İBRAHİMİ BİR DURUŞ-2

Beni yaratan ve bana hidayet veren odur.

Hastalandığımda bana şifa veren odur.

O benim canımı alacak ve sonra beni diriltecek olandır.

O, hesap gününde hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.

Rabbim! Bana hüküm ver ve beni salihlere kat. (Şuara 78-83)
Biri bize, Allah'ın nimetlerini sayın derler ise acaba ne deriz?

Hz. İbrahim, Rabbinin üzerindeki nimetlerini saymaya, hayat ve hidayetten başlamış. Hayat, hayır ve insanlık yolunun yolcusu olmak için bir fırsattır. Allah yolu olan hayır yoluna, gerçek insanlık yoluna, kişi ancak hidayetle erişebilir. Allah'ın bahşedeceği dünya ve ahiret kutluluş ve huzuruna ancak Hidayet ile kavuşulabilir. Elde edilen hidayet nimetini tüm diğer nimetlerin üzerinde tutmak icap eder. Başkalarının da hidayetine vesile olmak için elimizden gelen çabayı bir ömür sürdürmek gerekmektedir. Hem insan hayatı, varlığı en değer verilen hayat ve varlıktır. Ancak bu değer sedece hidayet nimetiyle korunabilir. Dalalet üzere bir hayat, değer verilerek yaratılan insanı, maalesef en değersiz yaratılmışların bile aşağısına düşürür.
Hz. ibrahim rızkını da sadece Rabbinden bilmektedir. Rızkı için hiç bir endişeye kapılmadan, çömertce kendisine bahşedileni başkalarıyla da gönülden paylaşmıştır. Bu husus da bizlerin dikkat etmesi gereken önemli bir meseledir. Rızık endişesi, maalesef çoğu Müslüman için herşeyden daha öncelikli bir endişe olmuş. Bazısı da gafletle kendisine nasip edilen hidayet nimetinin kıymetini bilmeden, rızık endişesi ve telaşından, İslam davasının kendilerine yüklediği sorumlulukları ihmal etmektedirler. Hakikat nazarında, hastalık ve şifa da Allah'tandır. Ama Hz. İbrahim edebinden, hastalandığımda bana şifa veren odur, diye buyurmuşlardır. Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmek, hidayet ehli için önemli bir husustur. Hidayet ehli İslami sorumluluklarını yerine getirendir. Ancak sağlığımız yerinde ise sorumluluklarımızın çoğunu yerine getirebiliriz. O nedenle Allah'tan sürekli Hidayet ve sağlığımızın elden gitmemesi için dua etmeliyiz.
Ölümden korkmamak lazım diyeceğim ama çoğumuz ölümden çok korkmaktayız. Bu korkumuzun kaynağı, sanırım seyyiatlarımızdan ve İslami sorumluluklarımızı ihmal etmemizden kaynaklanmaktadır. Bu hususta eksikliklerimizi tamamladıkça, inşallah hidayet üzere ölümü aslında nimet olarak görmeye başlayacağız. Hidayet ehli, sürekli bir endişe ile yaşamaktadır. Hidayetten sonra dalalete düşmemek onun en önemli endişesidir. Yaşam devam ettikçe her hidayet ehli için bu risk söz konusudur. O nedenle hidayet üzere ölüm, hakikatte bir nimettir.
Ölümden sonra dirilme inancı, insanın gönlüne kabir ve sonrası için bir aydınlık olmaktadır. Bu ahiret inancı yapılan ibadet ve hayırlı işlerin karşılığının verilişi için çok önemli bir husustur. Bir de yapılan haksızlıkların hesabının görülmesi için bir fırsattır. Bu düşünce ve inanç, insana moral ve güç vermektedir.
Bir de insanın Rahman olan Allah'ın rahmetinden ümitvar bir şekilde yaşaması çok önemlidir. Ve öyle de yaşanmalıdır. Çümkü Allah azze ve celle benim rahmetimden ümit kesilmez diye buyurmuşlardır. Hz. İbrahim, Allah'ın rahmetinden ümit besleyerek yaşamışlardır. Hidayet ehli kendisini bekleyen tehlikenin farkında da olmalıdır. İşlediği hayır ve hasenatlar yerine getirdiği ibadetler, kibirlenip gafletine sebep olmamalıdır. Ancak kurtuluşunun Allah'ın Rahmeti ve bağışlanması ile mümkün olabileceğinin idrakinde yaşamalıdır. Hidayet ehli, İnsan olması hasebiyle gafletle işleyebileceği günahların da pişmalıkla yapılacak tevbeyle affedileceğini ümit etmelidir.
Hz. İbrahim'in, Allah'tan insanların hayatına hükmetmek için duada bulunması da hidayet ehli için önemli bir mesaj barındırmaktadır. Aslında hidayet ehli, sesli yapacağı dualarla etrafına, özellikle aile fertlerine önemli mesajlar verebilmelidir. Çünkü insan, kendisi için en değerli arzuları dualarında dile getirmektedir. Hz. İbrahim de hidayet ehli için en değerli arzulardan biri olması icab eden İslami bir yönetim için dünya iktidarının, hidayet ehlinin elinde olmasının önemini duasında dile getirmiştir. Hüküm ve iktidar, hidayet ehlinin elinde olmalıdır ki insanların hayatına müdahale edebilsin, onları hayır yoluna sevketsin, sapıklıklardan, yanlışlardan, zarar ziyan yollarından uzak tutsun. İnsanları hidayet yaluna iletsin ve isyan yolundan uzaklaştırsın. O kadar Rabbine bağlı ve dindar olan Hz. İbrahim bu inancı taşıyordu. Günümüzde ise bazı gafiller, dindar Müslümana yöneticilikten, idareden yani siyasetten uzak durmasının gerektiğini kendisine telkin etmektedirler. Madem yer yüzü Allah'ındır, öyleyse idaresi de Allah'ın yolunda gidenlerin elinde olmalıdır.
Hz. İbrahim duasının nihayetinde insanın salih kullarından kabul edilmesinin önemine dikkatlerimizi çekmişlerdir. İhlaslı kullardan olmak, İbrahimi bir inanç ve duyguyla, hayatın yaşanmasına bağlıdır.
Eşi Hz. Sare ile hicrette olan Hz. İbrahim çocuğu olmayınca bir köle olan Hz. Hacer ile evlenmiş ve kendilerine Hz. İsmail bahşedilmiş. Birçok hikmete binaen Allah azze ve celle eşini ve çocuğunu alıp Mekke'ye, yıkılmış, kaybolmuş Beytullahın yanına bırakmasını Hz. İbrahim'den istemiş. O da Hz. Hacer ve kundaktaki bebekleri Hz. İsmail'i biraz su ve yemekle Beytullah'ın yanına götürüp bırakmış. Hz. Hacer, eşine, bizi burada bırakman Allah'ın emri ile midir? diye sormuş. Hz. İbrahim evet deyince, Hz. Hacer, öyleyse Allah bizi darda bırakmaz, demişlerdir. Herhalde, Hz. Hacer Allah azze ve celleye bu bağlılık ve teslimiyet ile babası gilden gelmemişti. Hz. İbrahim, Hz. Hacer ve diğer aile efradına Allah'a iman ve teslimiyet dersini vermişlerdir. Bu dersin tesirini, ileride Hz. İsmal'in kurban edileceği zaman göstereceği tavırda da göreceğiz. Bugün de aile reisleri, Allah'a iman ve emirlerini yerine getirmede ki teslimiyet hususunda örnek olmalıdır. Aile fertlerini de bu konuda iyi bir şekilde yetiştirmelidir.
Hz. Hacer'in yanındaki yiyecek ve su kısıtlıydı. Ama onun Rabbine olan güven ve ümidi sınırsızdı. Su ve yiyecekleri bitince Hz. Hatice imkansız gözükse de kurak çölde su aramaya başlamış. Safa ve Merve tepeleri arasında 7 sefer koşmuş ve tam 7 sefer koşmuş. O gücü yettiği kadar su bulmaya, bulamazsa bile sorumluluğunu yerine getirmeye çabalamış. Nihayetinde, düşmanlarının bile aleyhindeki çabalarının karşılığını veren Yüce Allah, Hz. Hacer'in de çabasını karşılıksız bırakmamış. Onao çölde elde edilmesi imkansız gibi gözüken suyu nasip etmiştir. Öyle bir samimiyetle aramış ki dünya var oldukça, bulduğu su akmaya devam edecektir. Bu günün Müslümanı da ihtiyacı olanı, samimiyetle Rabbinden dileyip, ararsa, dilediği-aradığı imkansız gibi gözükse bile O, ümitle ulaşmaya azmederse, hedefine doğru koşarsa, Allah biz Müslümanları, kavuşmamızın imkansız görüldüğü zaferlere, bizleri de ulaştıracaktır.
Özellikle, İmkansız gözüken hedeflere koşmada azimli, İslami davaya teslimiyette samimi olan bacılarımıza ihtiyacımız çoktur. Bu konuda azim ve teslimiyetle kendini İslam davasının hedeflerine fedakarca adayan bacılarımız, bu çağın Hacerleri olacaklardır.
Hz. İbrahim aleyhisselam arada yine gelip eşini ve çocuklarını ziyaret ediyormuş. Oğlu Hz. İsmail tam da işe yarayacak bir delikanlı olunca, Hz. İbrahim'den oğlunu, yani dünyalık olarak en değerli olanı kendisinden kurban etmesi istenmiş. O, bu durumu oğluna açmış. Babasından iman ve Allah'ın emirlerine teslimiyet dersini en güzel bir şekilde almış olan Hz. İsmail, tereddüt etmeden, babacığım, emir olunduğunuzu yerine getirin. Şüphesiz beni sabredenlerden bulacaksınız, demişlerdir.
Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail Allah'a olan İman ve Teslimiyetlerini ıspatlamışlardır. Allah yolunda kurban vermeye ve kurban olmaya hazır olduklarını göstermişlerdir. Bizler de acaba Allah yoluna İsmail'imiz her ne ise kurban vermeye ve kendimiz de Allah yoluna kurban olmaya gerçekten hazırmıyız? Şunu net olarak bilelim ki Allah yoluna Kurban olmadan, Kurban vermeden yada buna hazır olmayanın Allah'a kurbiyeti-yakınlığı elde etmesi imkansızdır. Zaten bayramda, hali vakti yerinde olanların Allah yolunda kesecekleri Kurban da bizlere bu mesajı vermektedir.
Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile Kabeyi yeniden inşa ederken, 'Rabbimiz bizden kabul buyur'(Bakara 127) diye dua ediyorlardı.
Müslüman yaptığı her işte Allah'ın kendisine yardım etmesi ve kendisinden hizmetini kabul etmesi için sürekli dua etmelidir. Dua, hem bize Allah katında bir değer oluştururken, hem de ibadetin ruhu mesabesinde, başlı başına esrarlı bir ibadettir. Kavli Dualarımız, fiili dualarımızı çepeçevre sarmalamalıdır.
Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail Kabe'de Hicr-i İsmail denilen yerde medfun oldukları rivayet edilmektedir. Hatta Hz. Peygamberimiz Hz. Aişe'ye, Kabe'ye girmek istersen burada namaz kıl, çünkü o Kabe'den bir parçadır(Titmizi, Nesai) demişlerdir. Bu durum ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur...Hasılı kelam, hacılar onların mezarlarını tavaf etmeden, hacı bile olamamaktadırlar. Belki de hacılar onların temsil ettiği İman ve Teslimiyet etrafında dönmektedirler. Müslüman Hz. Hacer ve Hz. İsmail gibi Allah'a bağlanıp, onun yanındaki değeri aramalıdır. Aradığı değeri de Rabbinin yanında bulacaktır. İşte zengin, soylu aile çocukları hatta melikler, sultanlar bile köle Hz. Hacer ve oğlunun etrafında döndürülmektedirler. İzzet ve şeref arayanlar bilsinler ki İzzet, Allah'ın, Resulünün ve onların yolunda giden Mü'minlerin yanındadır.
Allah azze ve celle Hz. İbrahimin son sekerat anını da şu şekilde nakletmektedir; İbrahim bunu kendi oğullarına da vasiyet etti... Ey oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. Siz de ancak Müslüman olarak ölün, dedi.(Bakara 132)
Evet ölecek insan için en değerli şey ne ise onu evlatlarına vasiyet eder. İşte Hz. İbrahim'in vasiyeti, oğullarına İslam dinini ve sadece Allah'a teslimiyeti vasiyet etmektedir. Acaba bizim babalarımız bize neyi vesiyet ettiler. Biz evlatlarımıza neyi vasiyet edeceğiz. İşte bu hususta da en güzel örnek en hayırlı insan Hz. İbrahim aleyhisselam, bizlere yol göstermişlerdir. Hidayet dini olan İslam'ı en büyük nimet bilmemiz ve ölmeden de çocuklarımıza Allah'a teslimiyet olan İslam'ı vasiyet etmemiz gerekir. Biz öldükten sonra evimizde İslam yaşanmayacaksa, biz öldükten sonra çocuklarımız İslam davasını sürdürmeyeceklerse, biz öldükten sonra evimizin kapısı İslam davasının kıymetli davetçilerine kapanacaksa, işte o zaman gerçekten ölmüş oluruz. Son olarak şunu belirtmeliyim ki hayatında İbrahimi bir duruş sergilemeyenler, hakiki manada Muhammedi yolu sürdüremezler...