Sabır, bir imtihan ve sınanma halidir. Şükür ise nimet halidir. İmtihan ve musibet hali, elbette daha üstündür. Çünkü o, nefse daha ağır gelir. Allah Teala’nın şu buyruğu da bunu teyid etmektedir: “Sabredenlere mükâfatları hesapsızca verilir“. (Zümer/10) Şükredenlere ise, ecirleri hesap edilerek verilir. Bu ayette görüldüğü gibi, sabır sıfatı için tahsis edilen bir meziyet diğerleri için geçerli kılınmamaktadır.

Allah Teala sabrı takvanın bir hali kılmış ve müttakilere olan ikramını da derecelerle arttırarak şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’tan korkar ve sabrederse..”. (Yusuf/90) Başka bir ayet-i kerimede ise, “Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, takvaca en ileri olanınızdır“. (Hucurat/13) Allah katında en değerli ve takvaca en ileri kelimelerinin kullanılması, ‘değerlileriniz ve takva sahipleriniz’ kelimelerinin kullanılmasından daha üstündür. Çünkü en değerli ve takvaca en ileri kelimelerinin kullanılması bir farklılığa delalet etmektedir. Takvaca en ileri olan, Allah katında en değerli olandır. Takvanın icaplarına tahammül etme noktasında en çok sabreden de, takvaca en ileri olandır.

Sabır, cennete giriş sebebi ve cehennemden kurtuluş vesilesidir. Çünkü bu konuda rivayet edilen bir hadiste Allah Resulü’nün (sav) şöyle buyurduğu bildirilmektedir: “Cennet sıkıntı ve zorluklara karşı verilir. Cehennem ise şehvet ve arzulara karşı verilir”. Mümin, cennete girebilmek için sıkıntı ve zorluklar karşısında sabra ihtiyaç duyarken, cehennemden kurtulabilmek için de şehvet ve arzularına karşı yine sabra ihtiyaç duyar.

Sabır mefhum olarak şükürden daha üstündür. Çünkü sabır bir hal olup, imtihan da onun makamındandır. İmtihan ehli ise, misal olmaya en layık olanlardır. Onlar da peygamberleri en çok örnek alanlardır. Ayrıca sabır, nefslerin heva ve arzularına olabildiğince uzak, darlık ve sıkıntıya ise olabildiğince yakın olan bir haldir. Sabır, nefsin istemediği şeyler noktasında çok ağır ve beşer tabiatının en çok nefret ettiği bir haldir.

Sabır, nefse hoş gelen şeylere de zıt düşen bir davranış şeklidir. Nefs onunla sükûnet bulup da vecde ulaştığında onu tarif etmek mümkün olmadığı gibi yaşadığı huzur da hayran olunacak bir seviyeye çıkar. Neticede bu sükûnet ve iç huzur ile övülerek razı olmuş ve razı olunmuş nefs (nefs-i razİye; nefs-i marziyye) haline gelir.

Allah Teala da sabrı emretmiş ve sabırda yarışma hususunda kullarını ısrarla teşvik etmiş ve bunu murabata ile teyid etmiştir: “Ey iman edenler, sabredin ve sabır yarışında ileri geçin, cihad için hazır ve rabıtalı (murabıt) bulunun”. (Al-i İmran/200) Ayetin bir tefsirinde ‘Sabır ve sabırda yarışma hususlarında rabıtalı ve hazırlıklı olun’ ifadesi murad edilmiştir, denilmektedir. Her halükârda aynı yerde birlikte zikredilen bu üç emir de sabırla aynı anlamdadır.

Bu da, Allah Teala’nın sabrı ne derece yücelttiğini ve onu ne kadar sevdiğini göstermesi bakımından mühim bir delildir. Kendisinde bu fazileti taşıyan bir mümin, Allah Teâlâ’nın emir ve işaretlerine (şiar) çok daha büyük bir hürmet hissi içinde olacaktır. O’nun işaretlerini yücelten kişi, elbette O’ndan en çok sakınan, en takvalı kişi olacaktır. Takvaca en ileri olanlar ise, Allah Teâlâ’nın katında en değerliler arasında yer alacaktır. Bunu da, şu ayet-i kerimede görmekteyiz: “Bu böyledir. Kim, Allah’ın muhterem kıldığı işaretlere hürmet edip onları yüceltirse şüphesiz ki bu, kalplerin takvasındandır”. (Hac/32) O, başka bir ayet-i kerimede de, takva bakımından ileri olanların durumunu haber vererek şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, takva bakımından en ileri olanınızdır”. (Hucurat/13)

Sabır, aynı zamanda Ulü’l-azm yani azimet erbabı peygamberlerin makamıdır. Allah Resulü de (sav), onlara misal olmakla emrolunmuş ve Allah Teala, kuluna karşı onlarla övünerek şöyle buyurmuştur: “O halde azimet sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret”. (Ahkaf/35) Dini bakımdan azimetler, ruhsatlardan daha evladır. Bu babda Süfyan-ı Sevri’nin (ra), Habib b. Ebi Sabit’ten şunu naklettiğini rivayet ettik: Müslim el-Battin’e, sabır ve şükürden hangisinin daha üstün olduğu sorulmuştu. Şunu söyledi: “Elbette Sabır. Şükür ve esenlik ise bize daha sevimli gelir.”

Allah Teala’nın “Onlar ki sözü dinlerler sonra da en güzeline uyarlar” (Zümer/18) buyruğunun tefsiriyle ilgili olarak da, “yani en ağır ve azimeti mucip olanlarına uyarlar” denmiştir. Çünkü dünya hayatında helal kılınmış olan bir şeyi mubah görüp yapmak “Hasen” yani güzeldir. Bunlar hususunda zühdü tercih etmek ise “Ahsen” yani daha güzeldir. Allah Teala, sabrı azim gerektiren işlerden sayarak şöyle buyurmuştur: “Her kim de sabreder ve affederse, işte bu, hiç şüphesiz azmedilmeğe değer işlerdendir”. (Şura/43)

Allah Teala, şükür konusunda kullarını müşterek kılarken sabır konusunda kendisini tek kılmıştır. Muhakkak ki, Allah Teala tarafından Zatı’na mahsus olarak zikredilen bir sıfat, kullarla müşterek olan bir sıfattan daha üstündür. O, bu meyanda şöyle buyurmuştur: “Bana ve anne babana şükret (diye de tavsiye ettik)”. (Lokman/14) Resulü de (sav) de şöyle buyurmuştur: “İnsanlara şükretmeyen, Allah’a da şükretmez”. Sabır konusunda ise, kullarından hiçbirini Zatı’yla müşterek kılmamış ve onu yalnız kendine mahsus kılarak şöyle buyurmuştur: “Rabbin için sabret”. (Müddessir/7); “Rabbinin hükmüne sabret”. (Tur/48)

Bil ki şükür, sabır mefhumunun muhtevasına dahildir. Sabır, şükrü de cami’ olan bir mefhumdur. Çünkü bir nimetiyle ilgili olarak Rabbine karşı çıkmama hususunda sabır gösteren kişi, aynı zamanda o nimetin şükrünü de ifa etmiş olmaktadır. Aynı şekilde, Rabbine ibadet ve taati noktasında nefsine hakim olarak sabır gösteren kişi de Rabbinin nimeti karşısında şükür vecibesini ifa etmiş olmaktadır.