Muhakkak ki ancak müminler kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının.(Hucurat 10)
Müminin mümine üç günden fazla küs durması helal değildir.(Hadis-i Şerif)
Mümin, mümin için parçaları birbirine geçmiş, muhkem bir bina gibidir. (Hadis-i Şerif)
Sizden biriniz, kendisi için istediği şeyi, Müslüman kardeşi için de istemedikçe, gerçek manada iman etmemiştir. (Hadis-i Şerif)
Kişi sevdiğinin dini üzeredir. Kişi sevdiğiyle beraber haşr olunur. (Hadis-i Şerif)
Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez…(Hadis-i Şerif)
İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de imam etmiş sayılmazsınız. (Hadis-i Şerif)
Sanırım, yukarıdaki ayet ve hadisler İslam dininde kardeşliğe gösterilen ehemmiyeti yeteri derecede izah etmektedirler. Allah'ın ve Resulullah'ın istediği doğrultuda gözde sahabeler, İslam kardeşliğini en güzel şekliyle kendi aralarında yaşamışlardır. Böylelikle hem Rablerinin kardeş olun emrini yerine getirerek, rızasına nail olmuşlar. Hem de Rableri, aralarında ihlas esaslı oluşturdukları kardeşlikten dolayı kendilerine büyük zaferleri, lütfundan nasip eylemiştir. Bu gün biz Müslümanlar gözde ashabı kendimize örnek alıp, Hz. Resulün hadislerini dinleyip, yara almış İslam kardeşliğini, tekrardan tüm topluma örnek olacak bir şekilde, öncelikle bu yazıyı okuyan bilinçli Müslümanlar olarak, kendi aramızda ihya etmeliyiz. Bu görev ve sorumluluk yerine getirmemiz elzem olan bir vazifedir. Özellikle ehli küfrün kendi dünyevi çıkarları için aleyhimize sergiledikleri düşmanlıktaki pervasızlıkları, bu uğurda birbirlerine karşı gösterdikleri ölümüne fedakarlık ve bağlılık, günümüz Müslümanlarının dikkatini çekmesi gereken bir husustur. Şu hakikat unutulmamalıdır ki Allah ve Resulünün emrettiği, kendi aramızdaki kardeşlik bağlarını tesis edip koruyamazsak, kutsallarımızı düşmanlarımızdan tek başımıza asla koruyamayacağız.
Bugün İslam'a düşman güçler öyle devleşmişler ki artık hiçbir Müslüman halk veya halkı Müslüman olan ülke, tek başına kendilerine karşı durup cephe açamıyor. Bilakis İslam düşmanları her gün yeni bir İslam beldesini işgal edip, Müslüman halkları perişan etmektedirler. İşte bu durum kendi aramızdaki çekişme, tefrika ve savaşlarımızdan dolayıdır. Tüm farklılıklarımıza rağmen İslam şemsiyesi altında bir araya gelemeyişimizdendir. Tüm Müslümanların bu hususta söylemde bir sıkıntısı gözükmüyor. Zaten bundan dolayı Allah kardeşlikle ilgili söylemlerimizi pratize edebilecekmiyiz? Diye bazımızı, bazımızla denemektedir. İşte bugün yakın coğrafyamızda Araplar, Farslar ve Türkler dindaşları ve kendileriyle aynı topraklarda yaşayan Müslüman Kürt halkıyla imtihan edilmektedirler. Araplar, Farslar ve Türk Müslümanlar eğer kendilerine hak gördüklerini, Müslüman kardeşleri olduklarını iddia ettikleri Kürtlere de hak görseler( ki şimdiye kadar görmemişler)İslam kardeşliği söylemlerinde samimiyetlerini hem Rablerine, hem de insanlığa karşı ispatlamış olacaklardır. Aynı şekilde Müslüman Kürtler de bahsettiğim Müslüman halkların, özellikle devletlerinin, kendilerine karşı tüm olumsuz siyaset, söylem ve tavırlarına rağmen, Müslüman olan Arap, Fars ve Türklere karşı kardeşlik duygularını kaybetmezseler ve onları Müslüman kardeşleri görmeye devam ederlerse, işte o zaman, onlarda bu imtihanlarını kaybetmemiş olacaklardır. Bu hususta umarım hiç bir Müslüman taraf imtihanı kaybetmez. Yoksa imtihanı kaybedenler, kanaatimce Rablerinin kendilerine verdiği nimetleri, imkanları ve gücü kaybedeceklerdir. Kazanan tarafın ise hem dünyası hem ahireti mamur olacaktır diye inanıyorum.
''Ahir zamanda nifak ve zındıka başına geçecek eşhası mudhişe-i muzırraları İslam'ın ve beşeriyetin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc-u merc eder. Koca Âlemi İslam'ı esaret altına alır.''
İşte bahsedilen ahir zamanda vuku bulacak hadise, bizim yaşadığımız bu zaman olsa gerek.
O yüzden özellikle bu zamanda, harici düşmanların zuhuru ve tahaccümünde, dahili düşmanlıkları unutmak ve bırakmak gerek.
Kardeşlik bağı Allah azze cellenin bizden gözetilmesini istediği önemli bağlardan biridir. Rabbimiz biz ehli imanı camiye, namaza, Hac'a hasılıkelam kendi yoluna, Müslümanlar arasına-cemaate karışarak hep birlikte davet etmektedir. Şuurlu Müslümanların farkında olduğu, İslam'a karşı sorumluluklarımız çok ağırdır. Ama o görev ve sorumluluğu yüklenmekte bir o kadar da şereflidir. O sorumluluklarımızı ve yükü omuzlamak için birliğimizi oluşturmalı ve korumalıyız. Bu hususta Üstad Said-i Kürdinin Uhuvvet Risalesinden istifade ederek konumuza devam edelim.
Düşmanlık ve sevgi aydınlık ve karanlık gibidir. İkisi bir arada olamazlar. Kardeşlerimize karşı besleyeceğimiz düşmanlık hisleri, gönüllerimizdeki iman aydınlığını karartabileceğini hesaba katmamız gerekmektedir.
Kardeşlerimizin fenalığına yalnızca acımamız lazımdır. Tahakkümle değil belki lütufla onların ıslahına çalışmamız gerekmektedir. Onlara değil, işledikleri fenalıklara kızmalıyız. Yüzlerine sevgiyle gülümseyip, onları kucaklamalıyız. Yine aziz dostun dediği gibi, ''Zaman sevgiyle kucaklamanın zamanıdır''. Bazı yapılar tehdit ve şantajla, bazıları da menfaat ve çıkar ile topluluklarını bir arada tutabilmektedirler. Ama ihlasla bir araya gelmiş, toplanmış Müslümanların, ancak sevgiyle bir arada kalabileceklerini, unutmamak lazımdır.
Şu önemli hususu da göz ardı etmemek gerekir ki maneviyat ve ubudiyet, Müslümana karşı düşmanlık ve inatla sarsılır ve vasıta-i necat olan İhlas'ta zayi olur. O yüzden kendi maneviyat ve ibadetlerimizin sarsılmaması, ibadetlerimizden aldığımız manevi hazzın devam etmesi ve ihlasımızın zayi olmaması için kardeşlerimize karşı asla düşmanca bir tavır içerisine girmemeli ve onlarla inatlaşmamalıyız. Aksine onlarla uyum içerisinde, yardımlaşın emri gereğince kardeşlerimize hayırlı hizmetlerde muavin-yardımcı olmalıyız. Birbirimizi Allah'ın razı olacağı, Hz. Peygamberin tavsiye edeceği şekilde sevmeliyiz. İşte o zaman bizi cennete götürebilecek hakiki manada bir imanı elde etmiş olacağız.
İhanet hariç, Mümin kardeşlerimizin Din ve İmanlarına nispeten işledikleri hata ve kusurlar küçük çakıl taşları mesabesindedir. Adi değersiz küçük çakıl taşlarını, Kabe'den değerli ve Uhud dağından büyük görmemek gerek. Çünkü müminin kalbindeki iman, Kabe kadar değerlidir. Kabul ettiği İslamiyet'te Uhud dağından daha büyüktür.
Mümine kin ve düşmanlık besleyen bir tür canilik yapıyor dersek, herhalde ağır konuşmamış oluruz. Nasıl ki bir gemi veya bir hanede katli vacip biri yüzünden, onlarca masumun canına kıymak canilikse, aynı şekilde onlarca ve yüzlerce masum sıfatı olan bir Müslümanı bir veya birkaç hatası veya kusurundan dolayı gözden çıkarmak, bir tür canilik değil midir?
Adalet nazarında; Müminde bulunan cani bir sıfat yüzünden, sair masum sıfatlarını mahkûm etmek, adalet değildir. Rahmanın adaleti biz kulları için de ölçü olmalıdır. Hesap günü terazide hayırları daha ağır veya günahlarıyla eşit olanların bile cennete layık görüldüğünü hemen, hemen duymayanımız yoktur. Öyleyse kardeşlerimizi değerlendirirken, ölçümüzün bu şeklide olması daha adilane olacaktır.
Her söylediğin hak olacak, fakat her hakkı söylemeye hakkın yoktur. Her dediğin doğru olsun, yalnız her doğruyu demek, doğru değildir. Zira herkesin niyeti istenen sevide halis olmaya bilir. Ondan dolayı nasihat bazen bazılarının damarına dokuna bilir. Bu da kendilerine faydadan çok zarar verir. Mümin müminin aynasıdır, lakin herkese senin nasihat etmeye de hakkın yoktur. O yüzden hikmetle kim, kimin üzerinde tesirli olacaksa, kim kimden kırılmayacaksa, nasihati onlara bırakmak da hikmettendir.
Cemaatim, Tarikatim haktır veya daha güzeldir demeğe hakkın var. Yalnız hak yalnız benim mesleğimdir, Cemaatimdir, Tarikatimdir, demeğe hakkın yoktur. Emperyalist güçler veya yerli işbirlikçileri olan karanlık şebekelerin hesabına çalışıp, Müslümanlara düşmanlık yapan İslami yapı görünümde olanlar hariç, derdi İslam'a hizmet olan tüm Müslüman yapılar haktır. Yalnız bazısı bazısından Hakk'a daha yakın olur.
Bazısı, ne yapayım benim fıtratımda düşmanlık yapmak vardır, ille de birilerine düşman olmam lazım diyorsa, kendisine; kalbindeki düşmanlığa düşmanlık et, dememiz lazım. En ziyade sana zarar veren nefsi emarene düşmanlık edip, ıslahına çalışmalısın. Yine de illaki bazı insanlara düşmanlık edeceksen, öyleyse düşmanın müminler olmasın. Düşmanlık yapacakların, kafirler, zındıklar ve mürtetler olsun, demeliyiz.
Unutulmamalı ki dostlarla uğraşmak, düşmanın çıkarınadır. Öyleyse Müslümanlar yaylarını ve oklarını, ehli imana düşman olanlar için gersinler. Hedeflerinde Müslüman kardeşleri olmasın.
Sana düşmanlık yapan Müslümanı, düşmanlığından vazgeçirmek istiyorsan, onun sana yaptığı fenalığa, sen iyilikle karşılık verir ve bu haline devam edersen, O, fenalığından vazgeçip, sana belki de candan bir dost olacaktır.
Müslümana kin ve düşmanlık besleyen kişi, aslında kendi nefsine elemli bir azap çektirir. Oysa cennet ehli birini görmek isteyen, şu kapıdan ilk girecek olana baksın, denilen sahabenin en önemli hasleti, hiçbir ehli imana kin ve haset beslememesiydi.
Haset edenin hasedi, haset beslediğinin dünyalığı için ise zaten dünyalık, kimsenin elinde ebedi kalmayacaktır. Hem dünyalığın faydası az, zahmeti çoktur.
Uhrevi meziyetlerde ise haset olmaz. Eğer onda bile haset varsa, o zaman haset eden riyakardır. Ahiret malını daha dünyadayken mahf eder.
Ya da haset ettiğini riyakar zanneder, haksızlık eder, zulmeder. Rabbin rahmetine itiraz eden, ondan mahrum kalır.
Bazen de Müslümanların birbirlerine farklı, farklı nedenlerden zararları ilişir. Öylesi bir durumda bile, mümin kardeşinden sana gelen fenalığı büsbütün ona hasrederek, onu mahkûm etmemek lazım. Kaderin, nefsin ve şeytanın payını ve kendi nefsimizde görmediğimiz kusuru da görüp, ona da bir hisse vermemiz gerekmektedir.
Allah için sevmeli, Allah için nefret etmeli, Allah için karar vermeli.
Müslüman kardeşlerimizin aleyhimizde duyduğumuz sözlerini ve aleyhimizde görünen hallerini sabırla hayra yormamız gerekmektedir. Mümin, mümine hüsnü zanla memurdur. Müslümanlara karşı iyi niyetimizi asla kaybetmememiz gerekmektedir. Hakikat yolunun rehberlerinden biri, ''Müminin paratoneri hüsnü zandır'' diyerek, hikmetli sözleriyle, rahatlamanın yolunun hüsnü zanda olduğunu göstermişlerdir.
Sevdiğimiz bir insanı neden seviyoruz? Sevmediğimiz birini neden sevmiyoruz? Özellikle şahıslar ile ilgili aldığımız kararlar ve ortaya koyduğumuz tavırlar Allah için mi? Sorularını kendimize sık, sık sormamız gerekmektedir.
Sevdiğimiz kardeşlerle bir araya geldiğimizde, Allah'ın razı olacağı hayrı, Allah yolunu sürdürmek için de sabrı birbirimize tavsiye etmeliyiz. Biz ve dostlarımız Allah resulünün belirttiği gibi, Allah'ı ve ahireti hatırlatmalı, konuştuğunda yanındakinin ilmini artırmak için konuşanlardan olmalıyız. Aksi halde bir araya geldiğimiz kardeşlerimiz ve dostlarımız, bahsettiğimiz şekilde kardeşler ve dostalar değillerse, onları hayır adına bizim etkilememiz gerekmektedir. Yoksa o tarz şahıslarla görüşme ve bir araya gelmelerin faydadan çok zararı olacaktır.
Birinden darılıp küsüp ayrılıyorsak, bu da Allah için olmalı, nefsimiz için olmamalı?
Yok, falan Müslüman bu camide, dernekte, partide, taziyede, düğünde olduğu için gelmiyorum demek, gerçekte Allah'ın razı olacağı bir karar, olmasa gerek. Falan Müslümanla olduğu için ben bu hayırlı işe gitmiyorum demekte, aynı şekilde yanlış bir düşüncedir. Hz. Ali'ye karşı savaşarak büyük fitnelere sebep olan Amr bin As gibi bir sahabe bile, kendisine sorumlu olarak yetki verilince, diğer sahabeler buna itiraz etmemiş. Yaptığı yanlışları Hz. Peygambere şikayet'te bulunmuşlar. Ama asla kendi içlerinde uyumsuzluk sergilememişler. Ben onunla olmam, çalışmam, gitmem, onun olduğu yerde ben bulunmam, dememişler.
Biri hakkında vereceğimiz karar, Allah'ın razı olacağı bir şekilde olmalıdır. Bu konuda Hz. Ali efendimizin savaş meydanında kılıcıyla vurup işini bitireceği müşriğin, kendisine tükürmesiyle yapacağı işe ara vermesi, bu hususta ibret alınacak bir olaydır.
Zamanın fitneleri kuşatıcı, zor ve sinsidir. Birbirimize destek vererek, sahip çıkarak, topluca karşı koymak ve korunmak görevimizdir.