Köşemize misafir ettiğimiz bu iki kavram, insanoğlunun dünyaya geliş gayesini anlaması ve buna bağlı olarak yaşamını idame etmesi açısından oldukça önemlidir. Çünkü peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır;” Dünya mü’minin zindanı kâfirin cennetidir.” Hadisin zahiri manasına baktığımız zaman mü’minin zararda olduğu anlaşılabilir. Ama hadisin kastettiği mana bu değildir. Allah (cc) mü’mine dünyayı layık görmemiştir. Çünkü dünyanın Allah katındaki değeri, peygamberimizin hadiste buyurduğu kadarıyla “ sineğin kanadı kadar bile yoktur.” Dolayısıyla mü’minin mükâfat yeri dünya değildir. Aksine onun mükâfat yeri genişliği gök ve yer arası kadar olan cennettir.
Bu açıdan bakıldığı zaman musibet kavramının Müslüman kavramıyla zikredilmesi Müslüman’ın zararda olduğu yönüyle anlaşılmamalıdır. Bilakis musibet mü’mini Allah’a yakınlaştırmaya bir vesiledir. Yine Allah (cc) bakara suresinin 214. Ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır;”Sizden önceki ümmetlerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden cennete girebileceğinizi mi zannettiniz.” Ayet bir soru cümlesidir ve aynı zamanda cevabı da kendi içerisinde bulunmaktadır. Yani eski ümmetler Allah yolunda başlarına gelen musibetlere katlanmışlar ve cenneti hak etmişlerdir. Günümüz Müslümanları olarak bizler de cennete girmeyi istiyorsak Allah yolunda başımıza gelecek olan musibetlere eski ümmetlerin sabrettiği gibi bizler de sabretmeliyiz ki mükâfat yeri olan cenneti kazanalım.
Her mükâfat, öncesinde birçok badireler barındırır. Ve bu badireler aşılmadığı müddetçe kimse mükâfat alamamıştır. Söz konusu badireleri atlatmak ve mükâfatı kazanmak için Müslüman’ın bazı hususları bilmesi ve buna göre hareket etmesi gerekmektedir. Bu hususlardan iki tanesini hatırlatmak istiyorum;
Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır;’’ Hiç kimsede bulunmayıp sadece mü’minde bulunan bir hal vardır; başına bir musibet geldiğinde ona sabreder bu onun için hayır olur. Allah (cc) kendisine bir lütufta bulunduğu vakit buna şükreder bu da onun için hayır olur.’’ Günümüz Müslümanları olarak başımıza bir musibet geldiği zaman hemen feryat figan etmemeliyiz. Bunun Allah’tan geldiği şuurunda olup neticesinde bizim için mutlaka mükâfat olduğunu unutmamalı ve dolayısıyla sabırlı ve hikmetli davranmalıyız.
Bediüzzaman Said Nursi veciz bir sözünde şöyle buyurmaktadır;’’ Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen ise hayatından lezzet alır’’ bu veciz söz, ister bir musibet olsun ister bir sevinç anı olsun meselelere nasıl bakılması gerektiği hususunu bize özetle izah etmektedir. Günümüzdeki birçok Müslüman’ın musibetler karşısında zaafa düşüp isyan etmeleri ve musibetin hikmetleri üzerinde düşünmemeleri, Said Nursi’nin tavsiye ettiği bu bakış açısından yoksun olduğunun delilidir. Evet, bu iki husus başımıza gelebilecek musibetlerin hakkımızda hayırlı olabilmesi için uygulamamız gereken önemli hakikatlerdir.
Malumunuz olduğu üzere son zamanlarda bilhassa memleketimizde ve dünya genelinde peş peşe musibetler yaşıyoruz ve yaşayacağız. İstanbul, Malatya, Elazığ ve Van’da yaşanan depremler ve dünya geneline yayılmakta olan corona virüsü ve daha adını sayamadığımız diğer musibetler…
Bu musibetler insanlar arasında hemen yayılıyor ve herkes haberdar oluyor ama çok az insan ibret alıp ve bu ibretlerin gereğini yerine getiriyor. Kanaatimce en büyük musibet de ibret almayan insanların durumudur. Corona virüsü nedeniyle maske takılıyor ama camiler boş, namaz kılanların sayısı çok az, ahlaksızlık diz boyu ve dünyevileşme hat safhada…
Yaşanılan her musibetin hem maddi hem de manevi tedbirleri vardır. Ama toplum olarak daha çok maddi tedbirlerle meşgul olup asıl tedbir olan uhrevi tedbirimizi ihmal ediyoruz ki o uhrevi tedbir ise kulluk vazifesini Allah (cc) ve Resulünün belirlediği şekilde yerine getirmektir. Başkale’de yaşanan deprem sonucu hayatını kaybeden için Allah’tan rahmet, acılı akrabaları için ise sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Allah’tan temennimiz, bu musibetleri insanların gafletten uyanmasına ve İslam ümmetinin yekvücut olmasına vesile kılmasıdır.