Bilindiği gibi, bir ülkenin göçmen-mülteci kabul etmesinin "insani", "siyasi", "ekonomik" vs. olmak üzere birçok nedeni vardır. İltica olayında önemli olan nokta, onların temel insani haklarının ne kadar korunabildiğidir.
Kendi ülkesini terk edip başka bir ülkeye gitmenin-iltica etmenin üç ana nedeni vardır:
Birincisi: Dini-siyasi farklılıkların yol açtığı göçler
İkincisi: İç savaş veya başka bir ülke ile yapılan savaşlar
Üçüncüsü: Deprem gibi tabii olaylardan veya ülkenin kötü yönetilmesinin doğurduğu ekonomik sorunlar.
Dini-siyasi göç diğer göçlerden farklı olup, hayati bir tehlike söz konusudur. Bunun diğer bir adı da hedef ülkeye iltica etmek veya hicret etmektir.
Göçmen- mülteci-muhacir alan ülkeler her ne kadar bu politikalarını "insani yardım" olarak tanımlasalar bile, şunu kesin bir dille ifade edebiliriz ki, en önemli nedenleri ekonomik, siyasi, dini, kültürel vb’dir. "İnsani yardım" dedikleri şey en sondadır.
Türkiye'deki göç olayına gelince...
Önceleri de Türkiye'ye göç vardı, ama oldukça sınırlı ve kontrollü idi. Fakat Suriye iç savaşı ile birlikte sayıları milyonlarla ifade edilen bir göç dalgasına maruz kalındı.
Arap Baharındaki olumsuzluklarda olduğu gibi Suriye iç savaşında da payı olan Avrupa ülkeleri ellerini çabuk tuttular ve Türkiye ile yaptıkları bir antlaşma ile birlikte milyonlarca göçmenin Türkiye'de kalmasını sağladılar. Fakat diğer yandan göçmenlerin nitelikli olanlarına da kapılarını sonuna kadar açmayı ihmal etmediler. Türkiye de her biri kendi alanında işinin ehli olan on binlerce Suriyeliye hak ettiği değeri vereceğine, onları Avrupa'ya adeta mahkûm etti. Onlar da adeta bir çeşit ikinci göç yaşarcasına kurtuluşu bir şekilde Avrupa'ya kapak atmada buldular. Ki Türkiye ile kıyaslandığında, maalesef haksız da sayılmazlar.
Türkiye'de bir cenahın kalan milyonlarca Suriyeliye karşı muamelesi de maalesef insani değildir. Irkçı saldırılara maruz kalmayalım diye tekrar edeyim; Türkiye'nin milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yapması elbette ki her türlü takdirin üstünde bir alicenaplıktır. Ancak aynı Türkiye’de aynı cenahın dünyaya örnek olan bu alicenaplığı, ırkçılıkla kirletmesine ve Arapça tabelaları bile sökecek kadar aşağı bir derekeye düşüp dolayısıyla insanlık suçu işlemesine de gönlümüz razı olmuyor!
Mesela Avusturya'da 200 bini aşkın Türk-Türkiyeli yaşıyor. Kurdukları derneklerin adından kurdukları işyerlerinin adına kadar ezici çoğunluğu Türkçedir. Araplarınki Arapça, Sırplarınki Sırpça ve Çinlilerinki Çince olur.
Ve ne bir bakan ne bir vekil ne bir bürokrat ve ne de bir vatandaş bu yabancı dillerdeki isimlere ve tabelalara el de uzatamaz, dil de...
Yok, biri haddini aşıp birtakım yetkililer veya bazı belediye başkanları gibi el ve dil mi uzattı? Onlar da işledikleri bu insanlık suçu nedeniyle Türkiye'deki gibi ödüllendirilmek yerine, utançlarıyla yaşamaya mahkûm edilirler.
Türkiye'ye ve o aşırı uçlara yakışan, mülteciler ile olan ilişkilerini insan onuruna yaraşır bir düzeye çıkarmak, bu bağlamda örneğin, mültecileri ucuz işgücü olarak görenlere göz açtırmamak ve bazen tabelalar, bazen adi suçlar üzerinden onların onuruyla oynamamak, oynayanlara hak ettikleri cezayı vermek! Aksi halde düşmanlarımızın bu ırkçılar üzerinden memleketimizi karıştırmalarının ve toplumsal barışımızı bozmalarının önüne geçemeyiz.