Ormanın birinde mutsuz bir ağaç vardı. Komşularına göre bulunduğu yerin toprağı verimsizdi. İyi beslenemediği için yaprakları yok denenecek kadar az, gövdesi de kurumuş gibi cılızdı. Geniş yapraklı, uzun boylu ağaçlar her gün akşama kadar kendilerini övüp yapraksız ağaçla dalga geçerlerdi. O, kimseyi kıskanmıyordu ama övünülecek bir yönü de yoktu. Bütün derdi hayatta kalmak, biraz daha yaşamaktı. Zaten birkaç kez köylülerce kesilmekten zor kurtulmuştu. Çünkü köylüler kurumuş ağaçları kesmek için fırsat kolluyorlardı.

Yapraksız ağaç üzüntüsünden günden güne eriyordu. Son zamanlarda ayakta kalacak gücü de kalmamıştı. Öyle yabancı kalmıştı ki kendine, hangi ağaç türüne ait olduğunu bile bilmiyordu. Meşe miydi, çınar mıydı, kavak mıydı yoksa başka bir tür müydü? Gelişimini bitiremediği için ne olduğu kendisi de bilmeyecek duruma gelmişti. Ne geniş yapraklı ağaçlara benziyordu ne de iğne yapraklı ağaçlara.

Gündüzleri kendisiyle alay eden ağaçların sözlerinden bıkıp usanırken, geceleri de üzüntüsünden uyuyamıyordu. “Ne olacak benim halim!” diye diye kahroluyordu. Orman uyuduktan sonra kendi kendine konuşarak dalıp giderdi hayallere.

Bir akşamüstü nasıl olduysa başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Ütündeki yüksek dalların arasından görebildiği manzaranın güzelliğine hayran oldu. Göğün derinliklerinde yıldızlar birer ateş parçası gibi parlıyordu. Hepsi birbirinin aynısıydı sanki. “Keşke bizler de öyle olsaydık, böylece kimse üstünlük taslamaz ve benimle alay etmezdi.” diye geçirdi içinden. Sonra bir parça bulutun arkasına gizlenen ay muhteşem ışıltısıyla çıktı ortaya. “Bu da onların annesi olmalı.” diye ekledi. Hayran hayran uzayın derinliklerine bakıp düşlere dalmak hoşuna gitti. Artık geceleri zaman geçirmek için uğraşacağı bir işi vardı.

Bir gece yıldızlardan birinin kaydığını gördü. Buna çok şaşırdı. Neden böyle olduğunu bir türlü anlayamadı. Sonra kendi yapraklarını düşündü. Onlar da yaprak gibi düşüyorlar mıydı yoksa? Yıldızların kayması ve onların yerine yenilerinin gelmesi ile ilgili pek çok soru takıldı aklına. Biriken sorulara cevap bulmak için acele etmeyecekti. Çünkü hepsini ayrıntılı şekilde düşünecek kadar zamanı vardı. Yavaş yavaş, tane tane bulacaktı yanıtları. Böylece gün geçtikçe daha çok ilgilenmeye başladı yıldızlarla.

Artık gündüzleri daha keyifliydi. Diğer ağaçların alaylı sözlerine eskisi kadar üzülmüyor, gecenin gelişini iple çekiyordu. Aklındaki sorulara kendince cevaplar buldu zamanla. Gecenin birinde kayan yıldızların çok yakından geçmesi aklına parlak bir fikir getirdi. Eğer bu parıltılı gök cisimlerini yakalayabilirse onları yaprak niyetine kullanabilirdi. İçi içine sığmaz olmuştu. Bulutsuz her geceyi değerlendirmek için tetikte bekledi. Çok geçmeden yakınına düşen ilk yıldızı yakaladı. Yıldız o kadar güzeldi ki dakikalarca bakmaktan gözlerini alamadı. Sonra kimse görmesin diye onu hemen gövdesinin içine sakladı.

Ertesi sabah neşe içinde uyandı güne. Rüzgârın tatlı esişiyle dalları narin narin sallanırken bildiği en güzel şarkıyı mırıldanarak eşlik etti. Ondaki coşku diğer ağaçların gözünden kaçmadı. Sağdan soldan gelen imalı sözlere aldırmadı bile. Bir zaman sonra tüm orman rüzgârın eline bıraktı kendini. Huzur dolu hışırtılar düzenli tonlarla nağmelere dönüştü. Her gün aralıksız şakıyan bülbüller sustu, ispinozlar, sakalar ve isketeler de sustu. Herkes esintiyle dile gelen ormanın şarkısını dinledi. Gün bitiminde rüzgâr elini eteğini çekip gitti oradan. Sallanmaktan ve şarkı söylemekten yorulan ağaçlar erkenden uyudular. Yapraksız ağaç bitkin olmasına rağmen uyumadı. Heyecanlıydı. Yeni yıldızlar yakalamak için başını göğe doğru kaldırıp beklemeye başladı. Şansı yaver gidecekti. Nitekim güneş yeni bir günü haber verirken elinde bir düzine yıldız birikmişti.

Derken ilkbahar geçti, yazın sıcak günleri gelip kapıya dayandı. Ormanın en üst tarafında yer alan köknarlar, sedirler, serviler, kızılçamlar ve sarıçamlar kendi türlerine yeni mevsimi ve yapmaları gereken hazırlıkları haber verdiler.

Daha aşağılarda kalan kızılağaçlar, dişbudaklar, meşeler, kayınlar ve diğer ağaçlar da meyve vermek için vaktin geldiğini kendi türlerine ilan ettiler.

Yapraksız ağacın herhangi biri işi olmadığı için gündüzleri uyuyor, geceleri de yıldız toplayıp özenle saklamaya devam ediyordu. Bütün derdi, meyve şenliğinin yapılacağı güne kadar yeterince yıldız toplamaktı. Hesaplamalarına göre büyük buluşmaya iki gün kalmıştı.

Meyve şenliği, ağaçların kendi aralarında kutladıkları eğlenceli bir zaman dilimiydi. O gün, uzak diyarlardan gelen göçmen kuşların kendi meyvelerinden bol bol yemeye başladığı gündü. Öğleden sonra şenlik başlar birkaç hafta kadar devam ederdi. Ağaçlar, konuk ettikleri kuşların sayılarına göre birbirleriyle yarışır, onlardan en güzel nağmeleri dinlerlerdi. Kayısı ve kiraz ağaçları her zaman en çok misafir ağırlayan ağaçlar olurdu. Etrafa bırakılan çekirdeklerle orman daha da büyürdü. Şenlikler bitince göçmen kuşlar bir sabah erkenden havalanarak yollarına devam ederlerdi.

Nihayet hazırlıkları bitirdiler ve kuşların yolunu gözlemeye başladılar. Tüm ağaçların bakışları ufuktaydı. Heyecandan kimseni komşusuyla ilgileneceği yoktu. Yapraksız ağaç fırsattan istifadeyle biriktirdiği yıldızları birer birer çıkarıp asttı dallarına. Az sonra baştan aşağı altın gibi parlayan ışıklarla donandı. O kadar muhteşem bir görünüme kavuştu ki dili tutuldu. Dalları sanki sihirli birer peri çubuğuydu. Gölgeler çoğaldıkça onun göz alıcı aydınlığı arttı.

Yapraksız ağaç, samanyoluna dönmüştü. Etrafına bir göz atmak için başını kaldırdığında bütün ağaçların beğeniyle ona baktığını gördü. Artık övgüler, iltifatlar ve sorular peş peşe sıralandı. Yapraksız ağaç mutluluktan mest oldu. Uzaktan zümrüt demeti gibi görünüyordu. Karanlık her yeri örttüğünde gelinlik giydirilmiş vitrine döndü. Bu haliyle her taraftan görünüyordu. Kuşlar, kelebekler ve diğer böcekler sabaha kadar etrafında pervane oldular.

Şenlik boyunca en çok beğeni alan ve en çok konuk ağırlayan ağaç kendisi oldu. Olabildiğince keyifliydi. Göğün sahibine teşekkür etmeyi de unutmadı.

O geceden sonra kimse ona yapraksız ağaç demedi. Ünü bütün ormanda duyuldu. Yeni ismi de yıldız toplayan ağaç oldu. Kazandığı özgüven sayesinde hayata daha sıkı tutundu. Köklerini toprağın derinliklerine gönderip değerli besinlere ulaştı. Boyu iyice uzadı ve dalları genişledi. Sevilip sayılan bir ağaç olarak uzun ve sağlıklı bir ömür sürdü, hayatının sonuna kadar da mutlu mesut yaşadı.