Toplumumuzun önemli bir kesimini büyüklerimiz ve ihtiyarlarımız oluşturmaktadır. Bizim kültürümüzün kaynağı olan dinimiz de, büyüklerimizle ve ihtiyarlarımızla olan münasebetlerimizin nasıl olması gerektiğini bize öğretmektedir; ' Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, onlara 'öf' bile deme. Onları azarlama, onlara güzel söz söyle.

Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanadını ger ve de ki, Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse şimdi de sen onlara (öyle) merhamet et! Rabbiniz sizin içinizdekini çok daha iyi bilir. Eğer siz Salih olursanız, muhakkak ki O, kötülükten yüz çevirerek kendisine yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.' (İsra suresi 23-25. Ayet mealleri)

Bizi çok zor şartlar içerisinde yetiştiren anne ve babamız ister ihtiyarlığa erişsin, isterse erişmemiş olsunlar, onlara layık oldukları ihtiramı göstermemiz Rabbimizin mübarek emridir. Bu hürmet bizim cennetimiz olan aile saadetimizdir.

Aynı zamanda toplumumuzun saadetidir. Çünkü huzur ailede başlarsa, topluma da sirayet eder. Ebeveynlerimize, ihtiyar ve büyüklerimize verdiğimiz kadir ve kıymet, gösterdiğimiz hürmet ve saygı, daha huzurlu olsunlar diye gösterdiğimiz fedakarlık ve çaba aynı zamanda bizim için iki dünyanın da saadet ve bereketidir. Hakikaten etrafımızda görüyoruz; kim anne ve babasına veya ihtiyar ve büyüklerine iyi bir şekilde bakarsa, Rabbim onu darlık ve zorlukta bırakmaz. Evlatları da zamanı gelince, yani kendisi el ve ayaktan düşünce ona bakıyorlar.

Bu duruma defaten şahit olmuşumdur. Ama anne ve babasına en zor zamanlarında bakmayan nasipsizler de zamanı gelince (çocukları olduğu halde) kendisi toplumda yapayalnız kalır. Ektiğini biçer yani.

Hele büyüklerin duasını almak kadar bereketli hiçbir şey yoktur. Anne ve babası hala hayatta olup onların ihtiyaçlarına yardımcı olamayan ve bu vesile ile dualarını alamayan evlatlara yazıklar olsun. Anne ve baba duasının makbul dualar arasında sayıldığı hadisi şeriflerden anlaşılmaktadır. Anne, baba ve büyüklerimizi başımıza gelebilecek kaza ve belalara birer set olarak bilmeliyiz; 'Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti' ( Acluni, keşfül Hafa 2/146)

Seyda Bediüzzaman der ki; ' Mustafa Çavuş isminde bir zat vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli görüyordum, sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakiyetin sebebi, O zat ise ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşallah ahretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli.' ( Mektubat, 22. Mektubun sonu)
Bu hürmet anne ve babamızla sınırlı kalmamalı, bizden büyük her kese hürmet göstermeliyiz. Bu durum hayatımızın her alanında kendini göstermeli. Yaşlılara rastladığımızda hallerini sormalı, tanımasak dahi ihtiyaçları olup olmadığını sormalıyız.

Çok acil işimiz olmasa her yerde önceliği bizden büyüklere tanımalıyız.
Şahsen huzurevi kavramından ben fazlasıyla huzursuz oluyorum. Müslüman bir toplumda, sözüm ona, huzur(suz) evi diye bir kurum olmamalı bence. Ne demek huzurevi? İhtiyarlarımızı huzur(suz) evlerine terk etmek onları canlı bir şekilde ölüme mahkûm etmek demektir.

Yaşlılarımızı huzurevlerine hangi akıl ve hangi mantık ile layık görebiliriz. Dede ve nene kavramlarından mahrum ve yoksun olan çocuklarda bir eksiklik yok mu sizce? Veya torun sevgisinden mahrum olan bir dede veya neneyi düşünebiliyor musunuz? Velhasıl bu hamur daha çok su götürür… Arif olan anlar, arife tarif gerekmez… Selam ve dua ile…