Atasözlerinin belli birikim ve tecrübelerden sonra ortaya çıktığını biliyoruz. O kadar güçlü birer tecrübe ile sabit olmuşlardır ki her birinin manasıadeta birer hakikattir.
Başlıkta kullandığım atasözünün bütünü şöyledir: 'Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.' Her ne kadar söyleyeni Ziya Paşa olsa da kullanım alanında atasözü olarak geçiyor.

Neyse,anlatacağım konuyu özetleyen atasözü bu. Mana olarak, kişinin söylediklerinin değil icraatlarının önemli ve geçerli olduğunu anlatır.Kısaca, insanı yaptıklarına göre değerlendirmek gerektiğini söyler. Aslında pek çok şeyi tek başına ne kadar güzel anlatıyor, değil mi?

İnsanın konuşarak yahut yazarak uzun uzadıya ifade edebileceği malumatı bir kerede ve en güçlü biçimde anlatan bu özlü sözlere hep itimat etmişizdir. Öyle ki, çoğu kez bizzat hayatımızla tecrübe ederiz onları.

Asıl konuya gelirsek, günümüz insanını tanımak için yaptıklarına şöyle bir göz atmamız yeterlidir. Hep 'ben… ben… ben… en iyisini ben yaparım' diyenlere bakınız. Söylemleri ile eylemleri arasındaki farkı görmemek mümkün değil.Sözü esirgemeden söyleyenlerin neticede söylediklerinin ağırlığı altında ezilip büzüldüğünü çok görüyoruz. Yani bol keseden atanların cirit attığı yerde, hayat kalitesinin nasıl düştüğüne canlı örneklerle şahidiz. Durum böyleyken,en net gördüğüm manzara, insan kalitesinin çok düşmüş olmasıdır.

Yeryüzünün nizam ve intizamın bozulmasının yegane sebebi insandır. Çünkü insanın kalitesi düşünce doğal olarak yaptığı işin de kalitesi düşüyor. Gün geçmiyor ki sözünü tutmayan, güven duygularını zedeleyen, yalan uyduran, tabiata zarar veren kişilerle karşılaşmayalım. Çevremizde böyle tipler çoğaldı. İş ehlinin elinden çıkalı bir hayli zaman oldu.

Mesela Van genelinde yapılan TOKİ konutlarına bakın. Hemen hepsinin yeraltı tesisatlarında, çatı kısımlarında yahut ödeme şekillerinde sorun var. Şehir içi taşımacılık, ticaret yapan esnafın ahlakı, devlet dairelerindeki memurların tutumu… Hepsinde aynı sorun! Kaba davranmak, kandırmak, yalan söylemek, işi savsaklamak sıradan bir hal almış. Kimse yaptıklarının yanlış olduğunu kabul etmiyor. Dahası, muhataba aykırı davranmak ve oyuna getirip kandırmak meziyetten sayılır olmuş. Edepten, hayadan, sözün erliğinden emare kalmamış.

Oysa iman etmiş toplumların bireyleri işlerini yaparken, kar-zarar hesabından çok işin sevap-günah kısmına dikkat etmişledir. Örneklik açısından düşünün bir kere, Mimar Sinan'ın yaklaşık 500 yıl önce yaptığı yüzlerce eser hala dimdik ayakta. İhlas ve samimiyet ile yapılan mezkûr eserler savaş, deprem, işgal, yangın gibi birçok felaket görmesine rağmen yıkılıp gitmediler. O günün teknolojik şartlarına rağmen sağlamlık açısından bugünün yapılarına bin çekerler.

Ülkemiz baştanbaşa tarihi eserlerle dolu. Nice kaleler, kervansaraylar, hanlar-hamamlar; nice çeşmeler, bentler, kanallar, surlar sapasağlam yerlerinde duruyorlar. Şimdi bir onlara bakın bir de TOKİ'lerde yapılan camilere! Altı farklı camide namaz kıldım ve hepsinin de çatıları içeri damlıyordu. Üstelik bugünün şartlarında, bugünün teknoloji ve imkanlarıyla yapılmışlar…

Demek ki asıl kalite eldeki malzemede değil, sağlam karakter sahibi bireylerin özündedir. Allah'ın kendine lütfettiği değeri koruyan, iradesiyle iyi işleri seçip yapan şahısların işleri de sağlam ve kaliteli olur. Bin yıllara dayanabilmenin sırrı buradan gelir.

Üç-beş seneye dayanamayan yapılar, şüpheye sevk eden hareketler olsa olsa fıtratına aykırı düşmüş kişiliklerin dışa yansımasıdır. Zaten atasözümüz de öyle demiyor muydu?
O halde bireyleri eğiterek tolumu, toplumu düzelterek hayatı yeniden inşa etmeliyiz. Aksi halde aynı şikayetler devam edip gider. Hukuktan sanata, siyasetten ticarete… Hemen her alanda dip seviyeyi gösteren görüntülerden kurtulmalıyız. İş hem çok hem de zor. Ama bir yerden başlamak gerekir. O yer de şahsımız ta kendisidir!..