Halit Şavlı
Çöl bedevileri için vaha neyse, şehrin bağrındaki park da odur benim için! Koca
çınarların gölgesinde soluklanıp, fıskiyenin püskürttüğü suyun huzur veren
sesini dinlemek için uğradığım bir yerdir burası. Sarı Mehmet’in demli çayının
hakkını da teslim etmeli tabii! Sırf onun için bile gelinir yani!
Samimi dostların sıcaklığını yansıtır ahşap oturaklar. Eski model bir radyo var
havuzun kenarında. Frekans mili her zaman aynı yerde durur ve en güzel halk
türküleri oradan yayılır etrafa, usulca.
İmparatorlukları aşıp gelen tarihi
duvar kalıntılarının kendine çağıran güçlü bir gizemi var. Pers, Roma, Bizans,
Osmanlı… Hepsini yanı başınızda hissedersiniz. Karşı duvarın yorgun yüzünde yan
yana duruyorlar. Daha pek çok sebep sayabilirim ya bu kadarı kâfi.
Tenha bir köşeydi tercih ettiğim
yer. Herhangi bir insanı dinlemekten ziyade çevreyle hemhal olmaya çalışırım
geldikçe. Yeteri kadar sakinlik oluştuğu vakitlerde yamalı duvarlar, döşemeler,
ağaçlar dile gelir; her biri farklı hikâyelerden bahseder, gözün
görmediği sırları ele verirler.
Park sınırı dâhilinde kalan kimi çınarların ömrü yüzyılları aşkındır. Sabır
akar dallarından kalbime. Mevsimler gizlidir duruşlarında. Renkli dünyalar arz
ederler görebilene. Masalsı düşler ile tarihi dokunun esrarı eşlik eder bize. Ruh
halimizi, sessizliğin lisanıyla hasbihal ederiz karşılıklı. Kelama sığmayacak
manaları bakışlarımızla anlatırız birbirimize! Onlar bana geçmişi, ben onlara
geleceği anlatırım. Ara sıra, sokak aralarından koşturup gelen özgür meltemlerle
bakir toprakların kokusunu alırız. Cismimiz şehrin hantal bağrında kalırken ruhlarımız
el ele vererek, o el değmemiş tenha yerlere konuk olur. Hayali bozacak aykırı
bir ses duyulmadıkça huzura yelken açar gönül. Bazen öyle uzun sürer ki dalıp
gitmeler, “Beyefendi… İyi misiniz?” diye ikazda bulunur birileri.
Neyse, geçtim yine her zamanki
yerime. Bugün farklı bir manzara vardı
köşemde. Benden önce gelip oturmuştu yaşlı bir nine. Sağ elinde bastonu, sol
elinde sararmış geniş bir yaprak... Öne doğru iki büklüm olmuş, yaprağı göz
hizasında evirip çeviriyordu ağır ağır. Muhabbet açmak için gördüğüm şeyi merak
eder gibi sordum: "Hayrola ninem, neye bakıyorsun öyle?" Başını göğe
doğru kaldırdı, engin maviliğin içinde bir şeyler aradı gözleri. Dik durmaktan
aciz boynu büküldükçe ufuklara doğru süzüldü bakışları. Verecek cevabı hazırdı.
Yorgun bir edayla zoraki bir tebessüm bahşettikten sonra ekledi: "Ömrüme
bakıyorum evladım, ömrüme!"
Uzun, upuzun bir ömrü kısacık bir cümleye sığdırdı nine. Ne diyeceğimi
bilemedim. Hatta afalladım. Başladığı gibi bitti konuşmamız. Lakin cümlesi
yaprağa, yaprak ağaca, ağaç uzun bir masala dönüştü hafızamda. Bir ona baktım,
bir çınara baktım. Hangisi daha çok sırra vakıftı? Onlar büyürken neler
eksilmişti dünyadan? Kaç mutlu ana, kaç devri âleme tanık olmuşlardı? Çınar mı
daha çok yaprak dökmüştü, nine mi daha çok dost kaybetmişti? Merakım giderek
artarken ninenin tüm geçmişini görür gibi oldum olağan bir şekilde. Sanki beraber
yaşamış iki dost gibi yakın ve tanıdık hissettim.
Herhangi bir yoldan geçerken nasıl ki manzara sürekli değişiyorsa, yılları
geriye sardıkça aynen öyle de hissi evrelerden geçiyordum. Onunla beraber daha
kaç tanıdığın hayatı canlandı gözümde, sayamadım. Bir şekilde hepsinin nineyle
bağlantısı vardı. Hafızam bana oyun oynuyordu sanki.
Az daha dalıp gitsem, ninenin hafızasındaki gömülü suratlar, çınarın
gövdesindeki kayıtlı seneler ete kemiğe bürünecekti. Fakat yaprakların
hışırtısıyla dağıldı büyülü hava. Hangi dağdan çıkıp geldiği belli olmayan
hırçın rüzgâr ağaçları şiddetle sallamaya başladı. Toz toprakla alabora oldu
nesneler. O dakikadan sonra giderek arttı rüzgârın şiddeti.
Nine, hâlâ elindeki yaprağa bakıyordu. Ağır hareketlerle tekrar altını ve
üstünü inceledi. Beklediği an gelmiş gibi onu yele verdi. Yaprak birkaç metre
uçtuktan sonra yere düşüp sürüklenerek gözden kayboldu. O an yüreğimizden bir
şeyler koptu acıyla. Birkaç yaprak daha düştü önümüze. Sonra kalktı ve yürüdü
meçhule doğru. Artık ne konuşmaya gücü vardı ne de yürümeye. Vedalaşamadık
bile. O gitti ben baktım. Yanı başımdaki çınarlar gibi yerimde çakılı kaldım. Düşecekti
belki de az ötelerde. Kolundan tutup yardım edemeyecektim. Sırlarıyla,
serüvenleriyle koca bir ömür daha kopacaktı dalından. İlk kez burada hüzne
tanıklık etmekten müteessir, çayı içmeden kaldım öylece!
ŞEHİR PARKI
Van Olay
Yorumlar