2016 yılının son günlerine denk gelenaçılış programlarının birinde, Sayın Cumhurbaşkanımız konuşurken şöyle bir ifade kullanmıştı, 'Birçok hedefimizi gerçekleştirdik, temelini attığımız her projeyi bitirip halkın kullanımına sunduk. Ancak itiraf etmeliyim ki eğitim ve kültür noktasında istediğimiz yerde değiliz. Özellikle eğitimde şimdiye kadar sadece kopya çektik.'

Ülkenin en üst düzey makamından böyle samimi ve gerçekçi bir özeleştirinin gelmesi hem manidar hem de umut vericidir.'Manidar' diyorum, çünkü sürekli dile getirilen sistemsel hatalar herkesçe biliniyor artık. İtirafın umut verici olmasına gelince, Sayın Cumhurbaşkanımızın dile getirdiği her aksaklığın yeniden ele alınıp düzeltme girişimlerine şahit olduğumuz için eğitim sistemimizin de mutlaka yeniden revize edileceğine işarettir bu.

Sayın Cumhurbaşkanımızın eleştirisi çok yerinde. Neden mi?
Evvela güncel olan ders programlarımız çağa uygun değil. Öğrencinin ders yükü çok ağır. On-on beş farklı derse girip hepsinden yüksek not almaya çalışan çocuk, daha yolun başında bunalıyor. Doğal ihtiyacı olan oyundan, sokaktan, sosyal hayattan, gelenek ve göreneklerini yaşama imkanından yoksun kalıyor.

Yüzyıl önce keşfedilmiş ama şimdiye göre eskimiş onlarca bilgiyi elde etmek için bütün enerjisini kullanırken, gerçek hayatı tecrübe edemiyor. Üstelik öğrendiği bilgilerin kahir ekseriyetini hayatı boyunca hiç kullanamıyor. İşin garip tarafı, buna ihtiyaç da duymuyor.

Sınav öncelikli sistemin yetiştirdiği bireyler bezgin, renksiz ve yeteneksiz oluyorlar. Üniversiteyi bitirdiği halde, edepten, hayadan, kibarlıktan, temizlik adabından, konuşma yeteneğinden nasip almamış nice mezunlar gördü, görüyor toplum.
Hal böyle iken,başlıktaki soruya olumlu cevap vermek içimden gelmiyor. Şahsi kanaatime göre her çocuk zorla okutulmamalıdır. Öylesine söylemiyorum bu sözü. Konuyu biraz açtığımda eminim siz de bana hak vereceksiniz. Eğitim sisteminin nasıl olması gerektiğine dair görüşümü eleştiriden sonra yazacağım.

Şimdi eleştirdiğimiz noktalara değinelim biraz.
Çevremizde gördüğümüz kadarıyla, okula zorla giden sürüyle öğrenci var. Sırf ailesinin isteği ve yasal zorunluluk nedeniyle verimli gençliğini okul koridorlarında harcayan çocuklarımıza yazık değil mi? Çocuğu, istemediği halde, lise son sınıfa kadar okutmak nerden icap ediyor?

Okumayı sevmeyen, okula zorunluluk nedeniyle giden öğrenci, kendiyle beraber aynı ortamı paylaştığı çalışkan arkadaşına ciddi engel teşkil ediyor. Arkadaşlarını sabote ettiği gibi öğretmenin yükünü de arttırıyor. 'Fırsat eşitliği' yasal mecburiyete tabi tutulduğu için işleyiş açısından tersine tekabül ediyor.

Velilerin şunu iyi bilmesi lazım, zorla gönderdikleri çocuklar okulda başarılı olmayınca farklı şeylerle ilgilenmeye başlıyorlar. Dersten kaçmak için tüm yollara başvurur böyle öğrenci. Dışarı çıkmak için elinden geleni yapar; ancak dışarıda onu bekleyen büyük tuzaklardan haberi bile olmaz.

Aileden habersiz ve okuldan izinsiz arkadaşlarıyla dışarı çıkmış öğrenci sürüden ayrılmış koyun gibi savunmasızdır. Uyuşturucu batağına saplanan, çetelere katılıp suça bulaşan, velisinin tanımayacağı şekilde özüne yabancılaşan öğrenci sayısı az değil ülkemizde.

Veli, çocuğu bir şeyler öğrensin diye gönderiyor ancak çoğu kez öğrencinin bilgisi velinin tecrübesi yanında yaya kalıyor.
Bir yerlere gelebilmek öyle kolay değil. Her nimetin bir külfeti var. Hedeflere ulaşmak, isteği, fedakarlığı ve zorluklara göğüs germeyi gerektirir.

Âlimlerin yahut bazı siyasi kişilerin geçmişine baktığımızda ödedikleri büyük bedellere tanık oluyoruz. Bazen bir bilgi kırıntısı uğruna nice mesafeler kat etmişler. Acı çekmekten aç kalmaya, tehditten dışlanmaya kadar birçok badire atlatmışlar.Ama öğrenme heveslerini hiçbir şey engelleyememiş. Her merhaleyi tecrübeye çevirip yol almışlar.

Bizim öğrencilerinse evleri sıcak, yemekleri bol, okulları yakın, çeşit çeşit malzeme ellerinin altına, bilgiye ulaşmaları kolay…Sahip oldukları imkanlara rağmen okumak istemiyorsa, onu zorlamanın manası yok!
Bakın, mesela sokaktaki insan, teknolojiyi öğrenciden daha iyi kullanıyorsa, okumuş ama herhangi bir işe başvurduğunda 'kalifiye' eleman sayılmıyorsa o zaman okuduğu okul ne işe yarar? Öğrenci en az on iki yılını verdikten sonra piyasada 'vasıfsız eleman' damgası yiyorsa ters giden şeyler var demektir. Sistem doğru işlemiyorsa mutlaka alternatif oluşturmak gerekir.

Veli çocuğunu iyi tanımalıdır. Takibini yapıp onu doğru zamanda doğru yere yönlendirmelidir. Okulda bizzat şunu gördüm, dersle alakası olmayan öğrenciye ders dışı bir iş verdiğimiz zaman zevkle ve ciddiyetle yapıyor. Gençliğinin en dinamik çağını yaşayan nesillerin gücünden neden yararlanılmasın ki.
Artık sanayiciler, tekstilciler, tarım ve hayvancılık yapan çiftçiler eleman bulamamaktan şikayet ediyorlar. Üretici, eleman bulamıyorsa, ustaya verilecek çırak yoksa eğitim sistemi sorgulanmalıdır. Ekonominin temelini oluşturan mesleklerden gelen talepler ciddiye alınmalı.
Öğrencisinden dolayı sıkıntı yaşayan çok sayıda veli var. Çocuğun takıldığı ortam, gitti yerler, arkadaş çevresi, sosyal medyaya harcadığı süre… Birçok kişinin yaşadığı ortak sorunlardan sadece birkaçıdır.
O halde nasıl bir eğitim modeli olmalı?
Edindiğimiz tecrübelere göre model şöyle olabilir:
Bütün çocuklara okuma-yazmayı öğretmek, milletin ahlaki değer yargılarını kazandırmak, toplu yaşamın ortak kurallarını davranış halinde kazandırmak esas olmalıdır.
Daha sonra çocukları analiz edebilecek uzman kişiler eşliğinde öğrencileri birbirinden ayrıştırma yoluna gidilmelidir. İlgi ve istidat doğrultusunda sınıflandırmalar yapılmalı ve okuma kabiliyeti olanlar okula, diğerleri ise 'usta-çırak'usulünce iş sektörüne havale edilmelidir.

Deneyimli ustaların eli altında çalışacak çocuklara dışarıdan okula devam etme hakkı tanınmalıdır. Hatta başarısına göre tekrar okula alma yolu sürekli açık tutulmalıdır. Hal böyle olursa, hem rekabet artar hem de bütün çocuklar temelde aynı davranışı kazandıkları için muamelatta kalite yükselir. Yani her birey pozisyonu ne olursa olsun, dürüstlükten, saygıdan, halka hizmet etmekten, işin hakkını vermekten geri durmayacaktır.

Yeni sistem, sayısı milyonları bulan öğrencileri yıllarca hazır tüketici olarak yaşamaktan çıkarmalıdır. Öğrenci bizzat işin içine girip yaparak-yaşayarak öğrenmelidir. Branşlara göre okullar açılmalı ya da birçok farklı dersin bir arada okutulmasına izin verilmemelidir.

Uygulama sahası için ülkemiz çok uygun. Çünkü üç tarafımız denizlerle kaplı, birçok göl, baraj ve akarsuyumuz var. Sanayi kentlerine, tarım bölgelerine, hayvancılık tecrübesi ve alanlarına sahibiz. Dört mevsimin dördü de yaşanabiliyor. Bu da farklı fırsatları beraberinde getiriyor.

Neticede,bütün öğrencileri benzer programlarla idare edebiliyorsak yukarıda belirttiğimiz gibi farklı alanlara yönlendirilirse işleyiş çok daha kolay olur. Devlet yapmasa bile özel girişimciler bunu yapabilir. Aradaki ilişki, iş-kur ile özel sektör arasındaki gibi olabilir.
Belki çok daha güzel çözümler de bulunabilir. Ancak gerçek şu ki, hali-hazırdaki eğitim sistemimiz iflasın eşiğinde bulunuyor. Umut dolu yarınlar temennisiyle…