•  

Toplumlar, kendilerini günün gerçekliği içinde yenilemezlerse dünyanın gerisinde kalır ve haklarını koruyacak yetilerini yitirirler. Var olmak, yenilenmeyi; yenilenmek ise düşünmeyi gerektirir. Toplum adına düşünmek, geçmişi bugünle buluşturarak yarın için toplumun önünü açmaktır.

Son yüzyıllarda yaşadıkları acılar karşısında, Kürtlerin kendilerini yenilemeleri, dünyaya bakışta yeni bir anlayışa ermeleri hayati bir meseledir. Bu yenilik, kimliği koruyacak ve günün dünyasında sadece yaşam alanı oluşturmayacak, aynı zamanda onurla var olma olanağı da tanıyacaktır.

Yenilik, kurtarıcı olması gerektiği kadar aynı zamanda mümkün olduğu ölçüde kapsayıcı da olmalıdır. Bugün Kürt nüfusu, Selçuklu günlerinden bu yana Kürdistan denen ana yurdunda mukim olarak oldukça büyük bir yekûn tutmaktadır. Yine Kürt nüfus, içinde yer aldığı ulus devletlerin metropolleri başta olmak üzere farklı şehirlerinde de oldukça büyük bir kütle hâlinde bulunmaktadır.

Bunun yanında Kürt nüfusun geçmişte oldukça eşraf ama epey küçük bir kısmı Sudan’dan Pakistan’a İslam dünyasının farklı noktalarında mukimdir ve bulunduğu devletlerde oldukça mühim makamları elinde bulundurmaktadır. Diğer yandan Avrupa, Amerika ve dünyanın diğer ülkelerine siyasi sebepler, dünyanın birbirine açılması veya geçim sorunlarından dolayı yakın geçmişte göç eden bir Kürt nüfus kitlesi vardır.

Bu farklı coğrafyalara dağılmış Kürtlerin benzer sorunları var olduğu gibi farklı gerçeklikleri de vardır. Kürtlerin sorunlarına çözüm bulmak, bu benzerlik kadar farklılığı da dikkate almayı zorunlu kılmaktadır.

Yeni bir Kürt aklı, dünyaya dağılmış bu kütleler arasında hem bir yakınlaşma sağlamalı hem onlardan bir grubu yok sayacak bir darlıkta olmamalıdır. Bu yeni akıl, Diyarbakır’daki Kürd’ün sorununa çözüm önerirken İstanbul’da ya da Paris’te yaşayan bir Kürdün yarınını yok saymamalıdır.  Çözümü üretirken Londra’daki bir Kürd’ün görüşünü önemsediği gibi Ürdün ya da Kırgızistan’daki Kürd’ün görüşünü de önemsemelidir.

Buradan yakın geçmişe bakıldığında, Kürtlerin yaşadıklarının arka planında ikisi kendilerinden kaynaklı, ikisi dışarıdan dört temel problem vardır:

Kendilerinden kaynaklı problemlerin ilki, kültürle ilgili olarak acıların normalleştirilmesi, ikincisi modernleşme ile ilgili olarak ulus devlet hedefine yaşamsal bir anlam yüklenmesidir.

Dışarıdan kaynaklı iki probleme gelince bunlar da, ikisi de Batı modernleşmesi ile ilgili olmak üzere,

İlki, Batı’nın milliyetçiliği bir sömürü aracı olarak kullanmaya devam etmesi ve ulus devletlerin siyasetlerini bu doğrultuda belirlemeleri diğeri ise bütün halkların kimliğini tehdit edecek boyuta ulaşan küreselleşmenin Kürtleri de etkilemesidir. Yeni Kürt aklı, bu dört soruna da karşı koymak durumundadır.

Bu mahiyette,

ACI KUTSANACAK BİR DEĞER DEĞİLDİR

Hint toplumunun sınıfsal yapısından bağımsız olmayan acı çekmenin kutsanması, dünyanın bu tür yaklaşımları aştığı bir çağda Kürtlerin esastan bir çıkmazı olmaya devam etmektedir.

Bireyin kutsal bir iyilik uğruna ya da kutsadığı değerler uğruna acı çekmesi, insanî bir yaklaşımdır. Lâkin acı çekmeyi hedeflemek insanî değil, aksine insanın varlığını tehdit edecek kadar riskli bir tutumdur.

Acının kutsanması ne yazık ki Kürtlerde bir kültür hâline gelmiş ve Kürtler, değişen dünya koşullarına rağmen acıyı kutsamaya devam etmektedirler. Öyle ki acı çekmek Kürtlerde, sadakatin ispatıdır. Hâlâ mitolojilerde olduğu gibi Kürtler nezdinde itibar kazanmak acı çekmeyi gerektirir. Eyleminin doğruluğuna, halkı için faydalı olup olmadığına bakılmadan acı çeken kutsanır ve önde tutulur. Çünkü acı ile samimiyet arasında doğrudan bir bağ kurulur ve eylemde samimiyet, “her şey” sanılır.

Bu, kabul edilemez. Çünkü acı çekenlerin bir kısmı, romantizme mahkumdurlar, tutumlarında genelin faydası söz konusu değildir. Eylemlerinde samimi olmaları, halklarının faydasına bir iş yaptıkları anlamına gelmez. Toplumun samimiyete ihtiyacı vardır. Samimiyet zarurettir. Lâkin samimiyet ile doğruluk, faydalılık farklı şeylerdir.

Bu husustaki hiyerarşiyi doğru tayin etmek gerekir: Söz konusu toplumların kurtuluşu olduğunda eylem, öncelikle kurtarıcı olmalı, bununla birlikte samimi olmalıdır. Yanlış bir eylemdeki samimiyet, yanlış bir eylemden dolayı çekilen acı kutsal değil, tehlikelidir.  Toplumun o acı ve samimiyeti kutsaması, varlığını tehlikeye atacak kadar yanlıştır.

Ne yazık ki Kürtlerin neredeyse bütün kesimleri bu konuda, çağın gerisinde kalan kültüre mahkumdur, kültürün prangasıyla tutulmuştur. Bir an önce bu prangadan kurtulmak gerekir.

Lâkin Kürtlerin acıyı kutsallaştırma ile ilgili sorunu bunu da aşmaktadır. Kürtler, sorunlarını çözmeye dönük çözümlerin kendisinde ve önerilerin yol alışında “acı” bulmuyorlarsa o çözümden ve o yol alıştan kuşku duymaktadırlar. Burada acının normalleşmesi değil, acı çekmek için uğraşan bir şuur altı söz konusudur. Bu hâldeki insan, varlığını acı ile özdeşleştirmiştir, acı çekiyorsa var olduğuna inanmaktadır.

Hâlbuki çözüm acı çekmek değil, acıya son vermektir. Bugünün “Düşünüyorum, öyleyse varım!” noktasında olan bir dünyada, acıyı kutsayan bir toplumu çözüm önerilerine inandırmak ve çözümün içine çekmek neredeyse imkânsızdır. Acıyı kutsayan bir toplum, acısını hafifletene düşman olur, acı çektireni kendi tarafında ise kutsar, karşısında ise bilinçaltında -onun var olmasını ister. Zira varlığını onun varlığına bağlar, onun varlığı ile açıklar. Kürtler, açıktan veya şuur altında bunu yaşamaktadır. Bu gayri İslâmîdir, Resûl-i Ekrem’e gelen vahiy karşısında kültür tağutunun yanlışlarına mahkûm olmaktır. Kurtuluş, körleştirici, köleleştirici bu tağuttan da kurtulmayı gerektirir.    

ULUS DEVLET HER DERDE DEVA DEĞİLDİR

Kürtlerin sorunlarının çözümü önünde, kendilerinden kaynaklı diğer bir engel ise modernizmin üzerlerindeki bir etkisi olarak ulus devleti her derde deva zannetmeleridir. Bu klasik anlayışta, toplumun ana yurdunda ulus devlet boyutunda hâkim olması, bütün sorunlarının çözümüdür ve en büyük kutsaldır.

Bu anlayış, bütün eylemleri ulus devlet hedefine endekslerken o hedef uğruna çalışanları kutsamakta, o hedef uğruna çalışmayan ve çalışmadığına inanılan herkesi dışlamakta, dahası hain ilan etmektedir. Oysa Kürtlerin sorunları, ana yurtlarında bir ulus devletin varlığını aşmaktadır.

Ne Ürdün veya Sudan’da yerleşik ve artık sadece el-Kürdi olarak kalan bir Kürd’ün ulus devlet sınırlarına dönmesi mümkün. Ne de Berlin’deki bir Kürt, ulus devlet sınırlarına dönecektir. Mevcut ulus devletlerin metropollerindeki Kürtler de ana yurtlarına dönecek değildirler.

Ana yurt merkezli ulus devlet takıntısı, her şeyden önce bu geniş varlığın dünyada saygın bir konum elde etme arayışlarının önünü kesmekte ve onlar arasında dayanışma yollarını da tıkamaktadır. İslam’ın yeryüzünde siyasal olarak hakimiyetini kaybetmesiyle darmadağın olan Kürtlerin meselesine çözüm, o varlığa kendi zemininde onurlu ve öncü bir konum kazandırmayı da kapsamak zorundadır. Ortak değerlerimizi öyle bir ihya etmeliyiz ki bizleri bulunduğumuz yerde yaşatsın, itibar sahibi kalsın, etkin bir iradeyle donanmış olarak bize öncü bir rol versin. İslâmî dönemde olan, bu idi.

Öte yandan ulus devlet takıntısı, ulus devletin bulunmadığı eski çağlarda bugün kimliğimizin inşasında yer edinebilecek kahramanların reddedilmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda Selâhaddîn-i Eyyûbî ve İdris-i Bitlisî dahi hain ilan edilmektedir. Bu, Kürt kimliğini tehdit eden korkunç bir yaklaşımdır. Aynı takıntı ile bugün büyük zorluklar içinde, ilim ve bilimde yol alan, dünya görüşleri ne olursa olsun Muhammed Ali Karadaği, Gazi Yaşargil, Fuat Sezgin, Aziz Sancar gibi küresel başarıların reddedilmesine neden olmakta, buna karşı meyhane şarkıcıları ve hafif meşrep sahne oyuncuları Kürt gençliğinin önüne model diye konmaktadır. Bu, köleliği kalıcılaştırıcı, lanetli bir duruştur. Kabul edilemez.

MİLLİYETÇİLİK SORUNDUR ÇÖZÜM DEĞİL

Batı, aynı coğrafya ve inancı paylaşan toplumları bölmek ve bölünen toplumları “modernleşme” potasına çekip dilediği gibi yönetmek için milliyetçiliği bir ağ olarak kullanmakta ısrar etmektedir. Küresel liberalleşme dalgasına rağmen Batı, İslam dünyasında ırkçılık boyutuna varan yeni milliyetçilik akımları oluşturmakta ve beslemektedir.  

İslam dünyasında kurulu ulus devletler, milliyetçiliği özünde Batı’ya karşı bir direniş olarak değil, Batı’ya teslim olmuş sayılmanın ve Batı tarafından kabul görmenin mutlak koşulu olarak bellemişlerdir. Milliyetçilik, onların büyümemesinin, kimi zaman içeride ve komşuları ile mutlaka çatışmaları için Batı’nın zorunlu gördüğü bir akımdır. Ulus devletler, bu zorunluluk potasında Batı’ya itaat hâlindeler. Onlardaki milliyetçilik Batı eliyle bu şekilde programlanmıştır, dolayısıyla özünde baskıcı ve çatıştırıcıdır.

Batı tahakkümü devam ettikçe bu ulus devletlerin milliyetçilik kısıtlılığından kurtulma ihtimalleri yoktur. Kürtler, bu gerçeği yok sayamazlar. Kürtler için çözümler önerenler, bu gerçeği yok saydıklarında onları aldatma konumunda olurlar.

Lâkin milliyetçilik, Kürtlerin sorunlarının sebebidir, çözümü değildir. Varlığının bilincinde olmak ve o varlık için gerekli unsurları önemsemek ile milliyetçilik farklı görülmelidir. Bu bağlamda, İslam dünyasının daha fazla milliyetçileşmesi değil, milliyetçilikten kurtulması Kürtlerin lehinedir. Kürtler, hak ve hukuklarını temel insanî değerler ve haklar bağlamında ifade ve talep etmeliler, çağın esareti olan milliyetçi kıstaslar içinde değil. Zira her milliyetçilik, yeni milliyetçilikler yol açar ki bu, Kürtler için asla çıkış kapısı değildir.

KÜRESELLEŞME DOST DEĞİLDİR

Küreselleşmenin hâkim unsurlar için tehdit, Kürtler gibi tahakküm altındaki toplumlar için ise kurtuluş olduğuna dair bir algı oluşturuluyor ve Kürtler, küreselleşmenin baş müttefikleri olmaya teşvik ediliyor. Oysa millî değerleri, ahlakı, aileyi yok etmekle küreselleşme bütün toplumlar için evrensel bir tehdittir.

Küreselleşme, ulus devlet metropolleri ile Batı’ya yerleşmiş Kürtler için olduğu kadar ana yurtlarında yaşayan Kürtler için de yakın ve büyük bir tehdittir. Kürtler, bugüne kadar kendilerini kabile, aile, cemaat bağları içinde korudular. Küreselleşme bunların tümünü tehdit etmekte; ulus devletler nispeten halklarını bu tehditten koruyacak önlemler alabilirken Kürtleri maneviyat dışında bundan koruyacak hiçbir önlem söz konusu değildir. Kürtlerin maneviyatının çökmesi, ulus devletler ile küresel güçlerin ortak çıkarıdır. Ulus devletler, Kürtleri asimile ediyor; küresellik yok eder.

Dolayısıyla Kürtler, küreselleşmenin ahlak ve maneviyat karşıtı, halkların millî varlığını silikleştiren, aileyi tamamen bitiren saldırılarına karşı ulus devletlerden dahi daha hassas olmak durumundalar. Kürtleri, ulus devletler karşısında avantajlı duruma getireceği bahanesiyle, küreselciliğin jandarmasına dönüştürmek, insanlığa ve Kürt halkına ihanettir. Kabul edilemez.

SONUÇ OLARAK

Kürtler, tarihlerini bir bütün olarak değerlendirerek kendilerini yaşatacak, kendilerine itibar kazandıracak ve kendilerini yeniden irade sahibi kılıp dünyanın önderleri arasına çıkaracak bir çözüme yönelmeliler. Bütün değerlerin tek hedefe yöneltilmesi, o hedef uğruna bütün değerlerin tüketilmesi doğru değildir.

Kürt varlığının idamesi ve küreselleşen dünyada kaynaşması için mutedil bir İslâmî anlayıştan daha toparlayıcı ve bütünleştirici bir çözüm yoktur. İslam, küre genelinde Kürtlerin varlığını silikleştirmez, ona güç verir. Kürtlerin ortak değerlerde buluşmaları ve birbirlerinin birikiminden yararlanıp sorunlarına çözüm bulmaları için İslam, vazgeçilemez bir imkân sunmaktadır. Katı ideolojik saplantılarla İslam’ın reddi Kürtlerin aleyhinedir. Kürtleri İslam’a karşı savaştırmak ise Kürtler için intihardır. Kürtler, küresel güçler ve ulus devletlerin bu yöndeki tuzağına düşmemelidir, düşmeyecektir.

Kürtlerin dini için bütün millî varlıklarını unutmaları gerektiğini öne süren hiçbir mutedil Müslüman yoktur. Zira böyle bir öneri, İslam’ın ruhuna aykırıdır. Böyle bir öneri getirecek olanlara karşı, İslam’ın ahkamıyla karşı koymak mümkündür. Oysa Kürtlerin yeni bir millî varlık kazanmaları için dinlerini terk etmelerini hatta dinlerini karşı savaşmalarını önerenler, emredenler, bu yönde baskı kuranlar, bu baskılara boyun eğmeyenleri ihanetle suçlayanlar vardır. Selamete ermek için bu tablo görülmelidir.

Kürtler için kurtuluş yolları, ideolojik bağnazlıktan uzak, farklı seçeneklere açık olmalı, kurtuluş reçeteleri Kürtleri içeride çatıştıracak değil, bütünleştirecek, bütüncül bir aklın eseri olmalıdır.

Bütünleşmek ve bütünleştirmek Kürtlerin yararınadır. İslam aleminin milliyetçi bağnazlıktan kurtulup kaynaşması Kürtlerin aleyhine değil, lehinedir. Kürtlerin İslâmî değerleri yok etmeye çalışan bir topluluk olmaları değil, İslâmî değerler üzerinde İslam dünyasını birleştirmeye çalışan bir konumda olmaları beklenir. Bu tarihî yol, onları yüceltecek ve öncüler arasına çıkaracak, Batı karşısında da yeni bir saygınlığa kavuşturacaktır.  

Dokuz bölümde özetlenen bu yazının Kürtler için yeni bir akıl yürütme ve çözüm geliştirme kapısı açması ümit ve duasıyla…

Bitti…