Aslında Türkiye'deki Kürtlerin siyasete dâhil olma serüvenleri ve devlet kadrolarında yer almaları çok eskilere dayanır. Bunlardan birkaçını sayacak olursak hemen akla ilk gelecek şahıslar şunlardır. Fatih Sultan Mehmet'in hocası Molla Gürani, Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhül islamı ebussuud efendi ve Yavuz Sultan Selim ile 25 kürt beyi adına anlaşma yapmış, idrisi bitlisi. Öncesinde ise ak koyunlu hükümdarlığı döneminde hükümdar çocuklarına lalalık yani hocalık yapmıştır. Tabii o dönemlerde ulusal devletçilikler söz konusu olmadığı için kimse molla güraninin goran kürtlerinden olduğunu veya diğerlerinin kökenleri konusunda bir sıkıntı yaşamamış, kendilerini olduğu gibi kabul etmiş ve en üst düzeyde kabul ve fayda vermeleri sağlanmıştı. fakat Osmanlı Devleti'nin 1800'lerden sonra oluşan batılılaşma temayülünün neticesinde yine batılıların eliyle yıkılmasından sonra Kürtlerin yaşamış olduğu sorunlar içinden çıkılmaz hale geldi. Kemalist rejimin kurulmasıyla red ve inkâr politikası Zirve yaptı. Tek parti döneminde yaşam Hakkı tanımayan Kürtler, Adnan Menderes ile beraber son bulan tek parti döneminden sonra, bölgede nefes alması adına Şeyh Said (ra)ın ailesinden Abdülmelik Fırat'ın yaşını büyüterek milletvekili yapılması sağlandı. CHP A. Melik Fırat’ın milletvekilliğini Şeyh Said (ra)ın ailesi üzerinden propagandaya çevirmek istese de, halkın yoğun sevgi ve saygısından dolayı bu propagandası akim kaldı. Halk adeta sisteme içten içte baş kaldırır sayılabilecek şekilde aileyi sahiplenip ondan sonra bu soyadına hürmeten bazen layık olmayanları da gözü kapalı seçti.

Bu baskı ve sancılı süreçler, kürt siyasetçiler için aşılması zor engelli koşu misali devam etti dersek yeridir. Devlet katı tutumunu bu şekilde devam ettirirken, yıl 1977’ye geldiğinde b Cizre Botan olarak bilinen Şırnak'ın Cizre ilçesinde Doğan ve bölgenin tanınmış ailelerinden olan elçi ailesinden Şerafettin milletvekili seçildi. Birkaç ay sonra partisinden istifa etti. O dönem Ecevit'in kendisine Bayındırlık ve iskân bakanlığını teklif etmesiyle yepyeni bir sürece girilmiş oldu. Her ne kadar bakanlık uzun sürmemiş olsa da yine de bariz Kürt kimliği üzerinden o koltuğa oturması Türkiye'deki şartlar için azım sanacak bir iş değildi. Burada hemen şu soru aklına gelebilir? Bunlardan önce hiç mi Kürt kimlikli kimse yoktu.

Hemen belirtelim Ferit Melen’de Vanlı kürttü. Hatta Şerafettin Elçi’den çok önce bakanlıkta başbakanlıkta yapmıştı. 12 Mart muhtırasından sonra 1972 yılında başbakanlığına getirilmişti. Ancak ne Ferit melenin ne de sonraki dönemlerde bakan olan Kürt siyasetçilerin bu konuda çok bir itirazları olmadığı için tartışma konusu olmamıştı. Ancak Şerafettin elçi imkânlar oluştuğunda kimliğini ortaya koymaktan çekinmemiş, Türkiye'de Kürtler var ve ben de kürdüm diyerek tepkisini dile getirmiş bu nedenle 12 Eylül döneminde iki buçuk yıl cezaevinde kalmıştır. Kendisi devletin o dönem ki red ve inkâr politikalarını aktarırken şöyle bir trajik cümle kurar; devlet Bizleri suçlarken sürekli olarak bölücüler diye hitap ederlerdi. Öyle bir duruma geldi ki biz bizden Kürt diye bahsetsinler de istersen küfür etsinler diyorduk.

Şerafettin elçi’den sonra köprünün altından çok sular aktı. Sonrasında değişik hükümetler döneminde neredeyse hepsinde Kürt bakanlar olmasına rağmen memleketleri dışında bunların kimliğini tanımlayabilecek bir veri yoktu. İşte böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı yeni kabineyi açıkladı ve uzun bir süreden sonra yine Kürt kimliklerine vurgu yapılarak üç bakanın ismi zikredildi. Bunlar Vanlı dışişleri bakanı Hakan Fidan, çalışma ve sosyal güvenlik bakanı Mardinli evi Vedat Işıkhan ve önceki dönemlerde de maliye bakanlığı yapan Batman gercüşlü Mehmet Şimşek. Kendisi uzun süre Amerika ve İngiltere'de kalmış olmasına karşın, eküler bir yaşam tarzından ziyade, görülebildiği kadarıyla muhafazakâr bir tavır ve geleneklerine bağlı bir insan portresi çiziyor. Kürtçeyi tam konuşamasa da, çat pat kurduğu samimi cümleler kendisini daha fazla sempatik gösteriyor. En son bir toplantıda Irak Kürdistan bölgesine bir gazetecinin İngilizce sorduğu soruya, Kürtçe Allah razı olsun cümlesiyle başlayıp, muhabire Kürtçe biliyor musun diye sorup cevap alınca, ben de Türkiye kürdü’yüm diye karşılık vermesi hem kimliğine olan özgüveni hem de Türkiye'de bazı şeylerin aşıldığının özeti gibiydi. Selam ve dua ile