta bu işten dönüldüğü günü de bayram ilan etmelidir.
Bu iş en az Ayasofya Camii’nin zincirlerinin kırılması kadar elzemdir.