'Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.' (İsra Suresi/ 37)
Eski elbiseli, fakir ve köse bir alim, bir hakimin mahkemesinde alimler sırasında oturur. Hakim ona sert sert bakıp 'senin yerin ora değil, git aşağıda otur.' diyerek kızar.
Âlim bakar ki olacak gibi değil, kalkar ve aşağılarda bir yerlere oturur. Derken alimler fıkıh konusunda tartışmaya başlarlar.

-Hayır, evet, kabul edemem, ben haklıyım, şeklinde her biri diğerine üstünlük kurma sevdasıyla mücadelelerini sürdürür, her biri bir dövüş horozuna döner.
Fakir alim sonunda dayanamaz, kalkarak:

-Lütfen bir kere de beni dinler misiniz? Bu konuda benim de bir söyleyeceğim var, der.
Önce dinlemezler fakat mecbur kalınca istemeye istemeye söz verirler.

Âlim, çok güzel bir üslupla konuya hakimiyeti ile onları ikna etmekle kalmaz, aynı zamanda gönüllerini de fetheder.
Sözünü öyle bir yere kadar götürür ki hakim ve diğerleri çamura saplanmış merkep gibi kalakalırlar.

Hakim hatasını anlar ve kendi cübbesini ve sarığını ona takdim ederek 'yazık olsun, senin kıymetini bilemedik, meclisimize şeref verdin, senin gibi faziletli birini kırdığımız için çok üzgünüz.' der.
Hakimin yardımcısı da sarığı alıp alimin başına sarmaya çalışır.
Âlim der ki:
Dur, çekil. 'Ben başıma şu elli arşınlık sarığı sararsam bana kibir gelir. Yarın eski elbiseli birini görürsem, onları beğenmemezlik yaparım. O sarık başımda oldukça, beni görenler halkı gözümde küçük göstermeye çalışırlar.

Sen sen ol sarığa sakala bakıp da kimseye kafa tutma. Çünkü sarık pamuktandır, sakal ise bir tutam ot gibidir. İnsanın başına akıl ve beyin lazımdır. Alçakgönüllülük ve merhamet ancak Mevla'ya baş eğerek, kul olduğunu hatırdan çıkarmamakla kazanılır' der.
Ey kendilerini dev aynasında görenler!
Durun bir dakika…
Etrafınızdaki insanlara az biraz dikkatlice baktığınızda sizler de görebilirsiniz, eğer görmeye cesaretiniz varsa ve yakabilecekseniz arkanızda bıraktığınız tüm gemileri.

Ve eğer istiyorsanız cidden, bilerek veya bilmeyerek Nemrutlaşmış, Firavunlaşmış zavallıcıkları görürsünüz.
Malum, dev aynası mağdurlarından bahsediyorum! …

Ah o aynayı bir bulabilsem, bulup da bu fanilere boydan bir göstersem kendilerini. Nasıl da apışıp kalakalacaklar. Hiçbir suçu olmayan ve gerçekleri gösterme pervasızlığıyla meşhur cansız ayna karşısında.

''Yahu ben böyle biri miyim insanların gözlerinde, beni böyle mi görüyorlar?'' derler mi acaba? Malum yerde iki büklüm kıvranıp ıkınan, fazladan yediklerini çıkartmaya çalışırken kan ter içinde kalan, necaset hamili et yığınları acaba, 'acaba' derler mi böyle?
Kendilerini tanıma veya bilme adına yaptıkları iyi işleri kendileri için delinmez zırhlar olarak görenler!
O nadide salih amelleri çer çöp haline getirenler!

Üç beş kitap okumuş, belki onu da okumamış veya okumuş gibi davrananlar!
Nerden buldum varsılları!
Halife-i ruyi zemin edasıyla salına salına yürürken, acaba sizin hakkınızda hangi kötü zannı büyütüyorlar o habis kalplerinde.

Kibrin zerresini, hardal tanesi kadarını bile kabul etmeyen aziz İslam, bu kirlileri nasıl taşıyor o güzide kucağında.
Biraz dikkat ederseniz göreceksiniz, o burnu göklere eren, güzel giysili, iyi traşlı nadide Hint kumaşlarını.
Öyle dudak büküp hor gözlerle etrafa bakmaları, 'Büyük dağlar Allah'a kalsın ama küçük dağları ben yarattım.' edaları!
Azıcık, azıcık dikkat ederseniz fevkalade bir şekilde tespit edeceksiniz bu asim güruhu.
Hasbelkader, bulundukları yerleri babalarının tekkeleri, veraseti zannediyorlar galiba. Pardon zannetmiyorlar, zaten öyle biliyorlar.
Allah'ım bizleri kibrin zerresinden bile uzaklaştır. Varsa içimizde bu habis ur, çıkar içimizden, ta ki senin salih kulların arasına girelim.
''Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?'' (Enbiya/10)
Kibirden çok ama çok uzak yaşamak dileğiyle… Fi Emanillah