Can kaybının 40 bini aştığı bir deprem yaşadık. Bu deprem elbette ki birçok acıyı da beraberinde getirdi. Topyekûn bir seferberlik anlayışı içerisinde toplum olarak acıları bir nebze de olsa hafifleştirdik elhamdülillah. Gerek sivil toplum kuruluşları ve gerekse de devletin resmî kurumları canla başla çalıştılar. İnşallah kısa bir zamanda yaraların bir kısmı sarılır. Elbette ki giden canlar geri gelmez. Onlar için de bolca dua etmek boynumuzun borcu olsun.

Bu acılardan sonra psikolojik destek çok önemlidir. Çok ağır travmalar yaşandı. Özellikle televizyonlar bundan sonra deprem konusuna daha az yer vermeli. Hatta mümkün ise eğitici ve eğlendirici programlara ağırlık verilmeli. Özellikle psikolog ve sosyologlar sahada olmalılar. Belki bundan sonra devlet, eğitim kurumları başta olmak üzere aileleri ilgilendiren tüm kurumlara psikolog görevlendirmelidir. Bu depremin etkisi belki de yıllarca sürecektir.

Ülke olarak deprem coğrafyasında yaşadığımızı unutmadan, gereken tüm tedbirler alınmalıdır. İstanbul gibi büyük ölçekte deprem riski taşıyan yerleşim alanlarında mutlaka inşa anlamında bir değişim ve dönüşüme gidilmelidir. Özellikle depreme dayanıksız yapılan binalar acilen boşaltılıp yıkılmalıdır. Her ne kadar pahalıya mal olsa da tüm afetlere dayanıklı imar ve inşa alanları açılmalıdır. Unutulmamalı ki hiçbir şey insan canından daha kıymetli ve değerli değildir.

TOKİ konutlarının yıkılmadığına hepimiz şahit olduk. Madem ki devlet böylesine sağlam konutlar yapabiliyor, bunun gibi de inşaatlarda çok ciddi denetim mekanizması kurmalıdır. Eğer denetlemeler ciddi yapılmaz ise bugünkü tablo ileriki zamanlarda yine önümüze çıkabilir. Böylesine yıkıcı tablolara artık hiç kimsenin tahammülü olamaz. Sıfırdan şehirleri kuracağınıza, ciddi denetlemeler ile Şehirlerinizi muhafaza altına alırsınız. Bu konuda, rüşvet çarkının döndüğü yerde hiç kimse güvende olamaz. Bu nedenle inşa ve imar alanlarındaki aksamalara ağır müeyyideler uygulanmalıdır.

Elbette ki biz tedbirimizi alırız. En üst seviyede tedbirler alındıktan sonra Rabbimize tevekkül ederiz. Depremden kurtulanların başka şekilde vefat haberlerini işitiyoruz. Yani ecel geldi mi bir şekilde insan ecel şerbetini içer. İnsan tedbir ve tevekkülden sonra tam bir teslimiyet ile Allah’a bağlanmalı, ibadetlerinden kesinlikle taviz vermemelidir. Deprem hikâyelerini dinlemişsinizdir. Enkaz altında beş vakit namazını kılanlar ve Kuran okuyanlar, tespih çeke çeke vefat edenler, ilahi rızka muhatap olduklarını beyan edenler, enkazdan çıktıktan sonra tekbir ve salavat çekenler, yine enkazdan çıkıp oruçlu olduklarını beyan edenler… Bu örnekler, halkımızın ne denli Rabbine bağlı olduklarını ve sonsuz teslimiyetlerini göstermektedir. Bu teslimiyet, birliktelik ve maneviyat olduğu sürece inşallah üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir zorluk olmayacaktır. Yeter ki maneviyatımızı ve beraberliğimizi kaybetmeyelim.

Şu pusuda bekleyen hak ve halk düşmanlarına ne demeli. Hani şu tekbirlerden ve salavatlardan rahatsız olanlar var ya işte onlar. Onlar hakkında güzel atasözü ve deyimlerimiz var. Fakat bu köşede bunları söylemeye terbiyem el vermiyor. Hafızlar nerede? diyen şarlatana da sadece şunu söyleyebilirim. Bizzat hafızları sahada, gözyaşlarıyla, dua ve güzel temennileriyle depremzedelere yardım ederken gördüm/gördük. Peki çizer efendi sahi sen neredeydin? O sıcacık stüdyoda, kameralar karşısında, yumuşacık koltuklarda nutuk atmak kolay. Sizi sahada gören oldu mu? Hayır. Bir depremzedeye yardımınız oldu mu? Hayır. Yardım edenler hakkında olumlu tek bir kelime ettin/ ettiniz mi? Hayır. Gölge yapma, başka ihsan istemez efendi…

Depremde Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Rabbim bir daha böylesine felaketler ile bizi imtihan eylemesin.

Seni tanıyanlardan ve sana hakkıyla abit olanlardan eyle bizi Allah’ım…