Halit Şavlı
Yüksek dağların doruklarında, derin vadilerin tabanında henüz kar bitmese de diğer yerler baharın yeşil tonu üzerinde renkten renge geçiş halindeydi. Güneş bir iki hafta yüzünü gösterdikten sonra toprak ısındı, bitkiler coştu. İnsanoğlunun varoluşundan beri alışık olduğu toprak kokusu yayıldıkça diriltici bir etki ile her şeye yeniden hayat bahşetti.
Gün geçtikçe süslendi doğa. Erkenci bahar çiçekleri en güzel süslerini takınıp başlarını semaya kaldırarak diğer bitkilere cesaret verdiler. Yeraltına saklanmış börtü böcek bir bayram sabahına uyanır gibi neşe ve coşkuyla dışarı çıktılar. Kuşların hayat dolu cıvıltıları mevsimin ruhuyla ahenk içindeydi.
Uzun kış günlerinin bedenlere, oradan da ruhlara sirayet eden yorgunluğunu atmak için insanlar günler boyunca doğaya çıkarak baharın tadını çıkardılar. Soğuk iklime ait tüm izler kaybolduktan sonra köylüler dağları tepeleri, yolları dereleri gezmeyi bırakarak bağ bahçe işleriyle meşgul oldular. Gökyüzü en açık mavisine bürünürken gelecek günlerin güzel olacağını vaat eder gibiydi. Güneşin tatlı sıcaklığı altında herkes işine gücüne gidiyor, dertsiz ve tasasız, akşama kadar çalışıyordu.
Ancak bir sabah çok uzaklarda, silueti görünen sarp dağların üzerinden kapkara lekeler görünmeye başladı. Karaltıyı görenler, “Yağmur mevsimi, galiba yağacak!” diye düşündüler. Önceleri kimse önemsemedi. Fakat yarım saate yakın bir zamanda, masmavi gökyüzü berraklığını yitirdi, güneş ışınları parlaklığını kaybetti. Oysa henüz önünde bir şey yoktu. Durumu fark eden bazı köylülerin içinde gizli şüpheler depreşmeye başladı. Kısa süre sonra uzaktan beliren bulut kümecikleri birleşerek gökyüzünü işgal eden siyah bir dev gibi geldiler.
İki saat içinde gökteki tüm mavilik kapkara bulutların ardında kaldı. Yukarıdan aşağıya doğru alçalan bulutlar ürkütücü ve acımasız bir canavardan farksızdı. Her an sağanaklar boşalacak gibi olmasına rağmen, korkunç bir sessizlik vardı. Şimşekler emir bekler gibiydi. Sabah saatlerinde bağa bahçeye iş için gidenler köye geri döndüler. Görünürde ne insan kalmıştı ne de başka bir canlı. Derin vadilerden çıkan sis, tepeleri yutarak düzlüğe doğru iniyordu. Yeryüzündeki varlıklar, yukarıdan gelecek tehlikeyi sezmiş ve çaresizlik içinde olacakları bekliyorlardı.
Köylüler korktukları için bir araya toplandılar. Büyüklere sorular soruldu, fikirler münakaşa edildi ancak kimse teskin edici bir söz söyleyemedi. Büyüklerin, eskilere dayandırdıkları rivayetlere göre bu hava durumu hayra alamet değildi. Bulut, rüzgâr ve sesle birlikte yok olup giden bazı toplulukların öykülerini duymuşlardı. Gittikçe konuşmalar kesildi ve herkes kendi iç sesiyle baş başa kaldı.
Nihayet öğleden sonra hafif başlayan gök gürlemeleri kısa sürede şimşeklerle birlikte kulakları sağır edecek boyuta ulaştı. Damar damar etrafa yayılan alev oklarından sonra korkunç gürültülerle bir yerlere yıldırım düşüyor, insanlar korkudan kaskatı kesiliyorlardı. Annelerine sımsıkı sarılan çocukların ağlama seslerinden başka, çıt yoktu. Ağızlar sonsuza kadar açılmayacak gibi kapandı. İri yağmur damlaları birer kurşun misali ağaç yapraklarını dövmeye başlayınca kaçışmalar başladı. Az korku herkesi bir araya toplamıştı. Fakat durumun ciddiyeti belirginleşince can derdi başladı. Korkular büyüdü ve canını seven güvenli yerlere koştu.
Köy içindekiler kurtulma derdine düşmüşlerken dağda av peşinde olan biri vardı. O kişi herkesçe cesareti ve mertliği ile tanınan Argeş idi. Gözünü budaktan sakınmayan bu delikanlı, havaya-suya, yaşa-kuruya aldırmadan her mevsim ava gider ve hemen her zaman eli dolu dönerdi. Bugün erken yola çıkmış, ufak tefek tepeleri keyfince dolanarak aşmıştı. Yolda oyalandığı için varmak istediği yere geç ulaştı. Sarp yamaçlardan, engebeli arazilerden geçmek yormuştu. Dinlenmek için yeterince vakit var düşüncesiyle biraz dinlendi. Artık av bölgesindeydi. Pusuya yatmak için uygun bir yer ararken gözleri yoğunlaşarak ilerleyen bulutlara takıldı. Bulunduğu yerden bir hayli uzakları görebiliyordu. O, fırtınanın gelişini köylülerden çok önce fark etti ama onca yolu gelmişken geri dönmeye niyeti yoktu. Yayını boynundan çıkardı, oklarını uygun biçimde yere koydu ve fırsat kollamaya başladı.
Yakınlarda bolca av bulunmasına rağmen görünürde ne kuş türleri ne kürklü hayvanlar ne ceylan sürüsü ne de başka bir şey vardı. Yer değiştirme fırsatı bulamadan hava bozdu. Rüzgâr çok çabuk sürükledi bulutları. Esintili ve yağmur yağmaya yüz tutmuş havada hiçbir canlı yuvasından çıkmazdı artık. Yağmur başladı. Sağanak geçene kadar bir kayanın dibine çökme düşüncesiyle kendine müsait bir yer buldu. Oyalanmak için öylesine topladığı çalı çırpı parçacıklarını üst üste yığarak ateş yaktı. Dağın serin havasında ısınmak hoşuna gitti. Ateşini diri tutmak için üstüne kalın odunlardan attı. Kayanın ısınan kenarına sırtını dayadı, gözlerini ateşin kızılımsı yalazlarına dikerek düşüncelere daldı. Bakışını ateşten kaldırıp çevreye yöneltince küçük çaplı bir korku yaşadı. Yarım saat önce keyifle izlediği sıra dağlar, irili ufaklı vadiler, yamaçlara kurulmuş köyler, ağaçlar, dereler, tepeler… Her şey yok olmuştu sanki. Çünkü kopkoyu sis yığınları her yeri kaplamış, nehir misali aşağılara doğru akıyordu. Sanki yabancı bir arazideydi. On metre ötesi sonsuz bir uçurum gibi belirsizdi. Sislerin yuttuğu yerleri hayalinde türlü türlü şekillerde tamamlamaya çalıştı. Ne var ki şimdi yön bile tayin edemiyordu.
Beklemekten başka çaresi olmadığı için olduğu yerde kalakaldı. Yorgunluğuna, ateşten yüzüne yansıyan ısı eklenince uykusu geldi. Fakat köylüleri de ürküten o gök gürlemeleri ve şimşek çakmaları aniden başlayınca dalgınlığından sıyrıldı. Yağmurun şiddeti artınca sis birazcık dağıldı. Ancak gökten gelen korkunç seslerle cesur Argeş’in kalbi hızlıca çarpmaya başladı. Neydi bu olanlar, neler oluyordu?
Bulutlar birer depo gibi ve yağmur damla damla değil adeta yukarıdan musluklar açılmışçasına hızını arttırdıkça arttırdı. Kuru dalları zevkle yakan ateş daha fazla dayanamadı, söndü. Daha korunaklı bir yer bulmak lazımdı ama Argeş fırsat bulamıyordu. Şimdi üstü başı ıslandığı halde ayaklarının dibinden bulanık sular akıyordu. Görüş mesafesini kontrol etti. Daha geniş bir alanı görebiliyordu artık. Yerinden ayrılmayı düşündü ve hangi yöne doğru gidebileceğini hesaplarken başının üstünden bir karaltının geçtiğini fark etti. Elini alnına siper edip iyice dikkat kesilince karaltının kuş sürüsü olduğunu anladı. Üstelik kuşlar yakın sayılabilecek mesafede yere kondular. Bu dakikadan sonra hiçbir şey onu yerinde tutamazdı. Sadece kuşların kondukları yere odaklanarak düşe kalka ilerledi. Kendisini saklayabilecek büyüklükteki taşların hizasında sessizce yaklaştı. Yeterince yaklaştığından emin olunca önündeki kayanın üstünden başını hafifçe uzatıp baktı.
Argeş, gördükleri karşısında o derece şaşkındı ki küçük dilini yutacak gibi oldu. Çünkü büyüklerinden duyduğu öykülerde geçen kuşlardı bunlar. Kaf Dağı’nın kuşları…
Gagaları kırmızı renkli, orta boylu, geriye doğru gittikçe kalınlaşırken, başları altın sarısı tüylerle asalet abidesiydi. Boyun kısımları sarıdan turuncuya, siyahtan açık beyaza ve gökkuşağını andıran karma parlak renk cümbüşüyle zarafet aksettiriyordu. Sırt bölgesinde her birinin farklı olmak üzere el büyüklüğünde simetrik ve benekli desenleri vardı. Kanatların geriye doğru uzayıp giden derli toplu tüyleri uç kısmıyla yerleri süpürüyordu. Etine dolgun olduğunu gösteren alt gövde yekpare renkten olup yine kiminde kırmızı, kiminde yeşil ve kiminde de daha değişik renkteydi. Arap atlarının şaha kalkarken ihtişam dolu duruşlarını andıran kuyruklarıyla kuşlar Argeş’i kendinden geçiriyordu. Beyaz zemin üzerine daire çizen siyah gözler ile çevrede bulunan kuşlara göre iri olan cüsselerini kibarca taşıyan biçimli ayaklarıyla bir başkaydı bu kuşlar! Hayranlıkla baktı, baktı, baktı.
Demek ki Kaf Dağı vardı ve bu kuşlar yollarını şaşırıp o efsane dağdan geliyorlardı. Köyün yaşlılarından duyduğu şu sözler geldi aklına: “ Adı ‘Kaf’ olan çok büyük bir dağ var. O dağı çok az insan görmüştür. Ama hemen hemen herkes bir defa bile olsa rüyasında görür onu. Zirvesi bulutların üstünde olup vadileri yerin üç kat derinliğine kadar iner. Gördüğümüz büyük dağlar onun eteğinde ancak bir tepe kadardır. Bütün kaynak suları oradan yeraltına sızıp gelir. Bulutlar Kaf Dağı’nın sis kümelerinden oluşur ve rüzgar da orada bulunan Simurg ile Anka kuşlarının havalanırken kocaman kanatlarını çırpmalarıyla meydana gelir. Gece rengini gölgesinden alır. Oraya giden bir daha geri dönememiştir. Nice babayiğitler orayı görme sevdasıyla yola çıkıp da kör karanlık dehlizlerde kaybolup gittiler!..” Devamı Gelecek