Bir önceki analizde tahlil etmeye çalıştığımız “Kürt aklını” anlamak mevzusu, Kürtlerin İslam içindeki serüvenini bilmekle doğrudan ilişkilidir. Kürt aklı, tamamen, İslâmî serüven içinde şekillenmiştir. İslâmî devrin koşulları, bu aklı ihdas etmiştir.

Kürtlerin İslam tarihindeki serüvenlerini bilmeden Kürtlerin son iki yüzyıldaki tutumlarını izah etmek mümkün değildir. Ayrıca Batılılar da başta İslam barışı ve İslam şeriatı olmak üzere, Kürtlerin İslam tarihindeki serüvenine bakarak bugün Kürtlerle ilgili politikalar geliştirmektedirler.

Bu görüşler, yaklaşık on beş yıldır ilk kez bu sayfada ve bu analizlerin derlenmesinden oluşan kitaplarda işleniyor. Ondan önce, kendilerini Solun etkisinden biraz olsun kurtaran araştırmacılar, bunu ima ediyorlardı.

Analizlerimizdeki tespitler, başta yadırgandı ama sonra, konu ile ilgili en uç isimler tarafından dahi bir tür kabullenilmek durumunda kalındı. Çünkü bu analizlerde gaye, hakkı tespit ve izahtır.

Burada anlatacaklarım, bugün çağın zihniyetinin ve o zihniyetin oluşturduğu algıların gölgesinde kalıp anlaşılmayabilir. Ama geleceğin sosyal bilimcilerinin burada anlatılanları tasdik edeceklerinden zerre kadar kuşku duymuyorum.

İSLAM BARIŞI VE “KÜRT AKLI”

Kürtler, İslâmiyet’ten önce yeryüzünün en mağdur toplumlarından biriydi. Doğu’nun hâkimi Sâsânî ve Batı’nın hâkimi Bizans arasındaki çekişmelerde, beldeleri istila edilmiş, malları yağmalanmış, tarih dışına itilip ecel terleri dökecek bir hâle sürüklenmişlerdi.

İslam, Hicret’in ardından çeyrek yüzyıl geçmeden iki büyük gücü de bertaraf etti, Sâsânî’yi ortadan kaldırırken Bizans’ı da bölgenin dışına itti.

İki güç arasındaki çatışmalar, İslam fetihlerinden birkaç yıl önce dahi Diyarbakır ve çevresinde katliamlara yol açmışken bölgeye yönelik İslam fetihleri neredeyse hiç kan dökülmeden gerçekleşti.

İslam fatihleri ile savaşanlar, Musul çevresindeki bazı küçük çatışmalar sayılmazsa Kürtlerle Müslümanlar arasında değil; istilacı güçler ve onların bölgedeki müttefikleri Hıristiyan unsurlar arasında yaşandı.

Kürtlerin kayıpsız buluştukları fatihler, bölge açısından hiç tereddütsüz “İslam barışı” olarak nitelenebilecek yüzyıllar süren bir sulh ve selamet getirdi.

Kürtler, İslam fetihleri ile yüzyıllar sonra ilk kez rahat bir nefes aldılar, dağlarından şehirlere indiler ve insanî bir muamele gördüler.

Onlar, belki Caban el-Kürdi gibi Ashabdan olanlar üzerinden İslam’ı duymuşlardı ama kitle bağlamında fetihler üzerinden İslam’la buluştular ve peyderpey İslam’ın saflarında yer aldılar.

Kürtler için bu sulh, yeniden hayat alanı bulmak gibiydi. “Kürtler, neden kendilerini tarih boyunca İslam’a feda ettiler?” sorusunu soranlar, bu sulhun Kürt varlığının yeniden oluşmasındaki öneminden tamamen habersiz gibidirler.

Kürtler, İslam sulhuyla birlikte varlıklarını İslam’ın varlığına, İslam dünyasının istikrarına ve Müslümanların güç kuvvet sahibi olmalarına bağlı gördüler. Bunun için tarih boyunca İslam için mücadele etmekte hiçbir tereddüt göstermediler.

İSLAM ŞERİATI VE “KÜRT AKLI”

İslam fetihleri sadece sulh getirmedi, aynı zamanda bilinmeyen bir tarihten sonra Kürtlerin beldelerine ilk kez hukukun üstünlüğünü de getirdi. O güne kadar hep keyfi muamelelerle yüz yüze kalmışken İslam Şeriatı, hem Kürtlerin kendi aralarındaki sorunlara çözüm getirdi hem Kürtleri hâkim unsurlar karşısında yazılı bir güvene kavuşturdu.

Daha önce iki Kürt kavga ederken neticeyi güç belirliyordu ve bu, zayıf Kürtler için hayatı hep güvensiz bırakıyordu. İslam Şeriatı ile birlikte iki Kürt tartışıp kavga ettiğinde “Çok söze gerek yok! Şeriat ne diyorsa o!” demeye başladılar.

Elbette aşiret kavgaları zaman zaman zuhur etti. Ama Kürtler için İslam sonrası ile İslam öncesi, hukuk açısından hiçbir zaman bir olmadı. İslam sonrasında, İslam hukuku Batılılaşma ile devlet tarafından yürürlükten kaldırıldığında bile, Kürtlerin aralarındaki ilişkilerde güven kaynağı oldu ve Şeriat, Kürtler için “mutlak adalet” olarak bilindi. Kürt, şeriat denince daima özlem duyduğu adaleti hatırladı.

Ne var ki Şeriat, Kürtler açısından asla aralarındaki sorunların çözümü ile sınırlı bir hukuk olmadı. Kürtler, Sâsânî-Bizans çağlarında nüfus olarak azalmış, nüfuz olarak etkisizleşmişlerdi. Zayıf olanın hukuka ihtiyacı vardır. Halbuki hâkim kuvvetler, keyif ve ihtiyaçlarına göre muamelede bulunuyorlardı.

Müslüman idareciler ise, bir kısmı sonraki devirlerde siyasal muhaliflerine karşı zulme meyletse de sıradan halka muamelede İslam Şeriatını hep gözetmişlerdir. Ermeni bir araştırmacının ifadesiyle Şeriat, daima, halkla yönetim arasında ve yönetimin müdahale edip değiştiremediği sağlam bir dayanak oldu. Sadece Müslümanlar değil, gayrimüslimler dahi bunun için Şeriata sahip çıktılar ve modern dönemde lağvedilmek istendiğinde ürküntü hissettiler.

Kürt, İslam Şeriatı ile yöneticinin karşısına çıkıp hakkını arayabildi. Ondan sonra Kürde düşen, Şeriatı iyi bilmek ve ondan delillerle hakkına sahip çıkmaktı. Bunun için İslam fıkhı ilmi ve onunla ilgili ilimler Kürtler arasında, belki çok az kavim arasında olduğu kadar yayıldı. Kürtler, adeta bütün ilimleri Şeriatı iyi bilmek için öğrendiler ve Şeriat, resmi yasa olmaktan çıktıktan yüzyıl sonra bile bugün Kürtler arasında hâlâ yaygın bir hukuktur. Belli bir yaşın üzerindeki Kürtler, ne zaman sorun yaşasalar, eğer ideolojik bir sapma içinde değillerse Şeriatı mutlaka hatırlar; askersiz ve polissiz Şeriatı hep en adil hukuk görürler. Haksızlığa uğradıklarında ise hâlâ “Ka Şeriat! (Nerede Şeriat)” diye iç çekerler.

Kürt, bu vesileyle, Şeriata yönelik her tehdidi kendisine yönelmiş bildi ve Şeriatı lağvetmeye dönük girişimlere dünyada neredeyse benzeri olmayan bir tepkiyle tepki gösterdi.

Dolayısıyla Kürtlerin Şeriatı devlet yasası olmaktan çıkarma girişimlerine isyanla cevap vermeleri, bazılarının ifadesiyle salt bir dinsel romantizm değildir, aklı tatil eden bir çılgınlık hiç değildir. Şeriatın yasal sürecin dışında tutulmasından sonra Kürtlerin yaşadığı sorunlar, onların Şeriata sahip çıkma hususunda gösterdikleri fedakarlıkta ne kadar haklı olduğunu da ortaya koymuştur. Hakikatte İslam Şeriatı, henüz Osmanlı son yüzyılında yasalar üzerinde etkili olmaktan uzaklaştıkça Kürtler, hukuksuz bir sürece girmiş, sadece yöneticilerle ilişkilerinde değil, kendilerine hükmeden ağalar karşısında da hâllerine ağıt yakılacak uygulamalarla yüz yüze kalmışlardır.

Şeriat, Kürdü sadece yeni devir, Batı eğitimli, kimi zaman Fransız İhtilali’nden etkilenmiş Osmanlı Paşasından korumadı, aynı zamanda o paşaların yönlendirdiği yeni yetme ağalardan da koruyordu. Kürt, elinden bu güvencenin alındığını duydukça daha önce hiç olmadığı hâlde yönetime karşı zorlu direnişlere/isyanlara geçti.

Burada hemen şunu sormak hakkınızdır: Kürtler, zorlu direnişe/isyana ilk kez Osmanlı Devri’nin sonlarında mı geçtiler? Genel olarak öyle! Ondan önce elbette her halkın dağlıları gibi Kürtlerin de dağlıları vardı ve o tür yapılar istikrarsız olurlar. Ama ondan öte Kürtler, İslâmî devirde diğer halklardan çok daha uyumlular. Tarihte Türkmen isyanları ve Bedevi isyanları hiç son bulmamış, halbuki modern devre kadar, bazı küçük grupların itirazları bir yana bırakılırsa, Kürt isyanı kavramından söz bile edilemez.  Kürtler, modern devre kadar hep istikrarı sevmiş ve desteklemişlerdir.

İSLAM FETİHLERİ, KÜRT KİMLİĞİ VE “KÜRT AKLI” 

Müslüman fatihler, Kürtlerin İslam’a aykırı olmayan kılık kıyafet ve örflerine karışmadılar. Onlara asla yeni bir kıyafet dayatmadılar. Kadınlar için şehir ortamında biraz sıkı, kırsalda ise epey esnek tesettür talep ettiler. Erkeklerin ise İslam’a zaten uygun olan kıyafetlerini hâli üzerinde bıraktılar.

Kürt, İslam’dan önce nasıl giyiniyorsa bazı küçük farklarla birlikte öyle giyindi ve İslam fatihleri, onu öyle kabul ettiler.

Kürt geleneklerinden de İslam’a uygun olanlar hâli üzerine kalırken İslam fatihleri, Şeriata uygun olmayan gelenekler konusunu da zamana bıraktılar. Bunun için keskin bir hukuk uygulamasına gitmediler. Dolayısıyla Kürt folkloru, kimi cahili yönleriyle birlikte dahi İslam döneminde yaşamaya devam etti.

Kürt dili ise İslâmî devirde tarihte görmediği bir aşamaya geçti. Alfabeye ve seçkinlere hitap eden bir edebiyata kavuşarak bölge dilleri içinde yerini aldı. Pek çok saygın alim, duygularını komşu halkların nazım biçimlerinden istifade ederek ama Kürtçe ile ifade etti. Kürtçe çok yaygın bir halk edebiyatından sonra, ilk kez İslam ile güçlü ve saygın bir edebiyata kavuştu.

Kürtler, İslam’ın onlara sağladığı edebiyat ortamıyla sadece İslam’a duydukları sevgiyi değil, felsefi düşüncelerini ve beşerî aşklarını dahi Kürtçe ile ifade etme imkânı buldular. Dolayısıyla İslâmîleşme Kürt kimliğinin korunup gelişmesine katkı sağladı.

“Kürt aklı” İslam ilişkisinde bunu göz ardı edebilir miydi? Asla…

SİYASAL İHTİLAFLAR VE “KÜRT AKLI”

Kürtler, İslam’ı seçtikten hemen sonra, İslam’ın güçlü olmasını ve Müslümanların istikrar içinde bulunmasını desteklediler. Fitnelerin zuhur ettiği günlerde bölgelerinin önemli bir bölümü idari olarak Muaviye’ye bağlı olmasına rağmen Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı mücadelesini desteklemediler. Kûfe ve Basra halkından dahi daha kararlıca Hz. Ali’nin yanında durdular. Hz. Ali şehid edilmeden önce İslam beldelerinin çoğu onun elinden çıkmışken başta el-Cezire (Dicle-Fırat arası coğrafya) olmak üzere Kürt beldeleri sadakatle Hz. Ali’nin yanındaydılar.

Kürtlerde “baht”, millî bir manevi değerdir. “Baht”, emandır, kişinin kendisine sığınanı korumasıdır. Kürt, zayıf olsun, güçlü olsun kendisine sığınanı canı pahasına savunmayı zorunlu görür. Bu, onun kimilerince eleştirilen “duygusal aklının” bir karşılığı ve üstün bir değeridir. İslâmî devirde bu millî manevi değeri, İslam’ın mazluma sahip çıkma ve vefaya verdiği önemle özdeşleştirip sürdürmüştür. Biri, Kürde “Ez di bextê te de!” dedi mi, Kürt onu kabul etmek ve canı pahasına onu korumak zorundadır ki Doğu toplumlarından Bedevî Araplarda da benzer bir özellik söz konusudur. Lâkin siyasal çalkantılar içinde Bedevî Araplar, bunu unutmuşken Kürtler İslâmî devirde onu daha da sıkıca korumuşlardır.

Bu mahiyette Emevîler Devri’nde iki muhalif unsurdan Hariciler ve Ehl-i Beyt mensupları Kürtlere sığındıklarında Kürtler, onları sistemden korumuşlardır. Galiba Hariciler konusunda olmasa da Ehl-i Beyt konusunda sistem de Kürtleri bu konuda mazur görmüş ve onların üzerine varmamıştır. Bunun için Kürt beldelerinde Hariciler ve Ehl-i Beyt mensupları yer edinmişler; Ehl-i Beyt mensupları değil ama Hariciler, Nusaybin-Cizre hattında bazı kazanımlar da elde etmişlerdir. Pek çok Arap kabilenin o devirde mukim olduğu ve İslam’dan önce yaygın dinin Yakubi-Nasturi Hıristiyanlığın olduğu o bölge dışında Kürtler, genel olarak Emevîlerle uyum içinde yaşamışlar. Emevilere karşı kayda değer bir isyanda bulunmamışlardır.

Ebû Müslim Horasanî’nin Kürt olma ihtimali güçlü olsa da Kürtler, Ehl-i Beyt’in kıyamlarına fiilen katılmadıkları gibi, bilindiği kadarıyla Abbâsîlerin Emevîlere karşı çıkışını da desteklemediler. O zaman üç Müslüman kavminden Arapların bir kısmı Hariciydi, Ehl-i Beyt yanlısıydı veya Abbâsî teşkilatlanmaları içinde idi. Farsların da ezici çoğunluğu Abbâsî teşkilatlanmasına yönelmişti ve diğer kısmı da Ehl-i Beyt kıyamları ile ilgiliydi. Oysa Emevîlerin son hükümdarı Mervan b. Muhammed’in ordusunun ana gücünü Kürt ve Kürtlerin yakınlarına yerleşen Araplar oluşturuyordu. Mervan, el-Cezire kuvvetleri ile hükümdar oldu ve Dımaşk’ta Arpalar onu korumadıklarında Harran’a sığındı.

Bu, vefa ile birlikte Mervan’ın annesinin Kürt olması ile açıklanmaya gidilse de vakalara bütün olarak baktığımızda bu tutumun ardındaki ana etken istikrarı sürdürmeye meyildir. Kürtler, İslam tarihi boyunca hep istikrardan yana durmuşlardır. Lâkin, bu istikrar yanlılığının ana etkeni İslam’dır. Bunun için Batılılaşma sürecine geçtiğimizde Kürtler artık istikrardan yana değiller, sisteme karşı her arayışın ortağıdırlar.

Kürtler, İslam tarihi boyunca fitneden korkmuş ve öyle olmasa bile “fitne” olarak gördükleri harekatlardan uzak durmuşlardır. Bunun en açık delili ise bir kısım öncüsü Kürt olan Celali isyanı gibi Anadolu isyanlarının Kürtlerden yana pek de ilgi görmemesi, bu isyanların ancak Türkmen potansiyeline kavuşmasıyla kayda değer bir aşamaya ulaşmasıdır. Öte yandan Kürt beldeleri İslam tarihi boyunca hiçbir zaman Yemen, Bahreyn ya da Lübnan dağları hüviyetine bürünmemiş, buralardaki sürekli isyan ahlakı asla Kürt beldelerinde görülmemiştir. Kürtlerde isyan/kıyam harekatlarının gelişmesi, belki istisnalar dışında ancak 1800’lü yıllardan başlayarak modern devirde ve ilkin modernizme karşı söz konusu olmuştur.

Devam edecek…