Kelepçeliydi bileklerim. Kollarıma giren iki polisin arasında çocuk gibi kalmıştım. Binaya girerken önüme eğikti başım. Ne düşündüğümü hatırlamıyorum. İnsanca kalabilen tek tarafım, kalıbımdı. Ruhsuz, renksiz ve cansız bir kalıp!

Merdivenin başında sendeledim. Düşmeyeyim diye daha sıkı kavradılar kollarımı. Tutmasalar ne olacaktı sanki. En fazla dizlerim acırdı o kadar. Biraz ovaladı mıydım, geçerdi şüphesiz. Hâlbuki kanunları ayaklarıma dolayıp kırk beş yıldır zorlukla üst üste koyduğum yıllardan düşürdüler ve elimden tutan da yok! Hatta ölümcül bir düşüş olması için bütün kolaylıklar sağlandı ya, neyse!

Geri kalan basamaklardan sürüklenerek çıkarıldım. Kolalarımı kavrayan ellerin etlerime batması bir nevi sendelemenin cezasıydı.

Yürü, dediler yürüdüm; dur, dediler durdum. Kaç kapıya baktık, kaç koridoru yürüdük bilmiyorum.

İlanihaye, hâkimin karşısındaydım. Hâkim Bey, önündeki dosyadan başını kaldırıp bakışlarını lütfetti. Küçümseyici, suçlayıcı, eziciydi yüzündeki ifade.

“Suçunu biliyorsun, değil mi?”

“Evet Hâkim Bey, biliyorum.”

“Devlet büyüklerine hakaret suçuna istinaden ceza alacaksın. Bunu da biliyorsundur herhalde!”

“ Evet, onu da biliyorum.”

“ Pek ukala birine benzemiyorsun, nedir bu pervasızlık?”

“Çaresizim de ondan!”

“ Nasıl yani?”

“Efendim çocuğumu, sokakta uyuşturucu kullanan gençlere takıldığı için azarladım. Karşılık verme nezaketsizliğinde bulundu. Zamane gençleri işte. Bir iki patakladım, edebini alsın diye. Nereden bilecektim ki beni şikâyet edecek!

Kolluk kuvvetleri eşliğinde değişik insanlar geldi. Birtakım sorgu sualden sonra çocuğu alıp gittiler. Güya çocuğa şiddet uygulamışım, böyle bir hakkım yokmuş da çocuğum bile olsa karışamazmışım da özgürmüş de daha neler neler!

Peki, dışarıda bekleyen tehlikelerden onları kim nasıl koruyacak. Gençlerimizin cesetlerini çöp konteynerlerinden, sokak aralarından, park köşelerinden toplamak yetmedi mi Hâkim Bey? Bir şefkat tokadı mı daha kötü yoksa tehlikeli sularda çocukları savunmasız bırakmak mı? Evlatlarımız kötülere yem olmasın artık! Hem be…”

“Sonra ne oldu?”

“Onu gözetim altında tutacakları bir yere götürdüler. Benden korumak içinmiş meğer. Hâkim Bey, ben babayım, hem sever hem döverim. Hepsi onun iyiliği için. Siz de çocuklarınıza kızmaz mısınız?”

(…)

“Devam eden günlerde evdeki çoluk çocuk hanımla birlik olup beni suçladılar. Resmi birtakım iş ve işlemler yüzünden bir hafta boyunca iş yerine gidemedim. Sonraki hafta işten çıkarıldığımı üzüntüyle öğrendim. Fabrika işi bu, ihmale gelmezmiş.

Geçen gün evde aynı mevzu üzere tartıştık yine. Komşular rahatsız olmuş bağırıp çağırmalarımızdan. Öfkeli halimle birkaç kelime çıkmış ağzımdan. Döverim, kırarım gibi… Hemen ertesi gün, iyi niyetli(!) komşuların desteğiyle eşim uzaklaştırma kararı aldırdı. Koca şehirde nereye giderim, nerde kalır, nasıl geçinirim. Bilemedim ki!

Ne dostum var dert dinleyecek, ne de akrabam var kol kanat gerecek. Halden anlayacak insan kalmadı Hâkim Bey! İki haftadır etrafta sefilce bir yaşam sürmekteyim. Malumunuz, havalar soğuk, kalacak yer için de para lazım. Elde avuçta ne varsa nafaka bedeli için evdekilere bıraktım. Her şeyimi verdiğim, sığınağım olan evime gidemiyorum şimdi.

Kuytu köşelerde parasız pulsuz şekilde sürünmek istemedim. Birkaç geceyi birlikte geçirdiğim sokak tayfasının “Hapse gir, kurtul!” fikri en akıllıca tavsiye gibi geldi bana. Sor soruştur, arkadaşların dediğine göre en hızlı şekilde içeri girmenin yolu devlet büyüklerine saygısızlık yapmakmış. Ben de onu yaptım.

Hani hırsızlık yapmayı da düşündüm. Ama hırsızları pek tutuklamıyorlar. Cinayet işi bana göre değildi. Siyasi ve politik suçların cezası ise çekilecek gibi değildi. İçlerinde en mantıklısı devlet büyüklerine hakaret içerikli sözler söylemekti. Hemen alıveriyorlarmış. Nitekim öyle oldu.

Yani Hâkim Bey, çocuğumun iyiliği için kızdım diye kendisinden, evimden, eşimden ve işimden oldum. Sizin vereceğiniz kararla birazdan özgürlüğümden de olacağım. Sizce de iki tokat için bu kadar ceza fazla değil mi?”

Hâkim Beyin, “Evet, vallahi fazla. Hem de çok…” diye içinden geçirdiğini hissettim. Ancak bulunduğu makama kolay gelmemişti. Vicdanının sesini dinlemenin sırası değildi. İç sesini bastırmanın işreti olarak öksürdü ve ilgili kanunun içeriğini okumaya başladı.

“İlgili kanunun a) bendinin c) fırkasına göre…” ile başlayan upuzun bir paragrafı adeta nefes almadan dinledim. Hepsini anladım diyemem. Ancak cümlelerin birinde geçen şu ibareyi gayet iyi anladım: “Devlet büyüklerine hakaret suçundan altı ay hapis, suçun tekrarı halinde altı ayın iki yıla tamamlanmasına…”

Kararı okuduktan sonra arkasına yaslanıp kravatını gevşetti. Göz göze gelemedik. Yüzümde nasıl bir ifade belirdi bilmiyorum. Ancak Hâkim Bey son derece gergin, moralsiz ve üzgündü. Ağzında gevelediği birkaç küfürlü cümleyi birilerine savurdu. Bana mı, kanunları yapanlara mı yoksa devlet büyüklerine mi kızdı, anlayamadım.

Mahkeme bitmiştir, ikazıyla hapishanenin pardon, kalacağım yeni evimin yolunu tuttum. Böylece çocuğumu, eşimi ve komşularımı benden kurtarmış oldular! Güya aile için en âlâ hizmetti bu(!)