Gazze’yiz ve Gazze’ye mahcup selamlarla…

Evet…

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve MHP GB Sayın Bahçeli, gerçekten de bu cennet ülkeye, bu millete en büyük bir iyilik yapmanın şerefine nail olabilir ve bu sıfatla isimlerini tarihe altın harflerle yazdırabilirler. Bu iyilik de şüphesiz ki, devleti, hala resmi olarak tanımadığı din olan İslam ve hala bazı haklarını gaspla elinde tuttuğu Kürtlerle barıştırıp, böylece vatandaşların eşitliğini sağlamaktır! Ki her iki şahsiyetin üzerinde mutabık oldukları Türkiye Yüzyılını gerçekleştirmelerinin yolu da buradan geçiyor.

Tabii ki, bunun için de “Atatürk”, “rejim” ve “vatandaşların eşit olduğu” gibi hayati konuları da bu arada sorgulayıp adlarını koymak gerekir. Çünkü yüzyıldır Atatürk icraatta bir tanrı, rejim kutsal bir sistem ve vatandaşların %99’u da azgın bir azınlığın tahakkümündedir.

Bu tahakkümlerini kolaylaştırmak için Müslümanları bir de dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirmişlerdir. Bizi ötekileştirip, üstüne üstlük “irtica” ve “bölücülük” adında iki “iç düşman” ihdas edenlerin bize mirasları da darağaçları, katliamlar, işkenceler, Kürtleri inkâr, dillerini yasaklama ve ülke olarak geri kalmışlıktır.

Bu durumda Türkiye Yüzyılını hedef olarak gösteren Erdoğan’ın ve bunda mutabık olan Bahçeli’nin, içerikten söz etmeleri gerekir.

Örneğin, geçen yüzyılın tanrısı Atatürk, amentüsü Atatürk’ün İlkeleri ve rejimi de azgın bir azınlığın oluşturduğu ve içine kutsal derecede dokunulamaz maddeler de koyduğu anayasa idi. Ve Türkiye hala bu haldedir. Türkiye Yüzyılı da yine aynı amentü, aynı rejim ve aynı anayasa ile mi devam edecek, yoksa bunların hepsini gerçekten de milletin iradesi mi belirleyecek?

Aslında Türkiye Yüzyılını aydınlar, âlimler, üniversiteler, gazeteciler, sanatçılar, siyasiler ve kısaca toplumun her kesimi her yönüyle sorgulayıp tartışmalıydı…

Ama üzülerek ifade edelim ki, Türkiye olarak bu erdemin uzağındayız. Hele hele Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihini sorgulamak, eleştirmek ve tartışmak yerine kutsal bir metin gibi körpe dimağlara dikte edecek kadar birer Mankurtlaştırma Merkezi derekesine düşen üniversitelerden hiç mi hiç ümit yoktur!

Ve gelelim Şeyh Said’e atfen, “sabır taşının çatladığını” söyleyen Bahçeli’ye…

Evvela Şeyh Said, sadece Şeyh Said değildir! Şeyh Said, Şeyh Said Alparslan’lardır! Selahaddin’lerdir! Şeyh Said, Atıf Hoca’lardır! Şeyh Said, Şeyh Şamil’lerdir!  

İkinci olarak, bu ülkede eğer sabır taşı asıl çatlamış olması gerekenler varsa, onlar da dinleri hala tanınmayan, mürteci muamelesi gören ve camilerinde bile özgürce dua yapma hakları olmayan Müslümanlar ile kimliklerini ve dillerini hala yaşayamayan Kürtlerdir. Sabır taşı çatlamış olması gerekenler, özgeçmişlerine kendi anadillerini yazamayacak kadar hala bu rejimin musibetlerinden korkan ve öğrencilerine “İstiklal Marşını Kürtçeye çevirme” içerikli bir ödev verdikleri için ırkçı rektörler tarafından ihraç edilen Kürtlerdir.

Fakat Türk’ü, Kürt’ü ve diğer bütün unsurlarıyla birlikte biz Müslümanlar, er ya da geç bu zulümlere son vereceğimizin inancı ile sabrediyoruz.

Dolayısıyla Bahçeli ve onun gibi düşünenlerden beklediğimiz ve onlara dostça çağrımız, “sabır taşımızı çatlatmıştır” diyerek, yeniden katliamları, darağaçlarını ve inkâr politikalarını göstereceklerine, örneğin, neden “kardeşlerim” dedikleri Türkiye’deki Kürtlerin de dillerini yaşamak bağlamında, neden Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki Türkmenler ve Bulgaristan ile Yunanistan’daki Türkler kadar hak sahibi olmadıklarının cevabını ve hesabını vermeleridir.

Sonuç olarak ve samimice dememiz o ki, içi boşaltılmış kardeşlik sözleri, Kürtler nezdinde yok hükmündedir. Çünkü Kürtler, kardeşin Kabil olanını değil, Habil olanını istiyorlar! 

Türkiye Yüzyılı da eğer adalet ile müsemma ise ve temeli adalet olan bir yüzyıl amaçlanıyorsa, bu yolda çalışmak, şüphesiz ki, bir onurdur! Çünkü yekdiğerimize zulmetmek yerine kadim kardeşliğimizi yeniden yaşıyor olacağız…