Zaman o kadar hızlı geçiyor ki, çocuklarımızın nasıl bu
kadar çabuk büyüdüklerine, bize yetiştiklerine anlam vermekte güçlük çekiyoruz.
Her birimiz için bu durum aynı olsa gerek. Çocuklarımız hızlı mı büyüyor? Zaman
mı çabuk geçiyor? Gibi sorular sarmalının içinde kafamızı yoruyoruz. Çoğu zaman
cevap bulamıyoruz. Ama bazen farkına varıyoruz ki bu soru veya sorularla vakit
geçirmek yerine zamanın hızlı aktığı, çocukların çabuk büyüdüğünü düşündüğümüz
süreçte bizler ne yapıyoruz? Örneğin evimizin bahçesine diktiğimiz fidanımıza,
fidanlarımıza ne derece önem veriyoruz? Onlara gerekli suyu, güneş ışınını,
gübresini vb. gerektiği kadar verebiliyor muyuz? Bakımlarını gerektiği şekilde
yapabiliyor muyuz?
Biraz düşünelim; Bahçemizde bulunan fidanlarımızın
yarınlarda bizlere, komşularımıza, çevremize meyve vermesini, fayda sağlamasını
beklerken çocuklarımıza da bu bakış açısı ile bakıp bu emeği verebilme çabasına
giriyor muyuz? Yoksa anneler, gün boyu çocuklarla iletişim kuramadığı, onların
dilini konuşamadığı için akşam eve gelen babaya şikâyet listesi mi veriyor?
Aynı şekilde bir zamanlar kendisinin de çocuk olduğunu, oyunlar oynamak
istediğini, anne ve babası ile eğlenceli vakit geçirmek istediği günleri unutan
baba, yavrusunu dinlemeden, ona zaman ayırmadan gün içerisinde yapılanların
listesine bakıp cezaya mı tabii tutuyor?
Şefkat bekleyen çocuğun, çok yorulan annesi elbette sizi
anlıyoruz. Anlamak zorundayız. Günün telaşını, yorgunluğunu henüz üzerinden
atamayan baba sizi de anlamamak mümkün değil. Fakat gelin bakış açılarımızı
biraz değiştirelim. Hatta bir örnekle konuşalım: ‘’Üç afacan sıcak bir öğle
sonrasının tadını çıkarmak için, biraz eğlenmek için bahçelerinde
hırsız-polisçilik oynamak istiyorlar. Çocuklarına bahçesindeki fidan gibi bakma
gayreti içinde olan anne de elbette oyuna dâhil edilmiştir. Çocuklardan bir tanesi annesini buluyor ve
annesine oyuncak tabancası ile ‘bam, bam, bam Anne sen öldün.’ Diyor. Anne bu
durumda yere seriliyor ve uzun bir süre yerinden kalkmıyor. Onları Pencereden izleyen komşu biraz telaşlı
bir şekilde gelip komşusuna doğru eğilince afacanların annesi tek gözünü açıp
sakın beni ele verme... Biraz dinlenebilmek için elime geçen tek fırsat bu
diyor.’’
Değerli anne babalar inceliğe bakar mısınız? Çocuklarımızın
yaşına inip onlarla çocuklaşabildiğimiz zamanlarımız olsun. Onların iletişim
dillerini öğrenme gayreti gösterelim. Bugün emek vermediğimiz fidanlarımız
(çocuklarımız) yarın hem kendilerine hem de çevrelerine toplumlarına fayda
vermeyen, zarardan ve bizlerin şikâyetçi olduğu bir nesilden öteye
gitmeyeceklerdir. Telefonla geçirdiğimiz zamanı onların iletişim dilini
öğrenmeye ayıralım. Bizler çocuklarımızın iletişim dilini, bizden
beklentilerini öğrendikçe yakınlaşacağız. Bizler iletişim dilini çözdüğümüz
çocuklarımızı istediğimiz şekilde yetiştirme yolunu bulmuş olacağız.
Mesela; bilmediğimiz, anlamadığımız bir dil ile bizimle
iletişim kurmaya çalışan bir insanı, bir süre sonra ya başkasına gitmesine
mecbur ederiz. Çünkü onu anlamıyoruz veya yanlış yönlendiririz. Aynı şekilde kendisini
bize anlatmalarına izin vermediğimiz, ruh halini anlamadığımız çocuklarımız ya
kendilerine bizlere kapatıp bizden ve aileden kopuk yaşayacaklardır. Ya da daha
önceki yazılarımızda da söylediğim gibi onları sevmeyen insanların, yapıların
seviyor gibi görünen gölgelerine sığınacaklardır.
Unutmayalım ki sevgiyi ifade etmenin en güzel yollarından bir tanesi İnşallah haftaya da değineceğimiz konu olan ‘’çocukları dinlemektir.’’ Bizler dinlediğimiz ölçüde anlayacak, anladığımız ölçüde emek verecek ve emek verdiğimiz ölçüde güzel nesiller yetiştireceğiz. Elbette zorlukları çok olacak. Ama bilelim ki en kıymetli taşlar bile denizlerin en derin yerlerindedir ve büyük emekler verilmeden o kıymetlilere erişemeyiz. En güzel şekilde dinlemek anlamak ve yönlendirebilmek duasıyla… Vesselam