HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında dış ve iç gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Dış gündeme dair değarlendirmesinde Yapıcıoğlu, Gazze’de işlenen soykırımlara karşı hazırladıkları kanun teklifi ile ilgili milletvekillerinden destek isteyerek, birlikte çalışma çağrısında bulundu.
İç gündemle alakalı olarak; yeni anayasa çalışmaları, enflasyon, asgari ücret ve emekli maaşları ile buğday taban fiyatları konularını ele alan Yapıcıoğlu, bu başlıklarla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Basın toplantısında; Türkiye’nin de imzasının bulunduğu Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ve TBMM’nin işlenen soykırımlara karşı almış olduğu kararları hatırlatan Yapıcıoğlu, bu kararlar doğrultusunda somut adımlar atılmasını beklediklerini ifade etti.
Açıklamalarına Gazze ve Filistin’de gerçekleştirilen soykırımları dile getirerek başlayan Yapıcıoğlu, dünyada soykırım suçu işleyen siyonistlere karşı atılan adımları hatırlatarak “Son 24 saatte 100'den fazla şehit var. Enkaz altındakiler ile birlikte şehit sayısı neredeyse 50 bine dayandı. Küresel ölçekte insanlık vicdanı, zulme karşı isyan bayrağını yükseltiyor. Askeri ve ekonomik gücü elinde bulunduran iktidar sahipleri ise genellikle kör ve sağır numarası yapmaya veya kınamakla yetinmeye devam ediyor. Öte taraftan Filistin'i devlet olarak tanıyan ülkelere yenileri katıldı. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin başlatmış olduğu yargı sürecinde de yine siyonist soykırımcılar aleyhine müdahil olmaya karar verenlerin sayısı da artıyor. En son İspanya, Filistin'i devlet olarak tanıma kararından sonra Uluslararası Adalet Divanı’nda görülen soykırım davasına müdahil olma kararını da kamuoyuna açıkladı. Maldivler, israil vatandaşlarının ülkeye girişlerine yasak getirdi. Güney Afrika Cumhuriyeti başta olmak üzere bazı ülkeler aynı zamanda kendi vatandaşları olup da gidip soykırım suçlarına iştirak edenler hakkında yargı sürecini başlatacağını ve onları tutuklayacağını daha önce deklare etmişti.” dedi.
“Türkiye’nin de Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne imza atmıştır”
Taraflarından bir tanesi Türkiye olan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin başlangıç maddesi ve diğer ilgili maddeleri dile getiren Yapıcıoğlu şunları kaydetti:
“Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1946 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından imzaya açılmış ve 31 Temmuz 1951 tarihinde şartlar tamamlanınca, yeterli imza sayısı ve üzerinden geçen süreden sonra yürürlüğe girmiştir. Türkiye de bu sözleşmeyi Mart 1950 tarihinde onaylamış ve Türkiye açısından 31 Temmuz 1951 tarihinde bu sözleşme yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla Türkiye'de bu sözleşmenin taraflarından birisidir. Türkiye’nin de tarafı olduğu bu soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin başlangıç kısmı şöyledir; ‘Sözleşmeci taraflar Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96 sayılı kararında soykırımın birleşmiş milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen uluslararası hukuka göre bir suç olarak beyan edilmesini dikkate alarak, tarihin her döneminde soykırımın insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini kabul ederek, insanlığı bu tür bir iğrenç musibetten kurtarmak için uluslararası işbirliğinin gerekli olduğuna kanaat getirerek aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır.’ diye başlıyor.
Bu sözleşmenin 1. maddesi, ‘Önleme ve Cezalandırma Görevi’ başlığı taşımakta ve ‘Sözleşmeli devletler ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.’ Yani bu sözleşmeye imza atan her ülke bu sözleşmenin 1. maddesine göre soykırım suçunu önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt etmiştir. Türkiye'de bu sözleşmenin taraflarından birisidir.
Yine aynı sözleşmenin 5. maddesine göre ki bu maddenin başlığı ‘Uygulama Mevzuatı’dır. Bu maddeye göre ‘Sözleşmeci Devletler, bu Sözleşmenin hükümlerine etkililik kazandırmak ve özellikle soykırımdan veya üçüncü madde belirtilen fiillerden suçlu bulunan kimselere etkili cezalar verilmesini sağlamak için, kendi Anayasalarında öngörülen usule uygun olarak gerekli mevzuatı çıkarmayı taahhüt eder.’ Bu taahhütte bulunan ülkelerden bir tanesi de Türkiye’dir. Bu sözleşmeye imza atmış bütün ülkeler, dünyanın neresinde olursa olsun soykırım suçunu işleyenleri cezalandırmayı ve bu suçu önlemek için gereken çabayı taahhüt etmişlerdir. Kendi iç mevzuatlarında, iç hukuklarında gerekli düzenlemeleri yapmayı ve kanun çıkarmayı da taahhüt etmiştir.”
"TBMM'de, soykırım ve vahşetin durdurulması çağrıda bulundu"
Gazze’de gerçekleştirilen soykırımlar ile ilgili TBMM’nin almış olduğu kararları da hatırlatan Yapıcıoğlu, “Malumlarınız olduğu üzere 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Aksa Tufanı’ndan 10 gün sonra hastaneler bombalanmış, yüzlerce kişi birkaç bombayla, birkaç dakika içerisinde katledilmiştir. Bu hastane saldırısından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıp ortak bir bildiri yayınlamıştı. Mecliste grubu bulunan 6 partinin yetkililerinin imzaladığı bu ortak bildiride şu ifadeler yer alıyordu; ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün parti grupları ve milletvekilleri olarak bu vahşetin durdurulması için Dünya parlamentolarını, uluslararası toplum ve kuruluşlarını tutum ve inisiyatif almaya davet ediyoruz.’ Evet, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan 6 parti ve diğer bütün partilerle birlikte dünya parlamentolarına bir çağrıda bulunuyordu. Bu soykırım ve vahşetin durdurulması için tutum ve inisiyatif almaya davet ediliyordu.
Yine geçtiğimiz hafta 29 Mayıs tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bir karar daha aldı ve orada da ‘Bu katliamlara ve insanlık suçlarına sessiz kalmamak her bir ferdin ve insan haklarına değer veren her bir ülkenin boynunun borcudur.’ dendi. Yine aynı kararda ‘Türkiye Cumhuriyeti tüm kurumları ile tek ses olarak israilin durdurulması ve ateşkesin sağlanması yönündeki tavrını uluslararası camialara açıkça ilan etmektedir. Refah’tan gelen görüntüler hiçbir zaman unutulmayacak ve yaşanan katliamın faillerinin hak ettikleri cezalara çarptırılmaları için çaba sarf etmeye aralıksız devam edeceğiz.’ Bu da 1950 yılında imza atılan sözleşmede taahhüt edilen şeyin ete kemiğe büründürülmesine yaklaştığımızın bir işareti olarak anlaşılabilir. Biz en azından böyle anlamak istiyoruz.” diye belirtti.
“Soykırımcı katillerin hak ettikleri cezayı almaları için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz”
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararlarını hatırlattıktan sonra meclise sundukları kanun teklifi ile ilgili konuşan Yapıcıoğlu, tüm parti ve milletvekillerine de çağrıda bulundu.
“Evet, oradaki katliamın faillerinin hak ettikleri cezaya çarptırılmaları için herkes üzerine düşeni yapmalıdır.” ifadeleriyle sözlerine devam eden Yapıcıoğlu, “Bugüne kadar maalesef siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları hep çağrıda bulundu. Hep başkalarından bir şey yapmasını bekledi. Biz de Gazi Meclis’in çatısı altında temsil edilen siyasi partilerden birisi olarak Filistin halkı ile dayanışma içerisinde bulunmaya ve soykırımcı katillerin hak ettikleri cezayı almaları için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bu kapsamda soykırım suçuna iştirak etmiş bulunanların cezalandırılması için bazı kanunlarda değişiklik yapılması hususunda bir kanun teklifi hazırlayıp 27 Aralık 2023 tarihinde Meclis Başkanlığı’na sunduk.” şeklinde konuştu.
“Parti ayrımı gözetmeksizin bütün milletvekillerinin teklifimize destek vermelerini talep ediyoruz”
Parti ayrımı gözetmeksizin bütün milletvekillerinin tekliflerine destek vermelerini talep ettiklerini belirten Yapıcıoğlu, “Mecliste grubu bundan 6 siyasi Parti grubunun tamamına bu kanun teklifimizi ulaştırdık. Meclis’te temsil edilen 15 partinin grubu bulunan partiler dışındaki partilerin büyük bir çoğunluğa bu teklifimizi ulaştırdık İnşallah tek tek bütün milletvekillerinin maillerine bu kanun teklifimizi de göndereceğiz. Ve buradan şu hususu açık bir şekilde ifade etmek istiyorum. Evet, biz bir kanun teklifi hazırladık, bunu Meclis Başkanlığı’na sunduk ve diğer bütün partilerin desteğini istiyoruz. Ama eğer varsa değişiklik önerileri, bu teklifimizin üzerinde müzakere edip ortak bir teklif hazırlama ve birlikte çıkarma gibi bir teklifleri varsa, buna da varız. Buna da açığız. Bu ortak metni birlikte hazırlayabiliriz. Bizim arzumuz kınama kararları gibi bu kanun teklifi de oy birliği ile Meclisten geçsin." diye belirtti.
"Türkiye bir darbe anayasası ile yönetiliyor, ihtiyaç tamamen yeni sivil bir anayasadır"
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile gerçekleştirdikleri görüşmede yeni anayasa yapılmasına dair destek ve önerilerini bildirdiklerini söyleyen Yapıcıoğlu, “Orada yeni anayasanın ne şekilde hazırlanacağına ilişkin usul konusu konuşuldu. Sayın Meclis Başkanı’nın daveti üzerine biz de kendilerini ziyaret ettik. Ve daha önce yapmış olduğu çalışmalarla ilgili bilgiyi aldıktan sonra bizleri bilgilendirdiler sağ olsunlar. Biz de yeni anayasanın yapılması konusunda üzerinize düşen sorumluluğu yerine getirmeye, elimizi taşın altına koymaya ve gerekli katkıyı sunmaya hazır olduğumuzu ifade ettik. Orada da ifade ettik, çıkışta basın mensuplarına da söyledik. Aslında yıllardır söylüyoruz. Şu anda Türkiye bir darbe anayasası ile yönetilmektedir. Aslında 1961 yılından bu yana Türkiye darbe anayasalarıyla yönetilmektedir. 1982 Anayasası üzerinden kırk yılı aşkın bir süre geçti ve neredeyse bütün siyasi partiler, seçim beyannamelerinde ya da parti programlarında Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacının olduğunu ifade etmişler.” dedi.
“Türkiye'nin tamamen sivillerin yaptığı, adil ve özgürlükçü yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır”
Partilerini kurdukları ilk günden itibaren ve parti programlarında da yeni anayasanın yapılmasının gereklilik olduğunu belirttiklerini ifade eden Yapıcıoğlu, “Parti programımızda müstakil başlıklarımızdan bir tanesi ‘Millet İradesi ve Yeni Anayasa’dır. Bizim inancımız odur ki Türkiye'nin tamamen yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır. Sivillerin yaptığı, meclisin yaptığı ve halkın da onayladığı adil ve özgürlükçü bir anayasa bu memleketin hakkıdır, bu memleketin ihtiyacıdır. Darbe Anayasası’nda bugüne kadar irili ufaklı 21 kez değişiklik yapıldı. Maddelerin üçte ikisi değişti. Eğer 1982 Anayasası iskelet baz olarak kabul edilip ‘bu maddelerin hangisini değiştirelim’ diye bir çalışma yapılacaksa bu yeni bir anayasa olmayacak. 1982 darbe anayasasının üzerinde 22. kez değişiklik yapılmış olacak.” şeklinde konuştu.
“Hiçbir siyasi parti tek başına bir metin hazırlayıp bunu diğer tüm kesimlere dayatmamalı”
“Türkiye'nin ihtiyacı 1982 darbe anayasasının üzerinde 22. kez bir değişiklik yapmak değildir. Tamamen yeni bir anayasadır.” diye vurgulayan Yapıcıoğlu, devamında şunları söyledi:
“Bu şartlarda bugünkü Meclis aritmetiğinde siyasi yelpazenin her tarafında yer alan partilerin bir arada bulunduğu bir çatı altında böyle bir anayasa yapılabilir mi? Elbette bu kolay değil ama imkânsız da değildir. Siyasi partilerin bu kadar çeşitli olduğu bir Meclis aritmetiği bir yönüyle bu işi zorlaştırırken öbür taraftan aslında yeni bir anayasa yapmak için bir şans ve bir imkâna da dönüşebilir dönüştürülebilir. Yapılması gereken şey bize göre şudur; hiçbir siyasi partinin tek başına anayasayı değiştirme gücü olmadığına göre ki olsa bile hiçbir parti tek başına bir metin hazırlayıp bunu diğer tüm kesimlere dayatmamalı. Bir uzlaşma zemini aranmak zorundadır. Herkesin kendine göre kırmızıçizgileri, herkesin kendine göre olmazsa olmazları elbette vardır. Olabilir, doğaldır. Ama bu kadar çeşitliliğin olduğu bir toplumda veya farklı toplum kesimlerinin temsilcilerinin bulunduğu bir parlamentoda bir anayasa konuşulup tartışılacaksa, yeni bir anayasa yapılacaksa o zaman herkesin yapması gereken şey şudur; 'Ortak noktamız neresi? Hangi noktada bir araya gelebiliriz?' eğer bu niyet ve bu irade varsa ben inanıyorum ki bu meclis bunu yapabilir.”
“Meclis‘in yeni bir anayasa yapma yetkisi de, kabiliyeti de, hakkı da vardır”
Parlamentonun yeni bir anayasa yapma hususunda başarılı olmasına inanmak istediklerini söyleyen Yapıcıoğlu, “Anayasa ile ilgili yapılan tartışmalardan birisi de maalesef şudur; bazıları meclisin kurucu meclis olmadığını ve bu nedenle tamamen yeni bir anayasa yapamayacağını iddia etmektedir. Bazı siyasi ve hukuk çevreleri, bu iddialarını zaman zaman dile getirmektedirler. Bize göre çok ciddi çelişkiler barındıran bu görüş kamuoyunda tartışılsın, ta ki sadece darbecilerin seçtiği birkaç kişinin oluşturduğu ve adına danışma meclisi dendiği için kurucu meclis olarak kabul edilen meclislerin anayasa yapma hakkının olduğunu kimler savunuyor ve onların gerekçeleri nedir? Kimler de milletin serbest seçimlerle seçtiği temsilcilerinin bir anayasa yapmaya yetkisi ve Hakkı olduğunu savunuyor ve onların gerekenleri nedir? Bunlar kamuoyu önünde tartışılsın. Biz diyoruz ki Meclis’in yeni bir anayasa yapma yetkisi de, kabiliyeti de hakkı da vardır ve Meclis bu yetkisine sahip çıkmalıdır. İnşallah bu dönemde, bu parlamentonun yeni bir anayasa yapma ve millete olan borcunu ifa etme hususunda başarılı olacağına inanmak istiyoruz.” dedi.
“Hiçbir ücretin açlık sınırının altında kalmamalı”
Açıklanan enflasyon rakamları ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Yapıcıoğlu, emeklilik maaşı ve asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığını belirterek bu maaşlara ara zam çağrısında bulundu.
Yapıcıoğlu şunları söyledi: “Geçtiğimiz gün enflasyon rakamları açıklandı. Bu rakamlara göre yıllık enflasyon an itibarıyla %75'in üzerinde görünüyor. Hedefler tutacak mı? Bekliyoruz. Hep birlikte göreceğiz ama görünen şey şudur ki açlık sınırı emekli maaşını ikiye katladı. Açlık sınırı, asgari ücretin üzerine çıktı ya da diğer bir ifade ile asgari ücret artık açlık sınırının altında. Yoksulluk sınırı ise neredeyse bütün ücretli kesimlerin maaşını üzerindedir. Sınırlı sayıda bazı üst düzey yöneticiler hariç hemen her ücret, her maaş yoksulluk sınırının altında kalmaya başladı. 61.788 lira olan yoksulluk sınırı ve 18.969 lira olan açlık sınırı göz önünde bulundurulduğunda önümüzdeki temmuz ayı için başta emekliler olmak üzere dar gelirli vatandaşların enflasyona ezdirilmemesi sözü yerine getirilerek bunlara bir iyileştirilme yapılması ve hiçbir ücretin açlık sınırının altında kalmaması gerektiğini söylüyoruz.”
“Aile geçindirmekle yükümlü olan insanların 17 bin lira ile geçinmesini beklemek insafsızlıktır”
Merkez Bankası’nın asgari ücrete yapılacak ara zammın dezenflasyon sürecine zarar vereceği görüşü ile ilgili de değerlendirmelerde bulunan Yapıcıoğlu, “Eğer enflasyon sadece talepten kaynaklı ise yani talepten dolayı fiyatlar aşırı derecede yükselmişse, talebi kısmak enflasyonu düşürür. Doğru. Ama Türkiye'de yaşanan şey sadece talebe bağlı bir enflasyon yüksekliği değildir. Elbette gelirin üzerinde bir talep patlaması enflasyona da olumsuz etki etmiştir, enflasyonu yükseltmiştir. Bu inkâr edilemez. Fakat öte taraftan üretim maliyetlerinin çokça arttığı ve fahiş fiyat uygulamalarının da enflasyonu zıplattığı konunun takipçisi olanlar ve işin ehli olanlar tarafından açık bir şekilde görülmektedir. Sadece dar gelirlerinin gelirlerini biraz daha kısmak suretiyle enflasyon düşürmeye çalışmak daha önce de ifade ettiğimiz gibi dar gelirleri enflasyona yem etmektir. Dar gelirlilerin başta emekliler olmak üzere bu hayat pahalına tahammül edecek güçleri takatleri kalmamıştır. Bekâr Bir çalışanın yaşama maliyeti bile 24 bin lirayı aşmış iken çoluk çocuk sahibi aile geçindirmekle yükümlü olan insanların 17 bin lira ile geçinmesini beklemek insafsızlıktır.” diye kaydetti.
“Buğday taban fiyatları bir an önce açıklanmalı”
Son olarak henüz açıklanmayan buğday taban fiyatları ile ilgili çiftçilerin sorunlarını gündeme taşıyan Yapıcıoğlu, çiftçiden ÖTV alınmaması dâhil birçok konuyla ilgili konuşarak şunları ifade etti:
“Geçtiğimiz hafta çay ile ilgili açıklanan taban fiyatı üzerinden epey bir tartışma oldu. İyi veya kötü bir fiyat açıklandı. En azından çay üreticisi nasıl bir fiyat ile çayını vereceğini biliyor artık. Ama öte yandan özellikle memleketin tahıl ambarı olan güney illerimizde ve Orta Anadolu'da çiftçi, buğday ile ilgili taban fiyatın açıklanmasını bekliyor. Geçtiğimiz yıl yine gecikmiş bir şekilde taban fiyatları açıklanmıştı. Ve bu gecikmeden dolayı çiftçi ciddi mağduriyetler yaşamıştı. Mağduriyet yaşayan çiftçilerimiz bu sene yine hükümetten gelecek bir açıklama bekliyorlar. Bazı illerimizde buğday hasadı bitti. Özellikle sıcak olan Güney illerimize buğday hasadı yapıldı ama fiyat henüz belli değil. Geçen sene fiyatlar belirlenmediği için hasadı yapan çiftçi bir an önce borçlarını ödemek için bunu elden çıkarmak niyetiyle tüccara gitti ve kimisi zarara uğradı. 1 yıllık emeğinin karşılığında kazandığı 3-5 kuruştan daha fazlasını aracıların tüccarların kazanmasına yol açan bu uygulama terk edilmeli ve çiftçi henüz hasadı yapmadan fiyatlar açıklanmalıdır. Çiftçi, sabırsızlıkla taban fiyatının açıklamasını bekliyor.
Açıklanacak olan taban fiyatı hiçbir şartla çiftçiyi zarara uğratacak bir rakam olmamalı. Tarımın nasıl stratejik bir sektör olduğu, tarımsal üretimin ülkelerin bir güvenlik meselesi haline geldiği, konunun uzmanları tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Bu nedenle tarıma elverişli arazilerimizin bir karışının bile boş bırakılmaması için mutlaka çiftçi desteklenmeli. Hiçbir çiftçi toprağını ekerken ‘acaba zarar eder miyim?’ endişesine düşmemelidir.
Çiftçinin gerçekten köylünün milletin efendisi olduğu ve şehirlerde yaşayan insanların karnını doyurulmasında üstlendiği sorumluluğu gereği değeri bilinmelidir. Çiftçiler bir hazine gibi korunmalıdır. Mutlaka vatandaşın da ucuz gıda yemesinin bir formülü de bulunmalı. Bu anlamda çiftçiye verilen destekler artırılmalı kullandığı akaryakıttan ÖTV alınmamalıdır.” (İLKHA)