VAN HABER

MÜSİAD Van Şubesi’nden 2023 yılı değerlendirmesi

MÜSİAD Van Şubesi’nden piyasanın güncel durumu, ekonomik piyasalar ve yeni yıla ilişkin önemli mesajlar.

Abone Ol

Müstakil Sanayici Ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Van Şube Başkanı Ertuğrul Balibay, yaptığı yazılı açıklamada 2023 yılını ve güncel gelişmeleri değerlendirdi. Balibay, “Dün olduğu gibi bugün de güncel konulara, ekonomik piyasalara duyarsız kalmadık ve bundan sonra da kalmayacağız inşallah” dedi.

Gazze’de yaşanan soykırım, Şeyh Said meselesi ile yaklaşan yerel seçimler ve seçim süreci hazırlıkları hakkında konuşan Balibay, ekonomik piyasalara ilişkin önemli mesajlar verdi.

Yapılan yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi:

1990 yılında kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu olarak bugüne kadar yapmış olduğumuz çalışmalarda hep toplum menfaatini önceledik ve ekonomik alanlarda daha iyiyi nasıl elde edebiliriz diye çabaladık. Daha yüksek başarıları nasıl yakalayabiliriz türünden çabalarımız her zaman olmuştur. Beraberinde sosyal yaşantıyı, özellikle ticari piyasaları destekleyen, koruyan, kollayan farklı çalışmalarımız da olmuştur. 15-20 başlık adı altında toplum ve ticari piyasalarımızın yararına çalışan farklı yan birimlerimiz mevcuttur.

MÜSİAD olarak güncel konulara ve ekonomik konulara değindiğimizde, eksikleri tespit ve şikayetçi olmanın yanında farklı bir yol daha izlemekteyiz. Eksikler ve yanlışlar konusunda her bir vatandaş gibi bizlerde elbette ki şikâyetçiyiz, bununla beraber biz bir eksiği tespit ettiğimizde bunun çözümü ne olmalı diye çözüm önerileri de sunmaktayız. Bununda aslında muhalefet olmanın, eleştirel olmanın bir erdemliliğidir, gerekliliğidir diye düşünüyoruz  

Bu bağlamda baktığımızda son günlerde gündemimizi en çok meşgul eden 3 konuyu sayabilir, ekonomik anlamda da bir ekonomik gidişat çerçevesi çizip bazı bilgilendirmelerde bulunmak istiyoruz.

Güncel konulardan biri şüphesiz ki Gazze olayı, ikincisi mevcut yaklaşan yerel seçimler ve seçim süreci hazırlıkları, üçüncüsü de gündem olan Şeyh Said meselesi.

Bunlar güncel meselelerimiz. Ekonomik piyasaları değerlendirmek ve özellikle bugünlerde daha çok önem kazanan ekonomik piyasaların içerisinde önemli gördüğümüz asgari ücretlerin belirlenmesi ve 2024 yılında uygulanacak ücret politikaları üzerine de birkaç cümlemiz olacaktır.

GAZZE’DE YAŞANAN SOYKIRIM

Güncel konular içerisinde Gazze şüphesiz ki, çok değerli ve çok önemli bir yer kaplamaktadır bizler için. Çünkü bizler milli ve manevi duyguları olan bir STK’yız. Gazze niçin önemli? Aslında bu saatten sonra Gazze’yi saatlerce, satırlarca anlatmanın artık fazla bir önemi yoktur.

Çünkü dünya üzerindeki vicdan sahibi her insanın bunu anlamak isteyenin anlamış olması gerektiğine inanıyoruz. Bir farkındalık oluşturmak, bilgi sahibi olmayanlar için dünyanın her tarafında çalışmalar yapılmaktadır. Gerek STK’lar, gerek sivil insiyatifler, Ferdi girişimler ve gerekse de devletler, hükümetler bazında dünyanın her köşesinde bu zulmü duyurmak, farkındalık yaratmak için çalışmalar yapılıyor. Hepsi de bizim için değerlidir; ancak vicdan sahibi her insanın artık bu saatten sonra bunun çok detayına değil de ortada bir katliamın olduğunu ve tüm dünyanın gözü önünde bir avuç insanı düşük metrekareli bir alana sıkıştırıp imha politikasını hiç kimse görmezden gelemez. Biz MÜSİAD olarak, bir esnaf olarak, bir tüccar olarak baktığımızda aslında Gazze'de bugün canlarıyla bedel ödeyen insanlara yapılan vahşi zulmün aynısını aslında bu siyonizm 100 yıldır, 200 yıldır, 300 yıldır tüm dünyaya ekonomik olarak uygulamaktadır. Ama insanlar bunun farkına varamadılar. Çünkü basını da elinde tutan bu güçler, insanların uyanmasını, bilinçlenmesini, istemediler. Dünya ekonomisini uzun yıllardır elinde bulunduran, özellikle ürünlerin ham maddesine hükmeden bu Siyonistler, istedikleri zaman dünyayı belli ekonomik krizlere sokup istedikleri ürünün fiyatını yükseklere çıkarıp istedikleri ürünü, markayı batırabilme, eğer bitiremiyorsa satın alma yoluna giderek tekelleşme yolunda hızlıca yol aldılar. Tüm dünya üzerindeki ülkelerde nereye bakarsanız bakın temizlik alanında, gıda alanında, ilaç sanayi anlamında, otomotiv anlamında birçok sektörde bunların söz sahibi olduğunu ve tekel olduklarını, hammaddeye sahip olduklarını, hükmettiklerini görebileceksiniz.

Dünyayı bu nevi sarsan böyle sinsi bir mikrobun bu saatten sonra düzelebilme ihtimali veya umudunu taşımak tamamıyla hayalperest bir yaklaşım olur. Mikrop temizlenmelidir. Biz böyle görmekteyiz. Çünkü hem ekonomik anlamda hem yaşamsal anlamda insanların yaşam hakkına, çocuklara, hastanelere saldıracak kadar cani bir yapıdan bahsediyoruz. Bir kaç metre kare toprak için bunu yapan bir terör devletinin dünyanın ekonomisi için neler yapabileceğini varın siz düşününüz.

Dünyanın bir yıl içerisindeki gayri safi hasılası, yani çalışarak ürettiği para 50 trilyon dolarken bugün dünyanın borcu 300 trilyon dolar. Peki, bu nasıl oluyor? Bu borç kime belli değil. Bütün üretim 50 trilyon dolar ama borç 300 trilyon dolar. Bu nasıl oluşturuldu, bu para sistemleri nasıl kuruldu? Tüm dünya dolarizasyona nasıl bağımlı hale getirilebildi? Bu yeşil kağıtla bu dünyayı nasıl sömürdüler?

Rahmetli Erbakan’ın hocamızın sözleri kulağımızda çınlamaktadır. Üç kağıt ekonomisi; borsa, döviz ve faiz. Bunların tamamının bu siyonist güçlerin ellerinde olduğuna inanmaktayız.

Dolayısıyla Gazze tüm duyarlı insanların ister inançlı olsun, ister inançsız olsun ben insanım diyebilen, kendimi insan hissediyorum, insanca yaşamak istiyorum diyen herkesin davası olmalı, derdi olmalı diye düşünmekteyiz.

Dünya tarihine baktığımızda Kudüs ve Filistin toprakları özgür ve emin ellerde oldukları dönemlerde dünya barış ve refah içerisinde yaşamıştır. Bundan sonrada böyle olmalıdır…

YAKLAŞAN YEREL SEÇİMLER

İş adamları olarak Türkiye’de siyasetin eski saygı ve erdem kalıplardan çıktığını, tabiri caizse pazara düştüğünü, ele ayağa düştüğünü kısmen de olsa görmekteyiz. Hangi cenah olursa olsun, hangi parti olursa olsun aslında iddia olarak biz en iyisini yaparız veya parti tüzüklerine baktığınız zaman yanlış bir iddia kolay kolay görülmez. Herkes en iyisini yapma vaadiyle gelir ama uygulama bu şekilde olmamaktadır.

Tüccar insanlar olarak baktığımızda aslında kalkınmanın yerelden olacağına inanıyoruz. Dolayısıyla düzgün bir belediyeciliğin, iyi yönetilen bir belediyenin aslında merkezi hükümetlere çok da ihtiyaç bırakmayacağını, yerelde işlerin daha hızlı döneceğini, halkın daha mutlu olacağını, halkın kendi kendine daha rahat karar verebileceği bir ortamı oluşturacağını söylüyoruz. Bununda şehirlerin gelişmesinde, insanların refah seviyesinin yükselmesinde ve işlerinin hızlı görülmesinde iyi bir etki yaratacağını düşünmekteyiz.

Ancak son yıllarda tüm partiler için söyleyebileceğimiz şöyle bir durum var, adaylık ve ben kenti yönetebilirim diyen insanların profillerine, yöneticilik seviyelerine, bilinç seviyelerine, eğitim seviyelerine veya tecrübe ve teknik kapasite seviyelerine baktığımızda maalesef tasvip etmediğiniz bir durumla karşılaşıyoruz. Çünkü bu işler insanların bir üst seviyeye zıplama veya kendilerini pazarlama alanına, reklam alanına, tanıtma ve ego alanına döndüğünü en azından şehrimiz için söyleyebiliriz.

Öncelikle MÜSİAD olarak şöyle düşünüyoruz, şehri yönetecek bir insanın bilgi birikimi olması gerekiyor. Hem siyasal hem kültürel hem entelektüel bilgi birikimi, hem de teknik anlamda. Çünkü tekniği bilmeyen bir insanın belediyecilik yapma şansı yoktur.

İkincisi MÜSİAD’ın en çok dikkat etmiş olduğu itibar ve güvenilirlik. Buna siyaset dilinde ve toplumda liyakat denmektedir. Liyakat artık çok sıradanlaştığı için kelime olarak biz buna itibar ve güvenilirlik diyoruz. Bu anlamda talip olan şahsın bu özelliğinin olması gerekiyor.

Bir üçüncüsü; Hesap verilebilirlik yani ben bu şehri bu ilçeyi yönetmeye talibim diyen adayın seçimden önce seçim beyannamesini bir noter, bir taahhüt anlamında halka açıklaması gerekiyor ve seçildikten sonra belirlediği projelerin yapım-bitiş tarihlerinin denetlenebilir ve hesap sorulabilir olması gerektiğine inanıyoruz.

Bir belediye başkanının sosyal olması gerektiğine inanıyoruz. Bir belediye başkanının masadan ziyade sahada bir yönetim modeli oluşturması gerektiğine inanıyoruz.

Ekip ruhuna inanan bir insanın belediyecilik yapabileceğine inanıyoruz. Ama her şeyi ben yaparım, ben bilirim, ben yeterli olduğum için seçildim mantığıyla ortaya çıkan aday listelerini gördüğümüzde, maalesef kabul görebileceğiniz veya onay verebileceğiniz veya işte aradığımız kriter bu diyebileceğimiz bir aday profili görmemiş oluyorsunuz. Bu tüm partiler için geçerlidir. Burada sözümüz mevcut aday adaylarına değil, onlar da aklıselim olarak düşündüklerinde, kendilerini bir vicdan sorgusuna çektiklerinde aslında bizim MÜSİAD olarak ne demek istediğimizi çok rahat anlayabileceklerdir.

Çünkü bizim açıklamalarımız tamamıyla kişilere yönelik değil, şehrimizin menfaatlerine yöneliktir. Herkesin daha rahat bir şehirde yaşaması daha konforlu bir yaşam sürmesi amacını gütmektedir.

Dolayısıyla yerel seçimler yaklaşınca iş adamlarının, STK’ların, halk-toplum birliklerinin varsa kümelenmiş yapıların dikkate alınması gerektiği düşüncesindeyiz.

Tepeden aday atamalarının doğru olmadığını ve halk tarafından kabul görmediğini söylüyoruz. Karşıdaki insanın çok iyi, çok dürüst, çok efendi ve uyumlu olmasının da yeterli olmadığını, çünkü az önce saydığımız teknik anlamda bilgi birikimi, ekip kurma becerisinin aslında ön planda olması gerektiğini düşünmekteyiz. Nihayetinde STK’lar kamu yararına, halk yararına kurulmuş yapılardır. Tabii ki kendi partilerinin il yönetimleri, ilçe yönetimleri, delegeleri bunların da elbette söz sahibi olması gerekiyor. Tamamını harmanlamış ortak bir aday çıkarıldığı durumda hiç kimsenin itiraz etmeyeceğine inanan insanlarız.

Çünkü belediyeciliği genel seçimden daha fazla önceleyen insanlarız. Çünkü bizler tüccarız, bizler esnafız. İlimiz gayrisafi yurt içi hasılada 81. sırada. Kişi başına düşen milli gelir, yani yaptığımız üretim, kazandığımız para ve kişi başı gelirde 81. sıradayız. Bu bize birçok şeyi düşündürmelidir.

Eğitim sıralamasında 76 diye biliyorum, kentsel gelişmişlik sıralamasında 74. sıradayız ve sağlıklı yaşam uzun ömür sıralamasında yine 81. sıradayız. Tabiri caiz ise aç ve hasta bir şehir olmuşuz.

Burada kimi suçlayabiliriz? Tabii ki bu tür kötü verilerin tamamının sorumluluğunu bir kuruma, bir belediye başkanına, bir valiye, bir hükümete, elbette ki yüklemiyoruz. Bu toplumsal bir problem. Herkesin bir tarafından tutması gerektiği bir olay. Dolayısıyla burada halkın da bilinç seviyesinin yükselmesi gerekiyor. Halkında şehre sahip çıkması gerekiyor. STK’lara iş düşüyor, odalara iş düşüyor, siyasi partilere iş düşüyor ama belediyeciliğe daha fazla iş düştüğüne inanıyoruz.

ŞEYH SAİD MESELESİ

Şeyh Said bu memleketin bir değeridir. Bizler manevi duyguları olan insanlar olarak veya kendimizi manevi yapıya taraf gören insanlar olarak şunu söylüyoruz; Bu memleketin alimlerini, bilim adamlarını, tecrübesi yüksek insanlarını, güçlü siyasileri ve güçlü iş adamlarını harcamak çok basit ama kazanmanın çok zor olduğuna inanıyoruz.

Dolayısıyla bu memlekette ne kimseyi ötekileştirmek, ne kimseye kötülemek nede kimseyi çok aşırı derecede olabildiğince fazla yüceltmenin doğru olmadığına inanıyoruz. Şey Said’in de diğer İslam âlimleri veya diğer kanaat önderleri gibi bu topraklardan yetişmiş bu toprakların bir değeri ve evladı olduğuna inanmaktayız.

EKONOMİK PİYASALARA YÖNELİK AÇIKLAMALARIMIZ İSE AŞAĞIDAKİ GİBİDİR:

Piyasalara yönelik genel merkezimizin düzenli olarak yaptığı ve yayınladığı açıklamalar, çalışmalar mevcuttur. Raporlamaları mevcuttur. Sektörel anlamda olsun, aciliyet olan konular hakkında olsun düzenli çalışmalarımız mevcuttur. Özellikle SAMEKS verilerimiz aylık yayınlanmaktadır. Satın Alma Müdürleri Endeksi, Türkiye’de her ay düzenli şekilde yayınlanan bir verimizdir. Bu da ekonominin gidişatına yönelik üretici ve tüccara bir ışık tutmaktadır. Ekonominin Türkiye'de doğru, düzgün ve çok iyi olduğundan elbette söz etmiyoruz. Bir ekonomik kriz mevcut.

Bu özellikle pandemi ve sonrasında tüm dünyada hissedildi, belki bizde fazlası hissedildi. Çünkü biz kırılgan ekonomiye sahip bir ülkeyiz. Gelişmekte olan bir ülkeyiz. Sürekli sıcak paraya ihtiyaç duyan bir ülkeyiz. Gelişmişliğini tamamlamamış bir ülkeyiz. Sürekli ihtiyaçlarımız artmaktadır. Genç nüfusumuz var ve genç nüfus tüketime dayalı bir hayat yaşıyor.

İhtiyaçların eksikliğini kabullenmemektedirler. Dolayısıyla frenlemek mümkün olmayınca ihtiyaçların temininde sermaye açığı vermekteyiz. Sermayemiz bize yetmiyor ülke olarak. Kriz yaşayan diğer devletlere göre belki biraz daha derinden yaşadık ama şunu gördük ücretlerin satın alma gücüde çok gerilerde kalmadı. Bugün asgari ücretin satın alma gücünü son 20 yılla kıyasladığınızda, ekmekle, akaryakıtla, enerjiyle, tekstille, giyimle ve insan ihtiyaçlarıyla kıyasladığınızda aslında bir asgari ücretlinin veya kamu çalışanının çokda enflasyona ezdirilmediğini görmüş olacağız. Emekliler konusunda ciddi bir sıkıntı olduğunu bizde kurum olarak kabul ediyoruz. 7.500 TL’lik emekli maaşının kabul edilebilir bir seviye olmadığını veya bir diğer tabirle baktığımızda asgari ücret ile en düşük memur maaşı arasındaki makasın çok açık olduğunu görüyoruz. Bununda devleti ve devlet kurumlarında işe girmeyi cazip hale getirdiğini söylüyoruz. 657’ye tabi olmanın girişimcilikten daha cazip olduğu bir ülkede iyi bir ekonomik gidişattan veya büyüyen bir ekonomiden söz edilemez.

Nice kapasiteli insanlar bir girişimci olabilecekken devlet kanallarının cazip olmasından dolayı nasılsa devlet garantisi var, maaş iyi, gelecek garanti deyip risk almak istemeyip kendini 657’ye tabi etmesi piyasalar için en büyük handikaptır. Dolayısıyla en düşük devlet memurunun maaşı ile bir aileyi geçindiren asgari ücretlinin maaşı arasındaki makasın açık olması bir handikap.

Emeklinin bundan daha fazla kötü olması da ayrı bir handikap. Mevcut hükümetin, asgari ücretliyi satın alma gücüyle enflasyon arasında ezdirmediğine inanıyoruz. Ancak insanların ihtiyaçları değişken olduğu ve hızlı geliştiği için bu ücret politikalarının beklentileri karşılamadığına inanıyoruz. Asgari ücrete yapılan zamların yeterli miktarda yapılmasını, eğer bunun altında işveren eziliyorsa buna farklı bir formül uygulanması gerektiğine inanıyoruz.

Asgari ücretin olması gerektiği rakam 20 bin civarıdır. Çünkü 11.400 olan asgari ücreti, enflasyona dahi vurduğunuzda 18.000 civarı bir rakama denk gelmektedir. Yaklaşık olarak söylüyoruz, bunun en az 20 bin TL olması lazım. Çünkü yılbaşından sonra bir kamu görevlisinin maaşı 35 bin civarı olacak, ortalama kamu maaşı, 40 bine dayanacak. Asgarinin en az bunun yüzde 50’si olması bile çok kabul edilebilir değil ama en kötü ihtimalle yüzde 50’si olması gerektiğine inanıyoruz. Bunun bir insani hak olduğuna inanıyoruz. Evet, burada işveren tarafı var, işveren zarar ediyor doğru. Devletin burada bir teşvik sistemi geliştirmesi gerekiyor. Zaten asgari ücret ağırlıkta belli bölgelerde ve belli iş kollarında belli uygulanıyor. Sanayisini tamamlamış, iş gücü problemini çözmüş veya yaşamsal gideri yüksek olan büyük şehirler zaten asgari ücretle çalışan fazla çalışan bulamamaktadırlar.

Dolayısıyla Anadolu’ya kalıyor bu iş. Anadolu'da devlet, hükümet işverene farklı bir destek vermeli. Burada bir destekle işverenin yükünün hafifletmesi gerekiyor. Tüketiciler de hizmet kalitesi anlamında biraz daha esnek ve sabırlı davranıp belki işverenin çalışan sayısı bakımından rahatlamasını sağlayabilir. Yani düşük ücretle 5 kişi yerine iyi ücretle 4 kişi. Aynı maliyet ama iyi ücret alan insanlar kaliteyi de yükseltir. Bu açıdan bakıyoruz olaya, böyle olması gerektiğine inanıyoruz.

Asgari ücretin şuan konuşulan 15-16 bin bandının çok düşük kalacağını söylüyoruz. Çünkü 2024 yılı itibariyle asgari ücret açıklandıktan sonra bunun üretim tarafındaki maliyetlere çok kısa sürede yansıyacağını, başka çaresinin olmadığını ve yansıdığı zaman aslında verilen 15-16 binin şu anki asgari ücrete denk geldiğini görmüş olacağız. Dolayısıyla bu rakamların üstünde olması gerektiğine inanıyoruz. Her insanın temel ihtiyacını karşılayabilme imkânının olması gerekiyor. Evet, ülke olarak belki çok hızlı bir büyüme kaydettik. Az öncede söylediğim gibi ihtiyaçlarımız değişti biraz,yani eski nesil bilir, gelirimize göre biraz lükse kaldığımızı  kabul etmemiz gerekiyor.Yani her eksiğimiz temel ihtiyaç oldu bizler için. Aslında öyle olmaması gerektiğini düşünüyoruz.

Kimse orta sınıf bir arabaya, orta sınıf bir ihtiyaca artık göz kırpmıyor. Herkesin gözü daha iyisinde. Evet, insan en iyisine layıktır ama burada güç ve imkan da önemli. Ne ürettiğiniz de önemli. ‘Ne kadar ekmek o kadar köfte’, ‘yorganına göre ayağını uzatma’ mantığı toplumumuzda meşhur söylemlerdir.

Herkes otursun bu haline şükretsin demiyoruz ama şuda bir gerçektir ki; şükür kültüründen de uzak kaldık. Şükür kültüründen şikayet kültürüne geçtik. Alamadığınız her şey için sahip olmadığımız her ihtiyaç için şikayet etmeye başladık. Bu konuda hükümetin son dönemlerde gerçekten ekonomik anlamda ciddi tedbirler aldığına şahidiz. Geçmiş uygulamaların yanlışmı, doğrumu olduğu ayrıca tartışılabilir. Gerek faiz konusunda, gerek dövizi baskılama konusunda, gerek kur korumalı mevduat konusunda herkes farklı görüşler söyleyebilir. Ama bugün geldiğimiz noktada artık dünyada ülkenin kendi başının çaresine baktığı bir döneme girmiş bulunmaktayız.

Bizde bu konuda hükümetin ciddi adımlar attığına şahit olmaktayız. Ki bunun birkaç tanesi meyvelerini vermeye başladı. Özellikle otomotiv piyasasındaki fiyatlar aynı hızda devam etmiş olsaydı eğer aynı enflasyon oranına göre bir milyona satın alabileceğin bir otomobil şuan 2 buçuk 3 milyon olmuştu ama bugün fiyatının aynı kalması bile aslında geri gelmesi anlamına geliyor.

Bir çözüm beklentisi konut ve kira tarafında mevcut. Çünkü barınma ihtiyacı öncelikli bir ihtiyaçtır. Beslenme ve barınma ihtiyacı insanlar için önceliklidir. İnşallah yakın zamanda da kira ve konut alabilme konularında da düzenleme ve sağlanan imkanları görmüş oluruz.

Konut fiyatları belki maliyet anlamında artık özel sektörün altından kalkabileceği maliyetler değil. Şu anki piyasa fiyatları aslında gerçeği yansıtmıyor. Fiyatlar gittikçe de yükselecek gibi görünmektedir.

Ancak bu kira konusunda, emekli maaşlar konusunda, asgari ücret konusunda hükümet biraz daha ciddi adımlar atıp bu 3 kesimi korursa, piyasanın daha rahat edeceğine inanıyoruz. Bu vesileyle önümüzdeki 2024 yılının ülkemiz için iyi bir ekonomik piyasaya kavuşma yılı olacağını umut ediyoruz. Eğer sıkı tedbirler devam edecek olursa kısa sürede tünelin ucundaki ışığı görebileceğimize inanıyoruz. Gazze içinde kurtuluşun veya zafer nidalarını biran önce duymayı ümit ediyor tüm Vanlı hemşerilerimize, tacirlerimize şehrimizi daha yaşanabilir bir hale taşımak için çaba sarf etmelerini rica ediyoruz.”