BİSMİLLAH
Tat denilince aklımıza dilimiz yani dildeki kuvve-i zaika (tat alma duyusu) gelir. Tat alma duyusu bilindiği üzere taamları tatmakla elde edilir. Bu taamlar bazen tatlı, bazen acı, bazen tuzlu bazen ekşi olabilirler. Dilin tatması taamların çeşitliliğiyle orantılıdır. Dilin dışında diğer hasselerimizle de yani diğer duyu organlarımızla da tat alırız. Mesela göz görmekle temaşa etmekle tat alır. Ten dokunmakla, kulak işitmekle, burun koklamakla bu tadı alırlar.

Biz bu makalemizde başka bir tattan bahsedeceğiz. İmanın tadından. İmanın tadı da mı olur? demeyin sakın, işte Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor.
'Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o kişi, imanın tadını tadar: Allah ve Rasûlü'nü, bu ikisinden başka her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sev­mek. (Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra) küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.' (Buharî)

Evet, kardeşlerim; bu tat başka bir tat ne yemeye ve nede görmeye, dokunmaya, işitmeye ve koklamaya benzer, bu başka bir şey, tarifi kolay değil. Gerçi 'arife tarif gerekmez' müminlerin geneli zaman zaman bu tadı alırlar. Bazen ibadetlerde kılınan namazlarda, tutulan oruçlarda, verilen bir sadakada veya yapılan bir cihatta bu tadı tadarlar. İbrahim Ethem Hazretleri; 'eğer krallar, padişahlar gece namazından aldığımız tadı bilselerdi. Bizimle savaşıp bu tadı, zevki elimizden alırlardı' demiştir. Şüphesiz gerçek tadı Nebiler, Şehitler, Sıddıklar ve Salihler alırlar. Ama iman ehli olan her mümin bu zevki tarif edilmeyen tadı almaya adaydır. Bunu nasıl yapacağını ve neyle başaracağını üsteki Hadisi Şerif güzel bir şekilde açıklamıştır. Bunlar nelerdi şöyle sıralayabiliriz.

Birincisi, 'Allah ve Resulü'nü her şeyden fazla sevmek.' Bu sevgi nasıl olacak? İnsan sevdiğini metheder, her oturduğu yerde veya platformda onu anar ve herkesin onu tanımasını ve bu sevgiden haberdar olmasını ister. Yani herkesin teveccühünü ona celp etmek ister. İşte tadı bundan alır. Bizler Allah ve Resulü'nü her şeyden fazla sevmeli ve onların davasına sahip çıkmalıyız.

Ben şahsen her şeyden önce bu tadın tebliğde olduğunu ve tebliğ vazifesini bir şekilde yapmayan bir kişi bu tada varacağını sanmıyorum. Çünkü yüz yirmi dört bin Peygamber ve onların yolunu takip eden Evliya ve Rehberlerin hayatlarına baktığımızda tebliğsiz bir ibadetleri olmadığını görmekteyiz. Zaten insanı İman-i Kamile götüren, imanın tadına vardıran ve bu zevk ile gezdirip türlü türlü meşakkatlere göğüs gerdiren, Allah ve Resulünün aşkından doğan tebliğdir.

İkincisi, 'sevdiğini Allah için sevmek.' Her zaman seveceğin kişiyi Allah için sevmek ve buğz edeceğin kişiyi de Allah için buğz etmek lazımdır. Eğer sevgin Allah için olursa bir tadı olur ve seni kötülüklerden korur. Yok, sevgin nefsin, şehvetin veya bir dünyalık için olursa, o zaman seni kötülüklere sevk eder ve sen imanın hiçbir tadını alamazsın. Bilakis seni hem tebliğden hem de imandan uzaklaştırır. Tat yerine acı duyarsın ve bunalımlı bir hayatın olur.
Üçüncüsü, 'küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.' Nesteizubillah her mümin bunu tehlikeli görmeli ve korkmalıdır. Bu tehlikeden korunmak için de tebliğ çalışmasına ara vermeden devam etmelidir. Sevdiği Allah ve Resulü ve de küfre düşme korkusundan korunmak için her zaman ve mekanda tebliğ, tebliğ ve tebliğ yapmalıdır.
Vesselam