Bismillah

Bu gün üç hikaye ile namazı anlamaya çalışalım. Kelimizde tek sermayemiz olan namazı açama tam hakkı ile kılıyormuyuz. Namaz bizim için ne ifade ediyor. Burada namaz kılan Müslümanları kast ediyorum. Yoksa kılmayanlara hitap etmiyorum. Önce hikayelere bir kulak verelim

1.ci Hikaye:

Horasan valisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, valiye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur’a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber valiye çıkardılar.

Vali dedi ki:

– Hepsini hapsedin!

Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp:

”Yâ Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!” diye dua etti. Vali uyurken rüyasında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rekât namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun ahı olduğunu anladı.

Vali hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:

– Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı?

Müdür dedi ki:

– Bunu bilemem efendim. Yalnız biri namaz kılıyor, çok dua ediyor göz yaşları döküyor.

– Hemen adamı buraya getiriniz. Demirciyi valinin yanına getirdiler.

Vali hâlini sorup, durumu anladı ve dedi ki:

– Sizden özürdiliyorum. Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabul et. Herhangi bir arzun olunca bana gel!

Demirci de cevabında dedi ki:

-Ben hakkımı helâl ettim. Verdiğiniz hediyeyi kabul ettim. Fakat işimi, dileğimi senden istemeye gelemem.

– Neden gelemezsiniz?

– Çünkü benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çevirten sâhibimi bırakıp da dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı? Namazlardan sonra ettiğim dualarla beni nice sıkıntılardan kurtardı. Pek çok muradıma kavuşturdu. Nasıl olur da başkasına sığınırım? Rabbim, nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını, ihsan sofrasını herkese açmış iken, başkasına nasıl giderim? Kim istedi de vermedi? Kim geldi de boş döndü? İstemesini bilmezsen, alamazsın. Huzuruna edeple çıkmazsan rahmetine kavuşamazsın…

2.ci hikâye:

Sahabilerin büyüklerinden olan Abdullah bin Mes’ud (r.a.), namaz kılacağı zaman “dürülmüş elbise” gibi olurdu. Allah huzuruna çıkacağı için duyduğu heyecan ve saygıdan iki büklüm olduğunu görenler şaşırırdı... Ancak o, namazda iken çevresiyle irtibatını keser, hatta evdekilerin konuştuklarını bile duymazdı. Bazen namaz kılacağı zaman, evdekiler:

– Susun, ses çıkarmayın, Abdullah namaz kılacak, derlerdi.

Ancak o, kendinden gayet emin, namazdaki huşûunu hiçbir şeyin bozamayacağını bildiği için şu cevabı verirdi:

– İstediğinizi konuşun... Ben namazdayken sizin konuştuk­larınızı duymuyorum.

3.cühikaye
Hz. Ali Efendimiz’in (r.a.) namaz vakti girdiğinde hâli değişir, rengi atar ve titrerdi. Sebebi sorulduğunda şöyle derdi:

– Bilmez misiniz ki bu vakit, Allah’ın yerlere ve göklere tek­lif edip de onların yüklenmekten kaçındığı bir emanetin eda vaktidir. Ben bu emaneti yüklenmiş bulunuyorum. Yüklen­diğim bu ilâhî emaneti en güzel şekilde eda edip edemeyeceğimi de bilmiyorum...

Yine o muhteşem sahabinin ayağına ok battığında, namazda iken çıkarılmasını istemişti. Çünkü namazda iken bütün zerreleriyle Allah’a yönelip maddî hiçbir şeyi hissetmediği için bu yola başvurmuştu. Demek namaza öylesine kendini kaptırmıştı ki, namaz tıpkı ameliyatlardaki anestezi gibi onu kendinden geçiriyor, dünya ile bağlantısını kesiyordu.

Ayağındaki okun çıkarılması çok uzun sürmüştü. Hz. Ali (r.a.), ameliyat bittiğinde, şu soruyu sormuştu:

– Oku çıkardınız mı?

Bu üç hikâyeyi baz alarak namazlarımızı kontrol edelim diyorum. Namazda iken başkasının kaç rekât kıldığını görenimiz var. Etrafta konuşulanları duyup namazda yorum yapanımız var. Acele edip dünyevi işlerimize koşmak için namazdan çalanlarımız var.

Allah hakkı ile namaz kılanlardan eylesin bizi…

Vesselam