Öncelikle siz değerli okurlarımın seksen senelik bir manevi ömrü kazandıracak mübarek üç aylarınızı tebrik ediyorum. mübarek üç aylara kavuşma Allah Resûlünü çok sevindirdiği ve bu aylar için yaptığı meşhur duaları, hepinizin malumudur. Madem kendisine uymakla mükellef olduğumuz Habibullah bu ayların gelişine sevinmiş ve kendileri bu aylarda ibadetlerini daha bir yoğunlaştırmış, öyleyse hepimizin üç aylarda ibadetlerimizi artırmamız lazım.

Hem, zaten bizler biricik yaratıcımıza ibadet etmek için yaratılmamış mıydık? İşte hepimize manevi bir fırsat. Bir iyiliğe yüz, üç yüz ve binlerce hayır, hasenat yazılacak manevi bir iklime girmiş bulunmaktayız. Madem Allah(cc) ve Peygamberi bu aylara değer vermişler, bu ayları diğer aylardan farklı tutmuşlar; öyleyse biz Müslümanlar da bu ayların farkını yaşantımızda farklılıklar oluşturarak, çevremize hissettirmemiz gerekmektedir.

Mesela şimdiden, Pazartesi ve Perşembe oruçlarına başlamamız önemli bir farkıdanlık oluşturacaktır. Oruç ibadeti ki, Rabbimizin, benim için olan ibadet, dediği; mükafatını ben vereceğim, dediği iman ve ihlasın en önemli alametidir.

Üç aylar deyince zaten akla gelen oruç ibadeti değil mi? Tabii ki, Oruçtan elde edilecek en önemli hususiyet hiç şüphesiz takvadır. Yani günahlardan sakınma hassasiyetinin gönüllerde iyice gelişmesidir. Takva gönülde öyle önemli bir histir ki, ondan mahrum olanlar ya da onu tam olarak elde edemeyenler, hakiki manada hidayete eremezler. Dolayısıyla kişilerin hidayeti gönüllerindeki takva hissiyatına bağlıdır.

Günahlardan azami derecede arınmayanlar yüce kitabımız Kur-an'ı Kerimin hidayetinden de mahrum kalacaklarını unutmamalıdırlar. Evet, yüce kitabımızın ilk ayetlerinin birinde Rabbimiz hepinizin malumu Kur-an'ı Kerim için 'Huden lil mutteqin' fermanını buyurmuşlardır. Yani 'Bu Kur-an takva ehli için hidayettir.' Evet, Kur-an'ı Kerim ancak takvayı elde edenler için hidayettir. Takvayı elde etmeyenlere Kur-an hidayet kitabı olmamış ve onlar Kuran'dan nasiplenememişlerdir.

Nasıl olur demeyin.

(Konumun anlaşılması adına takva ehli, kıymetli İslam alimlerimizden özür dileyerek şu örnekleri vermek istiyorum.)

Medrese veya ilahiyat okumuş, bu alanda müderris veya eğitim görevlisi olmuş bir kısım zevatın, Kur-an'ı Kerime uymayan fikirlerini bir vesileyle üzülerek duymuş veya şahit olmuşsunuzdur. Oysaki bu zatlar yüce kitabımızın Arapça olan dilini çoğumuzdan iyi de bilmelerine rağmen, işledikleri açık veya gizli günahlardan dolayı takvayı elde edememiş veya kaybetmişler. Ve maalesef Kur-an'ı Kerim kendileri için hidayet olmadığından, dalalet içerisinde yüce kitabımızın haram dediğine adamlar helal, helal dediğine de haram demekteler.

Öte yanda, dağ köylerinde Kutsal kitabımız ya hiç okumamış ya da sadece yüzünden okunmuş. Manasını bilmeden okuyan, günahlardan uzak, dindar bir çok yaşlımızla bizzat kendim çoğu kez İslami konular konuştum.

Ehli takva o köylülerimizin fikirleri ve konuşmalarının, yüce kitabımızın mesajına ve ruhuna uygun olduğunu gördüm. O muttaki amcalarımız ve teyzelerimiz Kur-an'ı Kerimin haram dediğine haram, helal dediğine helal diyorlardı. Çünkü takvaları onları hidayete ulaştırmıştı.

Evet, asıl olan bizlerin bildiklerimizle İslam'a uygun bir şekilde amel etmesidir. İşte o zaman Alim olan Allah biz kullarına bilmediklerimizi de öğretecektir.

Ulaştığımız bu paha biçilmez manevi iklimin, bir ömür İslam'a uygun bildiğimiz hakikatleri yaşamaya velise olması duasıyla Allah'a emanet olun.