İlk misafirlerini ağırlıyordu dünya. Başlangıç noktasında olan insanoğlu henüz kimseyi kaybetmemiş, dolayısıyla hiç mezar kazılmamıştı. Dağlar, vadiler, ovalar, uçsuz bucaksız ormanlar… Tümüyle bakirdi yeryüzü. Nimetlerle donanmış bu gezgende bütün canlılar hallerinden memnundu. Biri hariç. O canlı türü insandı. Üstelik Allah tarafından kendisine bahşedilen ayırıcı özellikleriyle türlerin en donanımlısıydı.
Tasviri fazla sevmem, gelin olay anına gidip oradan başlayalım.
Kardeşini öldürmek niyetindeydi Kabil. Kararını çoktan vermişti, uygun zamanı bekliyordu. Öyle kolay söylediğime bakmayın, son derece korkunç bir o kadar da zor iş olacaktı. Ne de olsa planlanmış ilk cinayet olarak insanlık tarihine geçecekti.
Sonunda beklediği gün gelmişti. Ne olursa olsun yapacaktı bunu. Peşine düştü Habil’in. Onu bulduğu yerde kıyacaktı canına. Nerde olduğunu bildiği için araması uzun sürmedi, onu hayvanları otlatırken buldu. Yanına varıp doğrudan konuya girdi. Nefret doluydu bakışları. Kalbini zehirleyen kin ağzından taşmış, gözünü kan bürümüştü. Soğuk bir se tonuyla, “Seni öldüreceğim.” dedi.
Habil, kardeşinin son derece ciddi olduğunun farkındaydı. Nitekim kurbanlarını sundukları günden beri Kabil’in giderek nasıl değiştiğini gözlemlemişti. Biraz sonra olacakları bilmesine rağmen metanetini korudu ve kardeşine son cümlelerini söyledi: “Öldürmek için geldiğini biliyorum. Bana el kaldırdığında, sana karşılık vermeyeceğim, çünkü ben Rabbimden korkarım. Şunu bilmeni isterim ki, canıma kıyarsan cehennem ehlinden olursun.”
Söz bitmiş, ecel yaklaşmıştı. Toprağa ilk kardeş kanı dökülmek üzereydi. Etrafına göz gezdirdi Kabil. Şimşek hızıyla az ötede duran taşı aldı eline, var gücüyle kardeşinin kafasına vurdu. An içinde başlayıp bitti saldırı. Kabil’in yüreğini kaynatan nefret, o öldürücü darbenin ardından hiç olmamış gibi kayboldu. Kâbustan uyanırcasına kendine geldi, ancak olan olmuştu. Yere düşen ilk kan damlaları, dünyada yaşanacak kötülüklerin mayası oldu. Elinde tuttuğu taş avuçlarından kayıp yere düştü.
O kanlı taş;
İlk tanık
İlk suç aleti
İlk savaş aracı
İlk kan akıtan cisimdi.
Başı yarıldı Habil’in. Saçlarından yanaklarına doğru kanlar süzüldü. Şeytanın fısıltıları hariç, sustu bütün sesler. Gözleri karardı. Git gide bulanıklaşıp küçüldü dünya. Çözüldü diz bağları. Dengesini yitirdi. Ruh, bilinç, can, güç… Ne varsa, kafatasındaki kırıktan çıkıp gitti o an. Ilık damlalarla birlikte kuru bedeni de düştü toprağa.
Habil;
İlk kurban
İlk mazlum
İlk öldürülen
İlk mezara giren
İlk dünyayı terk eden oldu.
Sebep neydi hatırlayalım:
Kabil tarımla, kardeşi Habil ise hayvancılıkla uğraşıyordu. İkisinin de işleri iyiydi. Uçsuz bucaksız topraklar üzerinde emek sarf ederken sınavları başlamıştı. İlk sınama vakti geldiğinde Allah kendilerinden emek verdikleri ürünlerden kurban sunmalarını istedi. Habil sürüdeki en güzel, en semiz hayvanı seçip Allah rızası için kurban etti. Bu ilk kurbandı, ilk kabul görendi, ilk temsildi. O, Rabbinden gereği gibi korkan biriydi çünkü. Kuşlar kurtlar yediler ondan.
Kabil ise yetiştirdiği sebze ve meyvelerin içinden çürümüşlerini seçip sundu. Emeğine kıyamadı. “Neden yetiştirdiğim ürünlerin en iyilerini vereyim ki?” diyerek kendini nimetin asıl sahibi sandı. Kurbanı kabul görmedi. Hayvanlar ondan yemediler. Çünkü bencilliğiyle kendine bunca nimeti veren Rabbine karşı nankörlük yapmıştı. Haliyle kardeşine göre geri plana düşmüştü. Bu yüzden Kabil, Habil’i kıskandı. “O olmasaydı kurbanım kabul olurdu.” diye öfkelenmiş, içinde biriken intikam duygusunu kardeşine yöneltmişti. Fırsat kollayan Şeytan, onu saptırmak için damarlarında kan gibi dolaşmıştı. Kan döktürme niyetindeydi. Emeline ulaşmak için çabalamıştı soluksuz! Sağından-solundan, önünden-ardından, altından-üstünden… Bulabildiği her boşluktan nefsine sokulup öfkesini körüklemişti. Şerrin zehrini damla damla zerk etmişti Kabil’in kalbine. Ta ki patlamaya hazır bir volkana dönüştürene dek! Bir an önce işini bitir, yoksa sana bu dünyada rahat yok diyordu Kabil’e. Ya öbür dünya ne olacak, dediğinde ise ona daha çok zaman var, önce bu dünyanı kurtar hem sen peygamber çocuğusun affedilirsin diyordu şeytan. Nihayetinde onun nefsine, kardeşini öldürmeyi güzel gösterdi. O da yeryüzünde ilk kanı döken kişi olarak tarihe geçti.
Kabil;
İlk katil
İlk sürgün
İlk kan döken
İlk mezar kazan
İlk cinayeti işleyen
İlk kaybeden kişi oldu.
Pişmanlık duyması çok uzun sürmedi. Yerdeki cesedi ne yapacağını bilemedi de toprağa gömme işini bir kargadan öğrendikten sonra o pişmanlığı daha da arttı. Bütün yeryüzü bir anda kendine dar gelmeye başladı. O ana kadar etrafında dört dönen şeytan bile cinayetin ardından sırra kadem basmıştı. Yalnız, yapayalnızdı. Artık eve geri dönemezdi. Anne babasının huzuruna çıkacak yüzü kalmamıştı. Altından geçtiği ağaçlar, yamaçlara tutunmuş kayalıklar, göğe doğru kanat açmış kuşlar, yukarıdan kendine bakan güneş ve diğer varlıkların hepsi birden “Katilll… Katilll… Katilll…” diye bağırıyorlardı. Kafasının içinde yankılanan sesten çıldıracak gibiydi. Neye dokunsa, lanet okuyordu kendine. Omuzlarında cinayetin ağırlığı, yüreğinde kahredici bir kederle; aldı başını düştü rotasını bilmediği yollara. Toprağa iz bırakan ilk yolu da yine o açmış oldu.
Şeytan ikinci zaferini elde etmekten mutluydu. Zira daha önce yeminler ederek anne-babasını da kandırmıştı. Kim miydi babası?
İlk insandı
İlk erkekti
İlk babaydı
İlk eş olandı
İlk sınanandı
İlk hata edendi
İlk duayı edendi
İlk peygamberdi
İlk tövbe edendi
İlk katil babası olandı
İlk maktul babası olandı
İlk dünyayı gören kişiydi
İlk ümmet sahibi olan elçiydi
Ve bütün ilklerin ilkini yaşayandı. O, insanlık âleminin babası Âdem aleyhisselam’dı.
Peki, şeytan ilk atamızı nasıl kandırmıştı? Şimdi beraberce, cennetten yeryüzüne intikalin kıssasını, kutsal kitabımızın A’raf suresinden okuyalım:
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin, dilediğiniz yerden yiyin, ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Şeytan, kendilerine kapalı olan avret yerlerini göstermek için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbiniz, ancak melek olmayasınız veya ebedi kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağaçtan men etti.’ Ve onlara: ‘Gerçekten ben size nasihat edenlerdenim’ diye yemin etti. Böylece onları hile ile düşürdü. Ağacı(n meyvesini) tattıkları zaman, avret yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: ‘Sizi bu ağaçtan alıkoymadım mı ve şeytan sizin apaçık düşmanınızdır, demedim mi?’ diye seslendi. (Âdem ile Havva) dediler ki: ‘Rabbimiz! (Biz) nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz.’ (Allah) buyurdu ki: ‘Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir zamana kadar bir yerleşme ve bir faydalanma vardır.’ Buyurdu ki: ‘Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız.’ Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek bir giysi ve (sizin için) süs olacak bir elbise indirdik. Ve bir de takva elbisesi… Ki bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki düşünüp ibret alırlar. Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne-babanıza ayıp yerlerini göstermek için elbiselerini soyup onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de fitneye düşürmesin (aldatmasın)! Çünkü o ve kabilesi yandaşları sizi, kendilerini görmeyeceğiniz cihetten görürler. Şüphesiz biz şeytanları, iman etmeyenlere dost kıldık.”
(A’râf/19-27)
Ayrıca, (Bakara/35-39 ile Tâhâ/ 115-123) ayetlerinde de aynı kıssanın farklı anlatımları vardır.
Ha, unutmadan; anlatmaya çalıştığım iki kardeşin kıssası, kutsal kitabımızda yer aldığı şekliyle şöyle:
“Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. –Kurbanı kabul edilmeyen-, ‘seni öldüreceğim’ demişti. O da, Allah sadece muttaki olanlardan kabul eder. Andolsun sen beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben âlemlerin rabbinden korkarım. Ben dilerim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin. Ve cehennem halkından olasın. Zalimlerin cezası budur.’ dedi. Nefsi kendisini kardeşini öldürmeye yöneltti. Ve nihayet onu öldürdü; böylece ziyana uğrayanlardan oldu. O anda Allah bir karga gönderdi. Karga ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeliyordu. ‘Yazık bana, şu karga kadar bile olmaktan, kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim!’ dedi; sonunda da pişmanlık duyanlardan oldu.” (el-Mâide 5/27-31).
Evet, okuyucu kardeşim; öncesini merak ettiysen, açıp Kur’an’a bakmalısın. Orada Hz. Âdem’in yaradılış aşamalarından da bahseder. Mahşer gününe kadar sürecek olan imtihan sürecine dair uyarılar, emirler, yasaklar, örnek kıssalar ve daha nice şeyler… Hepsi orada ve bizim tarafımızdan okunmayı bekliyor. Onu okuyanı; o, başka bir insan yapar!