Sabır, bir imtihan ve sınanma halidir. Şükür ise nimet halidir. İmtihan ve musibet hali, elbette daha üstündür. Çünkü o, nefse daha ağır gelir. Allah Teala’nın şu buyruğu da bunu teyid etmektedir: “Sabredenlere mükâfatları hesapsızca verilir“. (Zümer/10) Şükredenlere ise, ecirleri hesap edilerek verilir. Bu ayette görüldüğü gibi, sabır sıfatı için tahsis edilen bir meziyet diğerleri için geçerli kılınmamaktadır.
Sabır, cennete giriş
sebebi ve cehennemden kurtuluş vesilesidir. Çünkü bu konuda rivayet edilen bir
hadiste Allah Resulü’nün (sav) şöyle buyurduğu bildirilmektedir: “Cennet
sıkıntı ve zorluklara karşı verilir. Cehennem ise şehvet ve arzulara karşı
verilir”. Mümin, cennete girebilmek için sıkıntı ve zorluklar
karşısında sabra ihtiyaç duyarken, cehennemden kurtulabilmek için de şehvet ve
arzularına karşı yine sabra ihtiyaç duyar.
Sabır mefhum olarak
şükürden daha üstündür. Çünkü sabır bir
hal olup, imtihan da onun makamındandır. İmtihan ehli ise, misal olmaya en
layık olanlardır. Onlar da peygamberleri en çok örnek alanlardır. Ayrıca sabır,
nefslerin heva ve arzularına olabildiğince uzak, darlık ve sıkıntıya ise
olabildiğince yakın olan bir haldir. Sabır, nefsin istemediği şeyler noktasında
çok ağır ve beşer tabiatının en çok nefret ettiği bir haldir.
Sabır, nefse hoş gelen
şeylere de zıt düşen bir davranış şeklidir. Nefs onunla sükûnet bulup da vecde
ulaştığında onu tarif etmek mümkün olmadığı gibi yaşadığı huzur da hayran
olunacak bir seviyeye çıkar. Neticede bu sükûnet ve iç huzur ile övülerek razı
olmuş ve razı olunmuş nefs (nefs-i razİye; nefs-i marziyye) haline gelir.
Allah Teala da sabrı
emretmiş ve sabırda yarışma hususunda kullarını ısrarla teşvik etmiş ve bunu
murabata ile teyid etmiştir: “Ey iman edenler, sabredin ve sabır
yarışında ileri geçin, cihad için hazır ve rabıtalı (murabıt) bulunun”. (Al-i
İmran/200) Ayetin bir tefsirinde ‘Sabır ve sabırda yarışma hususlarında
rabıtalı ve hazırlıklı olun’ ifadesi murad edilmiştir, denilmektedir. Her
halükârda aynı yerde birlikte zikredilen bu üç emir de sabırla aynı anlamdadır.
Bu da, Allah Teala’nın
sabrı ne derece yücelttiğini ve onu ne kadar sevdiğini göstermesi bakımından
mühim bir delildir. Kendisinde bu fazileti taşıyan bir mümin, Allah Teâlâ’nın
emir ve işaretlerine (şiar) çok daha büyük bir hürmet hissi içinde olacaktır. O’nun
işaretlerini yücelten kişi, elbette O’ndan en çok sakınan, en takvalı kişi
olacaktır. Takvaca en ileri olanlar ise, Allah Teâlâ’nın katında en değerliler
arasında yer alacaktır. Bunu da, şu ayet-i kerimede görmekteyiz: “Bu
böyledir. Kim, Allah’ın muhterem kıldığı işaretlere hürmet edip onları
yüceltirse şüphesiz ki bu, kalplerin takvasındandır”. (Hac/32) O,
başka bir ayet-i kerimede de, takva bakımından ileri olanların durumunu haber
vererek şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, takva
bakımından en ileri olanınızdır”. (Hucurat/13)
Sabır, aynı zamanda
Ulü’l-azm yani azimet erbabı peygamberlerin makamıdır. Allah Resulü de (sav),
onlara misal olmakla emrolunmuş ve Allah Teala, kuluna karşı onlarla övünerek
şöyle buyurmuştur: “O halde azimet sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi
sen de sabret”. (Ahkaf/35) Dini bakımdan azimetler, ruhsatlardan daha
evladır. Bu babda Süfyan-ı Sevri’nin (ra), Habib b. Ebi Sabit’ten şunu
naklettiğini rivayet ettik: Müslim el-Battin’e, sabır ve şükürden hangisinin
daha üstün olduğu sorulmuştu. Şunu söyledi: “Elbette Sabır. Şükür ve esenlik
ise bize daha sevimli gelir.”
Allah Teala’nın “Onlar
ki sözü dinlerler sonra da en güzeline uyarlar” (Zümer/18) buyruğunun
tefsiriyle ilgili olarak da, “yani en ağır ve azimeti mucip olanlarına uyarlar”
denmiştir. Çünkü dünya hayatında helal kılınmış olan bir şeyi mubah görüp
yapmak “Hasen” yani güzeldir. Bunlar hususunda zühdü tercih etmek ise “Ahsen”
yani daha güzeldir. Allah Teala, sabrı azim gerektiren işlerden sayarak şöyle
buyurmuştur: “Her kim de sabreder ve affederse, işte bu, hiç şüphesiz
azmedilmeğe değer işlerdendir”. (Şura/43)
Allah Teala, şükür
konusunda kullarını müşterek kılarken sabır konusunda kendisini tek kılmıştır.
Muhakkak ki, Allah Teala tarafından Zatı’na mahsus olarak zikredilen bir sıfat,
kullarla müşterek olan bir sıfattan daha üstündür. O, bu meyanda şöyle
buyurmuştur: “Bana ve anne babana şükret (diye de tavsiye ettik)”.
(Lokman/14) Resulü de (sav) de şöyle buyurmuştur: “İnsanlara şükretmeyen, Allah’a
da şükretmez”. Sabır konusunda ise, kullarından hiçbirini Zatı’yla müşterek
kılmamış ve onu yalnız kendine mahsus kılarak şöyle buyurmuştur: “Rabbin
için sabret”. (Müddessir/7); “Rabbinin hükmüne sabret”.
(Tur/48)
Bil ki şükür, sabır
mefhumunun muhtevasına dahildir. Sabır, şükrü de cami’ olan bir mefhumdur.
Çünkü bir nimetiyle ilgili olarak Rabbine karşı çıkmama hususunda sabır
gösteren kişi, aynı zamanda o nimetin şükrünü de ifa etmiş olmaktadır. Aynı
şekilde, Rabbine ibadet ve taati noktasında nefsine hakim olarak sabır gösteren
kişi de Rabbinin nimeti karşısında şükür vecibesini ifa etmiş olmaktadır.