Yılbaşı denince birilerinin aklına gayri
İslami ve gayri insani eğlenceler gelebilir. İnsanların bir kısmı yılbaşını
sadece yeni bir yıla girildiği için çeşitli eğlence ve programlar düzenleyip,
materyalist düşünce ile hemcinsinin emeklerini sömürebilir. İnsanların bir
kısmı da yılbaşını Hz. İsa aleyhi selamın doğum günü olarak kutlayabilir.
Miladi takvimin başlangıcı Hz. İsa
peygamberin doğum günü olan Miladi 1 Ocak 1. Yıl olarak Hristiyan dünyası
tarafından kabul edilmiştir. Buna da yılbaşı denilmiştir. Yani her yıl 1
Ocak’ta yılbaşı kutlamaları yapılmaktadır. İşin kabul edilemez tarafı da yılbaşı
kutlamaları içki ve gayri meşru eğlenceler ile, piyango adı altında kumar ve
çeşitli sömürü programlarıyla yapılmasıdır. Çok daha üzücü olanı da Müslüman dünyasında
bu çerçevede yılbaşının kutlanmasıdır. Yılbaşı gelince sarhoşlar lehine ayrıca
önlemler alınmakta, bir nevi asayiş ekipleri ve sağlık görevlileri hazır kıta
beklemektedirler.
Müslüman bir
ülkede, gayrimeşru yılbaşı etkinlikleri ve sonrasındaki basına düşen rezil
görüntüler her sene tekrar ededursun devamında mağdur olan yine Müslüman
halktır. Siz camilerde istediğiniz kadar yılbaşının İslam’da yerinin
olmadığını, içkinin bütün kötülüklerin anası olduğunu anlatın bu fayda
etmeyecektir. Madem ki diyanet kurumu yılbaşını caiz görmüyor ve bu kurum
devletin resmi kurumudur, mutlaka bu gayri İslami etkinliklere bir kısıtlama
getirilmelidir. Hele içki onca aileyi dağıtıyorken, milli piyango milyonlarca
insanı mağdur ediyorken ve tüm bunlar biliniyor iken niye daha bu haramlara
izin verilmektedir?
Müslümana düşen, illa ki bir şey yapmak
gerekirse tefekkür etmesidir;“Ömrümüzden bir yıl daha geçti. Rabbimizi razı
etmek ve ona hakkıyla ibadet etmek adına geçen yılımızı nasıl geçirdik ve
gelecek yılımızı da nasıl geçirmeliyiz? Bugüne kadar nasıl yaşadık, bugünden
sonra nasıl yaşamalıyız? Geçen yıllarımız bizlere ne kattı, bizlerden ne aldı,
gelecek yıl veya yıllar bizlere ne verip, neyi katmalıdır?” Üstat
Bediüzzaman’ın üzerinde uzunca tefekkür etmeye değer güzel bir sözü var “Acaba
sırf dünya için yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?” bu ve
benzeri soruları kendimize sormak gerekmez mi?
Evet yıllarımız geçiyor. Hem de suyun
hızlıca akması misali yılları deviriyoruz. Geçen her yıl bize verilen ömür
sermayesinden gitmektedir. Şayet bizler hakkıyla tefekkür ederek yıllarımızı
ibadet ile ve taat ile geçiriyorsak, hayır ve hasenatlarda bulunuyorsak,
ibadetlerimizi ihlas ile yapıyorsak Allah’ın izniyle bizler Allah’ın rızasına
ulaşan kişilerdeniz. Şayet bize verilen ömür sermayesini düşünmeksizin boş ve
faydasız işlerle harcıyorsak, ibadetlerimizi yerine getirmiyorsak, hayır ve
hasenatlarda bulunmuyorsak o zaman bizler müflis tüccar gibi “elimiz boş,
elde var sıfır” şeklinde ömrümüzü geçireceğiz. Bu da büyük bir hasret ve
hasarettir.
Dünya sayılı yıllardan ibarettir. Ne kadar
yaşarsak yaşayalım, bu günlerimiz mutlaka bir gün sona erecektir. Ahiret ise
ebedidir. Orada sayılı günler yoktur. Orada emeğin karşılığını görmek vardır,
orada dünyada ektiklerimizi biçme vardır, orada kimisine ebedi azap, kimisine
de ebedi saadet vardır. Orada hiç kimse zerre miktarınca haksızlığa uğratılmaz.
Herkes mutlaka yaptıklarının karşılığını önünde bulacaktır. Ebedi saadetleri
barındıran cennetler varken, ebedi azabı barındıran cehennem misal küfrün
bataklıklarında kısa bir hayatın geçici zevklerine değer mi?
İşte yeni bir yıla daha girmekteyiz. Belki
bazılarımız bu yılı görür, bazılarımız da görmez. Bize verilen zamanı
ibadetlerle ziynetlendirelim, bize verilen ömür sermayesini peygamberimizin
sünnetiyle güzelleştirelim, bize verilen bu sayılı günleri, Allah’ın emirlerini
yerine getirerek ebedileştirelim.
Girdiğimiz bu yeni yılın başlangıcını, içki,
kumar vs. haram ve kötülüklerle kirletmeyelim. Önümüzdeki yılı bir fırsat
bilerek salih amellere yönelerek Allah’ın rızasına ulaşalım