Kudüs ve çevresi Kur’an’da “Mübarek” olarak anılmaktadır. Elbette burası İslam’dan önceki ilahi dinler için de böyleydi. Çünkü Kur’an evrenseldir ve ayette geçen mübarek vasfı, hem geçmiş hem de geleceğe şamildir.

Tevrat ve bağlantılı Yahudi kaynaklarına baktığımızda, buranın ilk önce Hz. İbrahim (as)’a vaad edildiğini görüyoruz: “O gün Rab, Avram (İbrahim) ile antlaşma yaparak ona şöyle dedi. “Mısır Irmağı (Nil)’ndan Büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları senin soyuna vereceğim” (Tekvin 15/18-21).

Ancak Rab bu hususta İbrahim ile ahitleşmektedir. Yani belirli şartlar çerçevesinde bu beldenin O’na ve soyuna verildiği bildirilmektedir. Anlaşmanın hem İbrahim ile hem de kuşaklar boyunca sonsuza dek süreceği yine Rabb’in vaadleri arasındadır (Tekvin:17/7).

Bu şartlara Tevkin 17. bölümde değinilmektedir. Örneğin bu şartlardan biri erkeklerin sünnet olmasıdır. Daha sonra eşi Sara’nın kutsanacağı, ona bir erkek çocuk verileceği ve onun varis olduğu belirtilir. Burada İbrahim araya girer ve “Keşke İsmail’i de mirasçım kabul etseydin” der. Tanrı cevap verir: “İsmail’e gelince, seni işittim. O’nu kutsayacağım; O’nu verimli kılacak, soyunu alabildiğince çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım. Ancak antlaşmamı, gelecek yıl bu zaman Sara’nın doğuracağı oğlun Ishak ile sürdüreceğim.”

Kur’an’da ise bu miras bir coğrafya olarak değil bir dava olarak zikredilmektedir. O dava da tevhittir. “Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, Ey Rabbim!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu. (Bakara, 2/124)

Daha önceki yazımda da belirttiğim üzere Kudüs herhangi bir toprak parçası değildir. Beytullah ve Nebi Mescidinin yanında yer alan üçüncü bir tevhid üssüdür. Kısacası buraya taş ve toprak yığını olarak değil, tevhidin yeryüzüne yayıldığı bir merkez olarak bakmak gerekiyor.

Tabi Yahudilere göre bu ahitleşmeler sonraki peygamberler zamanında da devam etmiş ve ayrıntıları Ahdi Atik’te sıralanmıştır. Ahdin şartlarına uyulmadığı, Rabbin emirleri yerine getirilmediği, O’nun kanunları reddedildiği (Levililer:26/14-15), şeriattaki emirler tutulmadığı zaman başlarına felaket geleceği, Rab’in onlardan nefret edeceği, onlara karşı öfke ile yürüyeceği (Levlililer: 26/14-33; Tesniye; 28/58-68), bu diyardan sürülecekleri (Tesniye;26/63) sıralanmaktadır.

Tevrat’tan anlaşılacağı üzere Rab, İbrahim, İshak, Yakub (İsrail), Yusuf, Musa ve bu soydan gelenlere Kudüs’ü ebedi mülk olarak vermiştir. Peki, burada İsmail neden ayrı tutuluyor? İsmail, İbrahim’in oğlu değil midir? Tevrat’ta İsmail ile annesi Hacer’in Kenan diyarından uzaklaştırılmaları, Paran-Faran (Mekke)’da susuz kalmaları ve Hacer’in ona su arayışı sarih bir şekilde anlatılmaktadır. İbrahim’in onları büyük bir üzüntü ile oraya götürdüğü ama Tanrı’nın İbrahim’e; “Oğlun ve cariyen için üzülme. Cariyenin oğlundan da bir ulus yaratacağım. Çünkü o da senin soyundandır” (Tekvin; 21/12-13) dediği belirtilmektedir.

Kısacası Tevrat’ta da İsmail, İbrahim’in soyundandır. Mekke’ye getirildiği de beyan edilmektedir. Hz. Peygamber’in atası olduğu da bilindiğine göre o zaman Kudüs’ün varisleri arasına Hz. İsmail ve dolayısıyla Hz. Muhammed (sav) de dâhil olmaktadır.

Kudüs’e İshak ve İsmail oğulları varistir. Ama veraset ilahi emirlere bağlılıkları ile şartlandırılmıştır. Kim ki şeriattan uzaklaşırsa Kudüs’e mirasçı olmayacaktır. İsrail oğullarının daha peygamberlerin sağlığında dahi muhalefet olmaları, şeriattan çıkmaları ve hatta şirke (Hz. Musa zamanında buzağıya tapmaları, Üzeyr’e Allah’ın oğlu demeleri gibi) girmeleri gibi nedenlerle Kudüs nöbeti İshak oğullarından alınıp İsmail oğullarına verilmiştir.

Neticede İsmail ve İshak arasında herhangi bir fark yoktur.