Çadır Dağı'nın gölgesinde çay içiyoruz akşam akşam. Beylik laflarla sözleri sıralıyoruz soluksuz. Zira bir aksilik çıkmazsa yarın bize tepeden bakan bu devasa dağın yolunu tutacağız. Bundan dolayı buradayız. Burası neresi mi? Van'ın Gevaş ilçesi tabi ki.
Pek çok kez olduğu gibi yine beş kişiyiz. Beş, ideal bir rakamdır. Sayıyı tek tutmak adetimdendir. Sayıdan daha önemli bir şey varsa o da nitelikli elemandır. Öyle ya, biri var üçe bedel, üçü var bir kişi etmez! Neyse ki kalite açısından sıkıntımız yok.
An itibariyle bir işe başlamanın o müthiş hazzını yaşıyoruz. Heyecanı eylemin kendisinden güzel. Son çayımızı yudumlarken geri sayımı başlatıyoruz: Sadece dokuz saat kaldı! O halde uyuma zamanı.
Erken uyu erken kalk, derdi büyüklerimiz. Öyle yaptık. Sekiz saate yakın iyi bir uykudan sonra hazırız işte.
Henüz gün doğmadı. Sabah namazını kılıp yola çıktık. İki-iki buçuk saat yol aldıktan sonra kahvaltı yapılacak. Plan bu. Kuş cıvıltılarından başka ses yok. İlçenin içinden geçerek sıyrılıyoruz şehirden. Adım adım ilerledikçe dağ büyüyor önümüzde. Yanlış bir yerden tırmanışa geçtiğimizi ise zirveye yaklaşınca fark edeceğiz.
Dağın, Van Gölü'ne bakan tarafında kaynak suyu yok. Vadideki kar suyundan istifade ediyoruz. Uzaktan yatık görünen yamaçlar, yaklaştıkça öyle olmadıklarını gösteriyor bize. Yine de kararlı adımlarla zikzaklar çizerek yükseliyoruz zeminden.
Dağın eteklerinden itibaren bizleri ters ve düz laleler karşılıyor. Deste şeklinde duran pek çok çiçeğin pembesi, moru, beyazı, açık yeşili etrafı renk cümbüşüne çevirmiş. Sabahın serinliğinde mis gibi kokan bu muhteşem bitkiler mest ediyor bizi. Birbirimize o güzellikleri göstere göstere ilerliyoruz.
Kahvaltı için henüz belirlenen süre dolmadı ama zorunlu bir mola veriyoruz. Zira arkadaşlardan biri acıkmış bir diğeri de yükünden şikayet ediyor. Yükten mustarip olan arkadaş ne taşıyor biliyor musunuz? Kocaman bir karpuz…
Biraz soluklanıp karpuzu hallediyoruz. Böylece su ihtiyacımızı kısmen karşılamış olduk. Aşağıdan bakarken normal gözüken kimi yokuşların aşırı sarp oluşundan dolayı planda küçük değişiklikler yapıyoruz. İstişare halindeyiz.
Güneş bütün dağları aştı. Şimdi hiçbir engele takılmadan göğün derinliklerine doğru yol alıyor. O kendi menziline, biz kendi hedefimize doğru; birlikte yol alıyoruz. Taşınabilir saatlerin olmadığı zamanlarda insanlar güneşin mesafesine ve gölgelerin oluşumuna göre vakit tayini yaparlarmış. Çocukluğumuzda bizler de vadilerin gölgelerine bakarak vakit tahmininde bulunurduk. Bugün her iki yöntemi de kullanıyoruz.
Kahvaltı için mola yerindeyiz. Hazır durmuşken doya doya bakıyoruz ardımızda bıraktığımız yerlere. Küçük tepelerin ardına gizlenmiş köyler görünüyorlar bir bir. Yollar beyaz ip misali ince, arazinin şekline göre kıvrım kıvrım olmuş. Bazı toprak damlardan duman yükseliyor. Bu evler sıcak ekmeklerin çıktığı tandır evleridir. Tenha yolun üstünde araçlar çoğalmaya başlıyor. Geceden dolayı ara verilen koşuşturma gün aydınlanınca kaldığı yerden devam ediyor.
Toprağın üstüne serdiğimiz soframızı topladık. Yere dökülen ekmek kırıntılarını karıncalar yuvalarına taşımaya başladılar bile. Ne kadar güzel bir canlı. Nereye giderseniz gidin onları bulabilirsiniz. Nüfusları bir hayli kalabalık. Bulabildikleri her yiyeceği topluyorlar. Geride çer-çöp bırakmamaya dikkat ediyoruz tabi.
Bir belgeselde şöyle bir ifade duymuştum: 'Doğada ayak izlerinizden başka bir şey bırakmayın. Beraberinizde getireceğiniz şey de fotoğraf ve anılarınız olsun. Başka bir şey getirmeyin.' Bence bu ifadenin altına herkesin imza atması gerekir. Nitekim insanoğlunun duyarsızlığı yüzünden dünyamız her gün daha çok kirleniyor, her gün yeni türlerin nesilleri yok oluyor. Bu kötülüğü kendimize yapmaktan vazgeçmeliyiz. Çünkü çevre demek insan demektir bir yönüyle.
Yol boyunca ikişer üçer gruplar halinde uçan kekliklere rastlıyoruz. Çok ürkek bir canlı. Varlığımızı hisseder etmez yerinden ok gibi fırlayıp başka bir yamaca uçuyorlar. Tam da üreme dönemleri. Elimizden geldiğince ürkütmemeye çalışıyoruz. Bu güzelim varlıklara nasıl da kıyar avcılar, anlamıyorum.
En tepeye çıkmaya kararlıyız. Önümüzde birkaç küçük tepe kaldı sadece. Ancak hem vakit çok ilerledi hem de arkadaşlar aşırı yorgun. Biraz daha tırmanmayı göze alamıyorlar. Bu kadar yolu gelmişken zirve yapmadan dönmek de istemiyoruz.
Biraz dinlendikten sonra kalkıyorum. Dağın doruk noktasına doğru yönelince bir arkadaş daha katılıyor bana. Hedefimize ulaşmak yalnızca on beş-yirmi dakikamızı alıyor. Mutluyuz hem de çok. Dört saat olarak hesapladığımız tırmanışı tam yedi saatte bitirebildik ancak.
Dağın ardı ön yüzüne oranla gayet rahat bir yer. Otlar diz boyu yükselmiş, çobanlar sürülerini yaymışlar yaylaya. Belli bir yere kadar yol da yapılmış. Yeşilliğin koyulaştığı bir iki yerde kaynak suyunun çıktığını kestiriyoruz. Gidip kana kana şerbet suyundan içmek geçiyor içimizden fakat dizlerimizde yeteri kadar güç yok. Çevreyi gönlümüzce izledikten sonra arkadaşlarımızın yanına dönüyoruz.
Öğle namazını biraz gecikmeli kıldık. Karı su niyetine kullanıyoruz. Yiyip içtiklerimizden arta kalanı topluyoruz. Güneş batmaya doğru yönelirken biz de inişe geçmek üzere planımızı tatbike koyuyoruz.
Karı hala erimemiş en uzun boylu vadiden aşağı hızla inişe geçtik. Hızla diyorum, zira kayarak iniyoruz aşağı. İki saatte kat edeceğimiz yolu kırk dakikada alıyoruz. Kaymayı beceremeyenler düşe kalka ilerlese de şikayet eden yok. Eh olsun o kadarı da. Toprak zeminde yürüyerek inmek çok daha zor, çok daha uzun ve çok daha yorucu olurdu.
Devasa Artos Dağı bizi çok yordu ama işi kazasız belasız tamamlamanın huzuru içindeyiz. Sakinleşmiş bir ruh, dinlenmiş bir beyin ve tatlı bir yorgunluğu olan bedenlerimizle şehrin yolunu tutuyoruz. Her zorluktan sonra sahip olduğumuz nimetlerin büyüklüğünü biraz daha iyi idrak ediyoruz. Sağlıklı bir beden, su, yiyecek gıdalar, uyku ve daha niceleri gibi… lütfundan ve kereminden dolayı Allah'a hamd-u senalar olsun!