Hazan mevsiminin hüzün dolu günleri, sarının tonlarıyla 'Ben geldim' dercesine gösteriyordu kendini. Aceleci ve geçici hevesler kuşlardan önce göçüp gitmişti. Baharın kışkırtıcı, yazın sıcak duyguları yoktu artık. Anlayacağınız, ruhların tuhaf bir özleme ram olduğu ekim ayının sonlarıydı.

Evet, ekim ayıydı ve ben mesleğimin henüz başında, çocukların pak gönüllerine iyi niyet ekmek, istendik yönde davranış değişikliği kazandırmak için okuldaydım. Atanmanın sevinciyle zaten içim kıpır kıpırdı. Mevsimin ağır seyrine rağmen, çocuklarla buluşunca da sevincim coşkuya döndü. İlk haftalar göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitmişti. Her gün mevcudumuz çoğalıyor, eğitim-öğretim programı oturmaya başlıyordu.

Öncelikli işlerin yapılması zaman aldığından, Sene Başı Öğretmenler Kurulu Toplantımızı yapmak ay sonuna kalmıştı. Okul müdürümüz dahil, hepimiz gençtik. İki meslektaşımla beraber yeni atanmıştık. Sayıları yirmiye yakın olan diğer arkadaşların da meslekteki ikinci-üçüncü yıllarıydı. Son derece dinamik bir ekiptik. Masanın başköşesine kurulan okul müdürü, konumu ve mesleki tecrübesi gereği konuştukça konuşuyor, bizler de pürdikkat dinliyorduk.

Okulun iş ve işleyiş programıyla ilgili konulardan sonra nihayet konu öğrenci davranışlarını değerlendirmeye gelmişti. Bir önceki yılın değerlendirmesini yapan her öğretmenin sıklıkla telaffuz ettiği bir öğrencinin ismi dikkatimi çekmişti. Kısa cümlelerle hızlı geçen konuşmalar arasında ön plana çıkan isim Oktay'dı.

Dersine giren hiçbir öğretmeninden olumlu bir söz duymadım. Hepsi aynı ağızdan konuşur gibi 'Onunla iyi geçinmek mümkün değil. Geçen sene bize çok çektirdi. Bir çaresi bulunmazsa başımıza bela olur. Okula geleli iki üç hafta oldu, daha şimdiden problem çıkarıyor. Bir şekilde okuldan uzaklaştıralım. Başka okula gitsin…' tarzı cümlelerle aleyhine söz dizdiler. Okul müdürü bazen araya girerek sorular soruyor, sonra sözü yeniden öğretmen arkadaşlara bırakıyordu.

Uzayıp giden konuşmalar boyunca her isim, 'Oktay' isminin gölgesinde kaldı. 8/B şubesinde olduğu söylendiğinde hemen önümdeki ders programına kaydı gözüm. Çok merak ettiğim bu öğrencinin dersine giriyor muydum acaba?
Okul müdürünün, 'Çözüm öneriniz nedir?' sorusuna yine şikayetlerle cevap verildi. Beraber atandığımız arkadaşlara baktım, birinci sınıfa başlayan öğrenciler kadar acemi ve şaşkındılar. Duruma itiraz edecek oldum fakat dersine giren arkadaşlara saygısızlık olmasın diye zihnimde biriken cümleleri dile getiremedim. Yoksa henüz görüp tanışmadığım Oktay'ı gıyabında savunmak geliyordu içimden. Meslekte yeniydim ama öğrencilik yıllarımı ilkokuldan üniversiteye kadar yatılı bölge okullarında geçirdiğim için insan sarrafı olmuştum. Biraz empati, biraz yakınlık, biraz dilinden anlama ile sorunu kısmen çözülebileceğimizi söyleyecektim mesela! Sonra dersine girmediğim için hepten vazgeçtim konuşmaktan.

Günün sonunda yorgun argın eve dönerken, aklımda Oktay hakkında söylenen cümleler vardı. Bu öğrenci, öğretmen arkadaşların söylediği kadar sorunlu olabilir miydi? Öğrenci davranışı için 'çözümü yok!' demek, eğitim-öğretimin tanımına ters düşmez miydi? Üç yıl boyunca sıkıntının sebebi nasıl tespit edilmemişti? İç içe geçen sorulara cevap aramakla geçti dinlenme vaktim. Gece yastığa başımı koyduğumda, ertesi gün Oktay'ı yakından tanımak için küçük bir planım vardı.
Bir süre uzaktan gözlemlediğim Oktay'ın davranışlarında bir problem göremedim. Sadece sınıfındakilere göre biraz daha iri yapılı, davranışlarında ciddi ve arkadaşlarına baskındı, o kadar. İsmiyle hitap etmekle başlayıp aynı masada çay içmeye kadar ilerlettim samimiyeti. Dolaylı yollardan özel hayatına dair ipuçları yakalamaya çabalıyor, bir yandan da güvenini kazanarak öğretmenlere karşı tavrını öğrenmeye çalışıyordum.

Oktay'ın dünyasına girdikçe onun ne kadar saf ve iyi niyetli biri olduğunu anladım. Bir gün ona, 'Kaç tane öğretmenin sınıfı ağlayarak terk etti elinden. Sana, anne-baba gibi hizmet eden öğretmenlerine neden karşı çıkıyorsun?' diye sordum. Birden bakışları yere düştü, kışı bekleyen toprak gibi soldu beti-benzi. Tepki bekliyordum doğrusu. Ama o, ıslak gözlerle bana dönüp 'Hocam, bana çocuk muamelesi yapıyorlar. Özellikle de bayan hocalarım!' dedi.

Koluna girdim ve iki dost gibi dertleşerek uzaklara doğru yürüyüp gittik.
'Çocuk muamelesi' demişti Oktay. Bu sözün ne anlama geldiğini dertleşirken anlamıştım. Dönem sonuna doğru evini ziyaret etmek istediğimi söyleyince sevinçten gözlerinin içi parlamıştı. 'Hemen gelin!' dedi, ısrar ve ikna çabalarım sonucu, dersine giren bütün öğretmenlerle hemen gittik. Hiç unutmam, fırında nar gibi kızarmış hindileri, pilavları, deste deste lavaş ekmekleri ve soğuk ayranları bizzat Oktay servis etti.

Çocukcağız, misafirlik süresince ailesiyle beraber etrafımızda pervane oldu. Meslektaşlarım sofradaki lezzetli yemeklerden çok, onun ev içinde sergilediği olgun tavırlarıyla ilgilendiler. Akıllarından geçen sorular, hayret ifadeleriyle yüzlerine yansımıştı adeta. Okuldaki çocuk gitmiş yerine büyük bir adam gelmişti sanki.
Yemek faslı bitene kadar, annesi ve kardeşleri bizimleydi. Son derece hürmetkar davrandılar. Biz de eli boş gitmemiştik tabi.
Sonra, Oktay'a babasını sordum. Onu da görme isteğimizi söyleyince, yine bakışlarını yere indirip mahcup bir edayla, 'Babam diğer odada kalıyor. Hastalığından dolayı yalnız yaşıyor.' dedi. Arkadaşlar birbirine baktı şaşkın şaşkın. Ben durumu kısmen biliyordum. Odaya girdiğimizde sırtüstü yatıyordu babası. Bütün vücudu hastalıktan dolayı tir tir titriyordu. Gözleriyle, 'Hoş geldiniz.' işareti yaptı. Nasıl girdik, ne kadar kaldık, nasıl çıktık anlayamadık.

Oktay'ın babası yıllardır böyleymiş meğer. Hal böyle olunca, köylüler Oktay'a aile reisi muamelesi yapmışlar. O da alnının akıyla rolünün hakkını vermiş, itibar kazanmıştı. Köyde sevilip sayılan birine okulda çocuk muamelesi yaptığımızı anlayınca, problemin sebebi ortaya çıkmış oldu. Evde aile reisi, okulda herhangi bir çocuk… Erginlik çağında bir genç, yaşamak zorunda olduğu iki farklı hayat. Ki biri hala çocuk, diğeri ev geçindiren koca bir adam! Köyde emir veren, okulda emredilen, evde koruyucu, sınıfta dışlanan…

Aile ziyareti, aramızdaki uçurumu kapatmıştı. İkinci dönem başlayınca, Oktay'ı köydeki kimliğiyle kabul ettik. Dilimizden emir kipini çıkardık, sorun çözüldü. İnanamazsınız ama mezuniyetine kadar en ufak bir sıkıntı yaşatmadı bize. Yıllar sonra iletişim kurduğumda, mesleğinin hakkını veren bir garson olmuştu Oktay. O artık öğrencim değil, dostumdu…
*Öğretmenler Arası Anı Yarışması'na gönderdiğim yazıdır. Gerçek bir anı.