İnsanoğlunun hayatı boyunca başına gelenler yaptığı tercihlerle ilgilidir. Yaptığı tercihin dünyada karşılaşılan sonuçları olduğu gibi ahrette de karşılaşılan sonuçları vardır. Dünyadaki karşılaşılan sonuçlar ister olumlu olsun ister olumsuz olsun geçici bir vaziyete sahiptir. Ama sonuçların uhrevi boyutu daha etkili ve daha kalıcıdır.

Günümüz Müslümanları olarak yapacağımız tercihlere azami derece dikkat etmeliyiz. Çünkü her yapılan tercihin mutlaka hem dünyamızı hem ahretimizi etkileyeceği bilinmelidir. Aksi halde hem dünyamızdan hem de ahretimizden olabiliriz.

Tarihten günümüze kadar tercihlerini Allah’ın rızası doğrultusunda kullanan kimseler dünya ve ahretlerini olumlu manada imar etmişlerdir. Konu ile ilgili asr-ı saadetten bir örnek vererek yazımıza devam edelim;

Asr-ı saadet kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlar için dünya ve ahret imarı açısından muazzam bir hayat örneğidir. Bu asırda yaşayan ve yaşantısıyla bizlere örnek olan güzide sahabelerden biri de şüphesiz Suhey b. Sinan’dır.

Suheyb b. Sinan, Abdullah bin Cüd’ân’ın azatlı kölesiydi. Bunun için yalnız­dı, güçlü bir kabilesi ve çevresi yoktu. Müslümanları yıldırmak ise müşriklerin tek vazifesiydi. Hele bir de sahipsiz birinin İslam’a girişini duyunca, zulüm da­marları daha da kabarıyordu.

İşte Suheyb bin Sinan da, İslam davası uğrunda müşriklerin zulmüne uğrayan Müslümanlardan birisiydi. Hz. Ammar ile Suheyb’e eşi görülmemiş zulümler tatbik ediyorlardı. Çıplak olarak zırh giydirip cehennemî güneşin kavurucu azabına terk ediyorlardı.

Bir defasında Mekke çarşısında Suheyb, Ammar ve Habbab birlikte giderler­ken müşriklerle karşılaştılar. İman kalesinin bu yüksek burçlarını bir arada gö­ren müşrikler, “İşte Muhammed’in beraber olduğu kişiler!” diyerek ağıza alın­madık hakaretler yaptılar. Çünkü onları yıldırmak için ellerindeki bütün işken­ce usullerini kullanıyorlardı. Ancak onlar müşriklerin karşısında susmadılar. Suheyb şöyle haykırdı:

“Evet, biz Allah’ın Peygamberi Muhammed’le beraberiz. Onunla oturup kal­kı­yo­ruz. Biz Allah’ın Peygamberine iman ettik, siz inanmadınız. Biz onu tasdik ettik, siz yalanladınız. Unutmayın! Biz Müslüman olduğumuz için değersiz de­ğiliz, siz de müşrik olduğunuz için asla üstün değilsiniz.”

Hz. Suheyb’in bu kahramanca cevabına tahammül edemeyen müşrikler, “Al­lah’ın ara­mızdan nimet ve rahmetine erdirdiği kimseler bunlar ha!”diyerek Su­heyb’in üzeri­ne saldırdılar. Hırslarını, kinlerini onu döverek alıyorlardı. Konuş­masına fırsat vermiyorlardı. Suheyb’i öyle dövmüşlerdi ki, zavallı ne söylediği­ni bilemez hâle gelmişti…

Ama Suheyb bütün bu işkencelere mukavemet ediyordu. Yapılan eziyetler onun için hak yolda sebat için bir teşvik kamçısı oluyordu. İmanı kat kat artıyor­du. Usanmak bıkmak bilmeyen bir azimle nurlu davayı omzunda taşıma gay­reti içindeydi.

Bu çileli ve ıstıraplı günler sona ermeye başlamıştı. Peygamberimiz hicretle emro­lunmuş, Medine’ye gitmek için yola çıkmıştı. Müslümanlar, tek tek o nuru takip ediyorlardı. Onsuz geçen zamanı ölü, sohbetinden mahrum kaldıkları an­ları boş sayıyorlardı. Suheyb bin Sinan da hicrete karar vermişti. Bir nebze de olsa Mekkelilerin eza ve cefasından kurtulmuş olacaktı. Fakat bir türlü fırsatını bulamıyordu. Nihayet Hz. Ali’nin hicret ettiğini görünce, hazırlığını yapıp Me­dine yolunu tuttu.

Hz. Suheyb’in hicret ettiğini duyan müşriklerden bazıları peşine düştüler. Ona mâni olmak istediler. Nihayet yetiştiler. Mekke’den ayrılmasına müsaade etmeyeceklerini belirterek şöyle dediler:

“Sen Mekke’ye bir köle olarak geldin. Fakirdin. Bizim sayemizde zengin ol­dun. Burada kazandığın serveti beraberinde götürmek istiyorsun. Buna razı ola­mayız, seni bırakmayız!”

Müşriklerin bu tehdidine ehemmiyet vermeyen kahraman Suheyb, bineğin­den aşağı indi, torbasından okları çıkardı. Karşısından dikilen Mekkelilere, “Benim çok isabetli ok attığımı hepiniz bilirsiniz. Bu okların hepsi­ni üzerinize yağdırırım! Oklarım biterse kılıcımla müdafaada bulunurum. Kılı­cım elimde, oklarım çantamda bulundukça hiçbirinizi yanıma yaklaştırmam!” diye meydan okudu.

Bu cesurca hitabe karşısında düşmanların dili tutulmuştu. Söyleyecek bir şeyleri yoktu. Çünkü bu İslam fedaisinin kendilerine kolay kolay teslim olma­yacağını iyi biliyorlardı. Fakat Mekkeliler onu bırakmak niyetinde değildiler. Bunun üzerine Suheyb şu teklifte bulundu:

Sizin gözünüz Mekke’deki servetimdedir. İlan ediyorum, ne kadar malım varsa hepsi sizin olsun. İstemiyorum. Çekilin yolumdan!”

Bu teklif, müşriklerin arayıp da bulamadığı bir şeydi. Suheyb beraberinde gö­tür­düğü mallarını da verince, müşrikler bayram ettiler. Suheyb dini, imanı uğ­runda malından, servetinden vazgeçmişti. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber’e kavuşmayı her şeye tercih etmişti.

Hayatına kısaca değindiğimiz bu güzide sahabe çok isabetli bir tercihte bulunup biz Müslümanlara tercihimizi Allah ve resulünden yana kullanmanın nasıl yapılacağını bize öğretmiştir. Söz konusu sahabenin tercihini Allah ve resulünden yana kullanması kendisini hem dünyada hem de ahrette aziz kılmıştır.

Dünya ve ahrette aziz olmak isteyen Müslümanlar tercihini Allah ve resulünden kullanmalıdır. Aksi halde dünya ve ahrette aziz değil zelil olurlar.