Bazen bela ve musibetlere sabretmek, cephede savaşmaktan daha zor geliyor. Yeni yüzyılın ilk çeyreği dolmak üzereyken, dünyayı yeniden pay etmenin peşinde olan küresel emperyalizmin zulmü altında inim inim inliyor insanlık. Ne yazık ki en belirgin hedef yine Müslümanlardır.

Gizli hesapların gırla gittiği bu puslu havada Müslüman halkların haline bakar mısınız; Birleşik Arap Emirliklerinin kıblesi belli değil, Suudi Arabistan'nın kendine hayrı yok. Mısır ve Afganistan kukla rejimlerin elinde. İran farklı hesapların peşinde, Türkiye'nin durumu malum… Nerden tutsan elinde kalıyor.

Afrika'nın geneli, Myanmar, Arakan, Gazze, Filistin, Mısır, Irak, Suriye, Libya… Her biri kanayan ve acilen müdahale gerektiren koca birer yara. Hal-i hazırda kendi halkı ve tüm kurumları ile bütünleşmiş, bu yaralara merhem olabilecek İslam ülkeleri yok maalesef. Eğer öyle bir tek ülke olsaydı yine de mesafe kat edilebilirdi.
Bu manada bizim ülkemizin birtakım çabaları var ama içerde ve dışarda o kadar çok ayak bağı var ki, birinden kurtulmadan öbürüne takılıyoruz. Ana muhalefet, düşman lobisi gibi çalışıyor. İktidara destek verdiğini söyleyen MHP ise, kritik noktalara adam yerleştirme derdinde!

15 Temmuz sonrasındaki birlik ve beraberlik ruhuna umut bağlamışken giderek yükselen bir milliyetçiliğe şahit oluyoruz. Diyarbakırlı ve Afrikalı futbolculara yapılan ırkçı saldırılar, sosyal medyaya düşen bazı operasyon görüntülerinde, cesetlerle beraber çekilen bozkurt sembollü resimler ve 'Türkün gücünü göreceksiniz' benzeri yazılar hayra alamet değil. Denilebilir ki bunlar münferit olaylar. Hayır efendim, hiç de münferit gibi durmuyor. Çünkü benzer şeyler sıklıkla tezahür ediyor.

TV'lerdeki tartışma programlarına bakarsanız unvanlı aydınların(!) nasıl kin kustuklarını görürsünüz. Barzani'nin referandum kararı üzerine tartışan zevatın Kürt kardeşleri hakkındaki olumlu düşüncelerine(!) şahit olursunuz mesela! MHP lider Devlet Bahçeli, Kuzey Irak referandumu için alenen 'Savaş sebebi sayılmalı' dedi.
Siyasetin içindeki kirlilik hiç bitmedi, bitmeyecek de. İçerde bütünlüğü sağlamadıktan sonra dışarıda söz sahibi olmak mümkün müdür?

Beri taraftan, yeryüzünde onca zulmün göz göre göre yaşanıyor olması söz sahibi kimi Müslüman kardeşimizi pek alakadar etmiyor gibi! Aklı başında herkesin takdir ettiği Mehmet Görmez'i icraatlarından dolayı sözleriyle linç eden; Hayreddin Karaman'ın, sigara içen başörtülü kadınların beden diliyle dışarıya bir mesaj verdiğini söylemesi üzerine kıyamet koparan ve yetinmeyip dava açan STK yetkililerinin, cemaat ve kanaat önderlerinin Ortadoğu ve Afrika için sokağa indiklerini gördünüz mü? En azından bu acıları dile getirip dünya vicdanına şikayette bulunduklarını duydunuz mu hiç? Ben şahsen görmedim, duymadım.

Ümmetin temel kaynakları üzerinde ittifak varken ve mahiyeti üzerinde mutabık kalınan binlerce hadis-i şerifi bir kenara bırakıp ihtilaflı birkaç tanesini gündeme taşıyan, günlerce tartışıp Müslümanların aklını karıştıran, halkı sorular sorarak meşgul eden ilahiyatçıları da unutmamalı. TV ekranlarından, milyonlara ümmetin halini anlatmak ve öncelikli tedbirleri aldırmak yerine, kafaları kelime oyunlarıyla daha da karıştırarak ellerine geçen imkanları heba ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Yani hangi dala el atsanız, kırılıp elinizde kalıyor.
Gördüğünüz gibi, içerde ne siyasi ne de dini birlik-beraberlik var. Ulus-devlet politikasının ümmetin canına okuduğu yetmiyormuş gibi bir de ırkçı zihniyetlerle mücadele ediyoruz. Birbirimizle uğraştığımız yetmedi mi? Gücümüzü düşmana karşı kullanmayacak mıydık? Mazlumların ümidi biz değil miydik?

Tabi vaziyet böyle olunca, İslam düşmanlarına gün doğuyor. Nitekim altın çağlarını yaşıyorlar.
Mevcut durumu fırsata çeviren Budisti, Yahudusi, Hristiyanı, kapitalisti, emperyalisti, atesisti ve daha nice şerlinin şerlisi, mazlum kardeşlerimizi hunharca katlediyorlar! Zulmü görüp de bir şey yapamamak sabrımızı çok zorluyor. İki milyarlık sayımıza rağmen azgın azınlıklara yem oluyoruz. Beceriksizliğimize baktıkça avazım çıktığı kadar feryat etmek istiyorum, 'Allah'ım, yardımın ne zaman!'