“Kürt aklını” anlamak!- I

Abone Ol

Mevzuya şuradan başlayalım: Kavimlerin aklından söz edilebilir mi? Ne de olsa kavim, bir ortaklıktır ve akıldan yana bir ortaklık söz konusu mudur?

Soruları çoğaltabiliriz: Kavim ırksal mıdır, sosyal bir oluşum mudur? Akıl irsi midir, bir oluşum mudur? Bu yazı, kavmin kısmen, aklın da bir oluşum olduğundan hareketle kaleme alınmıştır.

Bugün bırakın Kürtler gibi yeryüzünün buluşma ve geçiş noktalarında varlık bulan bir kavim, neredeyse Güney Kutbu’nda dahi tamamen aynı köklerden gelen bir kavimden söz edilemez. Kavimler, aynı köklerden gelenlerin başka köklerden gelenlerle buluşmasıyla oluşmuştur. Akıl da insanın fıtratında bulunmakla birlikte aynı zamanda tecrübe ve farklı öğrenme yollarıyla hasıl olan bir insanî niteliktir.

Fert gibi toplulukların da akılları; inançları, yaşadıkları coğrafyalar, başka topluluklarla temasları, geçim koşulları, ticaretleri gibi farklı etkenlerle oluşur. Ortak inanç, ortak coğrafya, ortak temaslar, ortak geçim koşulları ve ortak ticaret tarzları gibi etkenler ortak bir davranış tarzı oluşturur ki o davranış tarzı aslında ortak aklın fiillerdeki karşılığıdır.

Bir yerde sürekliliği olan bir davranış benzerliği, bir tepki benzerliği varsa orada ortak bir akıl söz konusudur.

Çocukluğumda cami sobası etrafında oturan yaşlıların diğer kavimlerin Kürtlere yönelik eleştirilerinden şikayetlerini duyardım. Çevremizdeki kavimlerin Kürtler için “Kürde bê akıl (akılsız Kürtler)” demeleri hakaret boyutuna varan o eleştirilerin başında yer alırdı.

Emin olmamakla beraber bu hakaret mahiyetinde ağır eleştiri, aslında Kürtlerin modern sürece topluca tepki göstermeleri üzerine yayılmıştı. Çevre kavimler, Kürtlerin Tanzimat günlerinden itibaren sekülerlik ve Batıcılığa gösterdikleri ortak tepkiyi “akılsızlık (düşüncesizlik)” olarak tarif ediyorlardı. Onlara göre akılları olsaydı “Dün dündür!” der, dünyaya tabi olur, “kendilerini kurtarırlardı”.

Kürtlerin Batı’nın hakimiyeti, Batıcılık ve sekülerlik karşısındaki; dinsel ayrışma Yezidiliği, mezhepsel ayrışma Aleviliği dahi kapsayan ilk dönem tutumu, doğru veya yanlış, nihayetinde ortak bir tutum ise bu, Kürt ortak aklının varlığının güçlü bir kanıtı değil midir?

Ortak aklın bir özelliği de ayrışanı kınamak ve dışlamaktır. Hakikatte modernizme ilk evrede göz kırpan her Kürt, konumu ne olursa olsun, toplumu tarafından kınanıp dışlanmamış mıdır? Halbuki çevrelerindeki toplumların ana yapısı “büyüklerimiz bilir” diyerek eleştirseler bile modernizmi genel olarak sükunetle kabullenmemişler midir? 

Öte yandan “Kürde bê akıl!” ithamı aynı zamanda Kürtlerin duygu yanlarının rasyonel (matematiksel kâr-zarar) yanlarına baskın olması anlamında kullanılmıştır. Kürt, kendini malına ve kardeşine feda eder, malından üç kuruş kapan biri olursa onunla çatışmaktan hiç çekinmez, bu yönde kâr zarar hesabı değil, onur hesabı yapar. Namusuna biri halel getirdi diye ona karşı bütün ailesini muhacir konumuna düşürecek bir eylemde bulunabilir. “Neden yaptın?” dendiği zaman “Namus meselesi!” der. Bu ifadeyle eylemine meşruiyet kazandırırken aynı zamanda bu noktadaki bir meselenin kâr-zarar üzerinden hesaplanmayacağına işaret eder. Aç bile olursa misafir ağırlar. Misafiri düşmanı bile olsa ona zarar gelmesine ve onurunun kırılmasına müsaade etmez.

Bunlar yüzeysel bir bakışta “düşüncesizlik” gibi değerlendirilse de hakikatte “duygusal aklı”n önde oluşu olarak kabul edilmeli değil midir? Dahası Kürtlerin dinsel olarak ayrışan Ezidi ve mezhepsel olarak ayrışan Alevi kesimleri dahi aynı davranış tarzını sergiliyorsa bu davranış kabul görsün veya görmesin ortak bir aklın yansıması değil de nedir?

Gayet iyi hatırlıyorum, bir kısmı medrese eğitimli, tamamı ise güçlü askerlik anıları gibi, hac anılarına da sahip bilge yaşlılar, çevrelerindeki toplumların eleştirdiği ve akılsızlık olarak gördüğü hatta “Kürt kere (Kürt akılsızlıkta eşektir)” diyecek kadar uç noktada vurdukları bu hususları üstün insani hasletler olarak görürlerdi.

Bilge yaşlılar, iftiharla Kürtlükle yiğitlik, Kürtlükle mertlik, Kürtlükle namus hassasiyeti, Kürtlükle vefa arasında doğrudan bir ilişki kurar ve etraflarındaki kavimleri bu konuda kendilerinin gerisinde olmakla itham eder, bu yönde hatıralarından ve duyduklarından peş peşe misaller sıralarlardı.

İddiaları Kürt olanların aynı olumlu davranışlara, aynı üstün insani vasıflara sahip olduğu yönündeydi. Sonra olumsuz bir değerlendirme de yaparlardı. “Ne yazık ki!” derlerdi, biz bir değiliz, bizim ittifakımız yok, yoksa bugün böyle mi olurduk, diye hayıflanırlardı. Acıyı dillendirmek Kürt erkeğine genel olarak yakıştırılmaz, bunun için genellikle sohbetin son sözü bu olur ve grup dağılırdı.

Aynı yaşlılar, kusurları tamamen istisna olarak görür, yoldan çıkma, kendini yitirme ile ilişkilendirir, zaman zaman ise “Kurmanclık” alt kimliği ile ilişkilendirirlerdi. Kimi zaman “Kurmanc ne tı tişte (Kurmanc hiçbir şey değil!)” diyerek öfkelerini, hayıflanmalarını dışarıya kapalı, meclisten içeri (halka içi) sert bir öz eleştiri boyutunda dillendirirlerdi. Halka içi eleştiri diyorum çünkü yabancı biri Kurmancları eleştirse çıldırırcasına tepki gösterirler, tepki göstermemeyi ise asılsızlık ve özünü inkâr ihanetiyle ilişkilendirirlerdi.

Söz konusu hasletler, küresel ölçekte düşünüldüğünde özgün görülmeyebilir, pek çok toplumun ortak özelliği gibi kabul edilebilir. Ama bu hasletlerin Kürtlerde karşılık bulma tarzının özgün olduğundan neredeyse kuşku yok.

Yine Kürtlere uğrayan ya da onlarla karşılaşan dış gözlemciler, olumlu veya olumsuz anlamda Kürtleri benzer bir tutum içinde olan bir kavim olarak tanıtırlar. Farklı din ve kavimlerden tarihçiler gibi Moğol istilacıları, Osmanlı paşaları ve Batılı oryantalistler ya da askeri danışmanlar da Kürtleri hep benzeri davranışlar içinde olan bir kavim olarak tanıtmışlardır.

Modernizm, bütün toplumlarda çatışmalar oluşturdu ve bütün toplumlarda köklerden kopuşa yol açtı. Ama bugün bütün tahribatına rağmen hâlâ Kürtler arasında bazı tutumları yayabilmiş değildir. Örneğin Sol kesim üzerinden yayılmakla beraber hâlâ Kürtlerde şarap düşkünlüğünden söz etmek oldukça güçtür. Meyhanecilik bütün teşviklere rağmen diğer kavimlere göre oldukça ağır yol alıyor Kürtler arasında. Üstelik Kürtlerin bir bölümü ırk olarak şarapla haşir neşir köklerden gelmelerine rağmen bu gerçeklik izlenebiliyor.

Bu zayıf bir misal gibi gelebilir. Ama Kürt, aile ve aşiret bağları arasındaki ilişki o zayıflığı bertaraf edecek bir misaldir. Bugün kişileri köklerinden, aile ve aşiretlerinden uzaklaştıran akım karşısında farklı kavimlerden çok az kişi kendisini ailesi ve aşiretiyle tarif eder. Oysa Solun en uç isimleri dahi, azıcık dalıp militanlıklarını unuttuklarında kendilerini aile ve aşiretleri ile tanıtmaktan özel bir zevk alırlar. Aileyi ve akrabalık bağlarını yaşatmak, modernizmin bütün darbelerine rağmen hâlâ Kürtler arasında pek de kabul görmüş değildir.

Doğu ve güneyde ortaya çıkan dini etkileri coşkuyla yaşamak ama o coşku, büyük bir toplumsal güce ulaştığında onun getirisinden yararlanmamak, yararlanmayı ayıp saymak da Kürtlerin bilinen ortak özellikleri arasındadır. Buna karşı batıdan gelen dini etkilere epey kapalı olmak ve o yönde bir değişim içinde olmayı ayıplamak da Kürtlerin ortak özelliği mahiyetindedir.

Kürtler, doğu ve güneye genel olarak açık, batıya genel olarak kapalıdırlar. Bunu Marksizm başta olmak üzere fikirle aşmaya çalışanlar da başarısız oldular. Marksizm ancak ulusalcılık kisvesi altında Kürtler arasında ilgi görebildi. Marksizm de öncelikle Arap ve İranlı Marksistlerin maharetiyle İran, Irak ve Suriye Kürtleri arasında yayıldı. Diğer yandan Marksizm de başkalarından farklı olarak geleneğiyle bütünleştirip bir yarım din gibi benimsemek de Kürtlere özgü müdür? Araştırılmaya değerdir.

Kürt, dinine sıkı sıkı bağlı iken kültürü terk etmeye genel olarak yanaşmaz. Bunun için kadınlı erkekli halayı ezanla keser ve camiye koşup saf tutardı. Ama dinini yüceltirken kültüründen kaynaklı pek çok yanını kusur kabul ederdi. Kusur kabul etmekle beraber inatla yaşatmayı da sürdürürdü. Bu tutarsızlık onda oldukça renkli bir yaşam tarzı oluşturmuş.  

Kürtler, Moğol istilası devri dahil, değerlerini sivil olarak yaşatmak konusunda büyük bir kabiliyet edinmişlerdir. Başta kim bulunursa bulunsun kendisine ait bir yaşam alanı oluşturarak varlığını idame ettirir.

Sosyolojik olarak incelendiğinde Kürtlerde ortak bir aklın bulunduğuna dair güçlü veya zayıf, daha nice misal getirilebilir.

Şimdi bir de tarihsel sürece bakalım:

Ortak Akla İşaret Eden Ortak Tutumlar

Kürtler, İslam dinini kısa bir sürede ve neredeyse topluca benimsediler. İslam orduları ile birlikte fetihlere katıldılar, uzakları belki ilk kez tanıdılar.

Müzmin muhaliflik Kürtlerin pek de benimsemediği bir yoldur. Kürtler, Müslümanlar arasındaki büyük ihtilaflarda genellikle açık taraf olmaktan uzak durdular, kendilerini buluşturucu olarak gördüler.

Kürtler, İslam dünyasına hangi büyük Müslüman güç hâkim olduysa onun üzerinden istikrarın yanında durdular. Abbasîlerin Emevilere karşı kalkışmasında Kürt olması muhtemel Ebû Müslim istisnası ile birlikte Emevîleri desteklediler. Büyük ihtimalle, son Emevi hükümdarı ve yeğenleri Mervan b. Muhammed’in orduları içinde yer aldılar. Abbasî Devleti kurulduğunda ise onu yaşatmaya çalıştılar.

Başkaları dinlerini kendileri için yaşatmaya çalışırken Kürtler, İslam’ı benimsedikten sonra, pek çok vakada görüleceği üzere dinleri için yaşadılar.

Kürtler, Şafii mezhebini neredeyse topluca benimsediler. Aralarından daha sonra Hanefi mezhebine geçenlerle hiç sorun yaşamadılar. Yine aralarından farklı etkilerle Aleviliği seçenlerle de hiçbir zaman savaş denecek bir kavga içinde bulunmadılar.

Kürtler, Haçlı ve Moğol istilalarına yekvücut olarak tepki gösterdiler. Afganlar dışında neredeyse bütün Müslüman halklar Moğol istilası karşısında eğilmelerine rağmen onlar bizzat Moğol Kağanları tarafından anılacak kadar direndiler ve nihayetinde memlûkleriyle birlikte Moğolların yenilmelerini sağladılar.

Kürtler, Safevî Devleti’nin doğuda varlık bulup kendi coğrafyalarına açılmasına da birlik içinde karşı çıktılar ve hiç tereddütsüz Osmanlı birliğine katıldılar ve Safevilerin batıya açılmalarının önüne geçmek için çalıştılar.

Kürtler, yine tam bir birlik içinde I. Dünya Savaşı Rus, İngiliz ve Fransız yayılmacılığına karşı direndiler. Mondros Ateşkesinden sonra Osmanlı ordularının çekildiği coğrafyalarda bile savaşmaya devam ettiler. Dış güçlerin bütün vaat ve ithamlarına rağmen hiçbir noktada onların yanında durmadılar. Onlara yakınlık duyan bir kısım İstanbul eğitimli bey çocuklarına yakınlık duymadılar. Irak’ta İngilizlerle savaştıkları gibi Suriye ve Urfa-Antep hattında Fransızlara karşı cesurca durdular. Bitlis ve ötesinde de Ruslara karşı destansı bir mücadele verdiler. Aynı şekilde Sovyetlerin Kafkasları işgaline de yok olma pahasına bile olsa karşı çıkmışlardı.

Bütün modernist dönüşümlere rağmen bugün bile Kürtler arasında ortak davranış tutumları oldukça güçlüdür. Bununla beraber tarihsel Kürt aklının bozulması ve ayrışmasından söz edilebilir mi? Değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Oralara uzanmadan haftaya inşaallah Kürt aklının oluşumundan söz edeceğiz. Bu aklın inşasındaki etkenleri değerlendireceğiz.