Gün bitimine doğru, bütün ilçe durakları yolcularla doluydu. Mesai bitimindeki kargaşaya kalmak istemeyenler binecekleri araçları ararken, oturacak yer bulmak adına da acele ediyorlardı.Edremit durağının simsarlarından biri sağa sola emirler yağdırıyordu:
'Edremit Yeni Toki'ye gidecekler buraya!..'
'Haydi teyze acele et biraz, gidiyoruz.'
'Kaptan motoru çalıştır.'
Hacer Teyze'nin canı sıkkın olduğu halde gürültü patırtı arasında minibüse binmeye çalıştı. Emekli maaşını almak için çektiği zahmet yorgun bedenine göre fazlaydı.Elli yıldır kendini taşıyan dizleri gevşemeye başlamış, nerdeyse pes etme noktasına gelmişti. Artık adımlarını ağır atıyor, etrafındaki nesnelere tutunarak destek alıyordu.

Simsarın uyarıları eşliğinde, güç-bela içeri geçebildi. Ancakbütün koltuklar dolmuş, iki kişi de ayakta kalmıştı. Bunlardan biri de kendisiydi. Birkaç müşteri daha elde etmek için ağırdan kalkış yapan şoför,önüne bakmaktan ziyade, sağda solda yolcu var mı diye göz gezdiriyordu.

Birbirine saygısı olmayan sürücülerin gergin tavırları ve küfürlü konuşmaları arasında minibüs yol almaya başladı. Hacer Teyze, elinde yol ücreti ile ayakta durmuş, parayı uzatabilmek için fırsat kolluyordu. Onun gözleri şoförde, şoförün gözleri de müşteri peşindeydi. İki-üç dakika kadar böyle gittiler. Yanlarından rakip bir araç geçince şoför vites yükselterek gaza bastı. İleride binebilecek muhtemel yolcularını kaptırmak istemiyordu.
Az sonra, rakip aracı solladı. Öndeki durakta ısrarla el kaldıran yolcuları görür görmez,sevinçle kenara yanaştı. Hem aracı sollamak hem de yolcuları kaptırmamak, keyfini yerine getirmeye yetmişti. Otomatik kapının butonuna basarken bir yandan da sigarasını yaktı. Bu duraksama esnasında Hacer Teyze,yol ücreti ödeme fırsatını buldu ve ödedi.
Para işi hallolduğuna göre geçip oturabilirdi.

O, boş yer var mı diye göz gezdirirken şoför ısrarla dikiz aynasından bağırıyordu, 'Ayaktakiler, şöyle arkaya doğru geçin, orada boş yer var. Gelenlere yol açın!' Yol boyunca her durakta aynı sözün tekrarına alışmıştı yolcular. Sanki düğün salonuna konuk alır gibi sürekli 'İlerleyin, arkaya geçin' diyordu. Herhalde onun gözünde arka taraf hiç dolmuyordu.
Kadınlı erkekli sıkıştılar çaresiz. İnsan onuruna yakışmayan bu manzara kaptanın umurunda değildi.

Yolcuların selameti, rahatı ve güvenliği bir yana, kelle başı alacağı paranın derdindeydi o. Hareketlerinde bunu anlamak mümkündü.
Neyse, Hacer Teyze ayaklarını sürüyerek iki koltuk ilerleyebildi.

Hizasına geldiğikoltukta üç liseli genç kız yan yana oturmuş, başlarını ellerindeki telefonlara gömmüşlerdi.Teyze yanı başlarında durunca, bir an göz göze geldiler. Kadıncağız tüm iyi niyetiyle, kızlardan birinin kendine yer vermesini bekledi. Ancak kızlar, hemen bakışlarını teyzenin yüzünden kaçırıpellerindeki telefonları tekrar kurcalamaya daldılar.
Kızların tavrı kendini çok incitti.

Kırgın duygularla olanları anlamaya çalışırken ön taraftaki kaba ve cırtlak ses tekrar kendini uyarıyordu, 'Abla ilerler misin, yolcular dışarda kaldı.'
Çarşıya çıktığından beri insanlardan gördüğü muameleden ve karşılaştığı nahoş tavırlardan dolayı zaten iç dünyası allak bulak olmuştu teyzenin. Şoförün sesi, isyan ve üzüntüsünün tuzu biberi oldu. Gün boyu biriken öfkesi,tahammül sınırları aşarak sabır bardağını taşırdı.

Mutlaka cevap vermek gerekiyordu, o da öyle yaptı:
'Daha niregidem oğlum, az daha gitsem arkakapidandişarıçikarım. Yeter da! Gördüğünü almak zorunda mısın? Eşya gibi üst üste biriktirisen bizi…'

Şoförün nefret dolu bakışı ve yanı başında oturan üç genç kızın onun yerli şivesine alaylı gülüşleri birbirini takip etti. Sesli gülen kızlara öylece bakakaldı teyze. O an, üst üste gelen bütün aksaklıklar, kızların tavırları yanında teferruat kaldı. Teyzenin başından kaynar sular döküledursun, ellerinde telefon, kulaklarında kulaklık, ağızlarında sakız birbirlerine bakıp bakıp gülüşmeye devam ediyordu kızlar. Onlara bir çift söz söylemek istediyse de hemen vazgeçti.

Lakin duygularını dillendirebilmesi, üç beş kelimelik iş değildi. Ağzını açsa, kim bilir ne kadar çok şey söylerdi. Demek isteyip de diyemediği her şeyin yerine sesli olarak 'la havle' çekmekle yetindi.
Birbirlerine mesajlar gösterip tuhaf hareketler yapan kızlara bakakalan Hacer Teyze, yüzündeki acılı tebessümle kendi iç aleminde yine kendiyle konuşmaya daldı:
'Vay yalan dünya, ne günlere kaldık be? Geleceğimiz, kendine ve başkasına zerre miskal saygısı olmayan bu gençlere kaldı demek.

Çok yazık! Üstelik bu gençler ev idare edecek, kocaya eş olacak ve çocuk yetiştirecekler. Biz ki anne-babamızın yanında bile yüksek sesle gülmezdik. Bizden yaşça küçük olsa da bir erkek geçtiğinde ayağa kalkar terbiyemizi takınırdık. Evleninceye kadar, bize eşimiz olacak kişiyle görüşmezdik. Ya şimdikiler? Aman Allah'ım, nedir gençliğin bu hali?Her birinin telefonunda kim bilir kaç yabancı erkeğin numarası var…
Biz onları bilgi ve kültür edinsinler diye okula gönderiyoruz ama onlar evde verdiklerimizi de kaybetmişler. Uluorta edepsizlik diz boyu, bencillik tavan yapmış. İçinde yaşadığı kültüre rağmen büyüklerini küçümsemek neyin nesi oluyor?'
Yol boyunca dalıp gitti kadın.Genç erkeklerin kılık kıyafetleri, saç tıraşları bir acayip. Çoluk çocuğun elinde sigara, küçük büyük farkı kalmamış. Kızların ellerinde telefon, kulaklarında kulaklık, ağızlarında sakız, dillerinde yerli yersiz kahkahalar… Düşünceleri derinleştikçe bedeni gibi beyni de yoruldu Hacer Teyze'nin. Aslında sadece gençlerde değil, toplumun genelinde vardı benzer sorunlar. İş yerlerinde, sokaklarda, caddelerde…

Hemen her yerde saygının emareleri silinmiş, fedakarlık, doğruluk ve büsbütün insanlık kaybolmaya yüz tutmuştu. Esnafı, şoförü, memuru fark etmeksizin, toplumuninançsal değerlere olan hassasiyetleri aşınmış, herkeste vurdumduymazlık, her yerde nemelazımcılık tavırları almış başını gidiyor.

Yol bittiğinde Hacer Teyze de bitmişti. Bedeni mi daha çok yorgundu yoksa beyni mi, kestiremedi. Bir an önce evine, kimsenin müdahale edemediği sıcak yuvasına ulaşmak ve dinlenmek istiyordu. Araçtan indiğinde ağırlık yapacak bir şey yoktu elinde. Yine de altında ezildiği manevi bir yükle oturduğu binaya doğru küçük adımlarla yürüyüp gitti. İçi hala huzursuz olsa da yol çilesi bitmişti.