Allah'ın adıyla
Bir zamanlar 'Müshadün' adında bir memleket varmış. Bu memlekette Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler ile birlikte Putperest, müşrik ve ateist gibi ilahi dinlerden uzak insanlar da yaşarmış ancak en güçlü topluluk hatta memleketin hakimi konumunda olanlar Müslümanlarmış. Çünkü başlarında 'Vahdet' adında bir Sultan varmış. Bu Sultan, son derece heybetli ve çok cesur biriymiş. Müslümanlara karşı da çok merhametli ve şefkatliymiş. Müslümanları çok iyi idare edip onları güzel bir şekilde himaye edermiş. Onun korkusundan kimse Müslümanların gölgesine bile yanaşamazmış. Müslümanlar da onun sayesinde güven içinde yaşarmış.
Yahudi ve Hristiyanlar, Müslümanların bu durumundan çok rahatsız olurlarmış ancak Sultan Vahdet'in korkusundan seslerini çıkaramazlarmış. Diğer topluluklar ise kendilerine karışılmasın diye çıtlarını bile çıkarmazlarmış. Fakat bu durum Yahudi ve Hristiyanları o kadar rahatsız etmeye başlamış ki artık tahammül edemez bir hale gelmişler. Kendi aralarında gizli gizli toplantılar düzenleyip Müslümanları nasıl zayıflatabileceklerini ve hakimiyetlerine nasıl son verebileceklerini hararetli tartışmaya başlamışlar. Toplantılar birbirini izlemiş. Kimisi; 'Müslümanlara karşı topyekun savaş açalım ve onları yok edelim' demiş, kimisi; 'Onlara genel ambargo uygulayalım ve her türlü ilişkiyi keselim' demiş, kimisi; 'Sultan Vahdet'i öldürelim, o ölürse Müslümanlar dağılır ve güçsüz kalırlar' demiş.
Bu şekilde günlerce, haftalarca ve hatta aylarca konuşmuşlar, tartışmışlar ve neticede Sultan Vahdet'i öldürme fikri ağır basmış. Ancak bunu nasıl yapacaklarına bir türlü karar verememişler. Bunun için defalarca oturup planlar yapmışlar fakat bir türlü bu planlarını uygulayamamışlar. Sultan Vahdet'i öldüremeyeceklerini anlayınca bu fikirlerinden vazgeçmişler ancak her ne pahasına olursa olsun onu tahttan indirmeye karar vermişler. Bu sefer Sultan Vahdet'i tahttan indirmenin yolunu bulmak için toplanmaya başlamışlar. Günlerce, haftalarca bunun için oturup konuşmuşlar, tartışmışlar ve neticede Sultan Vahdet'i tahttan indirmenin yolunun, ancak Müslümanlarla arasını açmakla mümkün olduğuna karar vermişler. Bu fikir onların çok hoşuna gitmiş. Sultan Vahdet ile Müslümanların arası açılırsa artık Müslümanlar Sultan Vahdet'i dinlemez, böylece Sultan Vahdet de Sultanlığını yapamaz ve Müslümanlar zayıf düşer diye düşünmüşler ve buna çok sevinmişler. Bu kararlarını kutlamak için büyük bir şölen düzenlemişler, oynamışlar, eğlenmişler.
Artık sıra, bu planlarını nasıl uygulayacaklarına gelmiş. Oturup uzun, uzun konuşmuşlar, ince hesaplar yapmışlar ve Sultan Vahdet ile Müslümanların arasını açmanın nasıl olabileceğine bir şekil vermişler. Bunun için bir komisyon kurmuşlar ve bu komisyona yetki vermişler. Bu komisyon, yeteri kadar uygun eleman aldıktan sonra bu elemanları önce iyice eğitmiş ve Müslümanların bulunduğu bölgelere göndermiş. Bu konuda hiçbir masraftan da çekinmemiş. Müslümanların bölgelerine dağılan bu şahıslar, gittikleri yerlerdeki ortam ve şartları da dikkate alarak şeytanın sağdan yanaşması gibi habire Müslümanlara Sultan Vahdet aleyhinde konuşmaya, onu kötülemeye ve gözden düşürmeye çalışmışlar. Zamanla birçok Müslümanın kafasında şüpheler belirmiş. Onlar da kendi aralarında Sultan Vahdet hakkında menfi konuşmaya başlamışlar. Zaman içinde öyle bir hale gelmişler ki birçok bölgede Sultan Vahdet'i istemeyenler ortaya çıkmış. Bunlar, Sultan Vahdet'in kendi bölgelerine karışmamasını ve kendilerini rahat bırakmasını istemeye başlamışlar. Bazıları o kadar ileriye gitmiş ki Yahudi ve Hristiyanlardan destek talep etmeye ve hatta onlarla işbirliği yapmaya bile başlamışlar.
Sultan Vahdet, durumun gittikçe kötüleştiğini görüyormuş ancak Müslümanların halini düzeltmek için ne yapsa fayda vermiyormuş. En sonunda dayanamayıp Müslümanları terk etmiş ve başka bir memlekete gitmiş. Müslümanların bir kısmı üzülmüş ancak bir kısmı da Sultan'ın idaresinden kurtuldukları ve kendi başlarına kaldıkları için sevinmişler. Hatta bazıları şenlikler düzenlemiş ve bunu kutlamışlar. Sultan'ın memleketi terk etmesiyle Müslümanlar arasında dağılma ve çözülmeler başlamış.
Buna en çok sevinenler Yahudi ve Hristiyanlar olmuş. Yıllardan beri hayalini kurdukları güne kavuşmuşlar. Artık rahatlıkla Müslümanlara karşı gelmeye, onların bölgelerine girmeye ve mallarına göz dikmeye başlamışlar. Bazı yerlerde arazilerine el koymuşlar, karşı çıkanları vurmuşlar, ellerindeki maddi imkanları almışlar. Müslümanların bazı mahallelerini işgal etmişler ve onları oradan sürmüşler. Müslümanlar dağınık oldukları ve başlarında Sultan Vahdet gibi biri bulunmadığı için artık kendilerini savunamaz hale gelmişler. İçine girdikleri acizlik ve çaresizliğe hal çaresi ararken, bu sefer bir kısmı birbirlerini vurmaya başlamışlar. Bu hal, Müslümanları iyice zayıf düşürmüş. Artık Yahudi ve Hristiyanlar, istediklerini yapabiliyorlarmış.
Müslümanların içine düştükleri bu durum, onları kara, kara düşündürmeye başlamış. Bunun böyle gitmemesi gerektiğini dile getirmeye başlamışlar. Bazıları kendi aralarında toplanıp konuşmaya ve buna bir çare bulmaya çalışmışlar. Ne yapalım, ne edelim derken; aslında Sultan Vahdet'in memleketi terk etmesinden sonra bütün bunların başlarına geldiğini, mutlaka Sultan Vahdet'in tekrar memlekete geri getirilmesi gerektiğini söylemişler ve bunda ittifak etmişler. Ancak Müslümanların hali artık eskisi gibi değilmiş. Bütün olup bitenlere rağmen Sultan'ı istemeyenler varmış. Hatta, her türlü vahşeti yapmalarına rağmen Yahudi ve Hristiyanlarla işbirliği içinde olmayı ve dost kalmayı isteyenler bile varmış. Bunlarla oturup konuşalım ve ikna edelim demişlerse de bunu bir türlü başaramamışlar.
Sonunda kendi aralarında söz birliği yapmışlar ve gidip Sultan ile konuşup ikna etmeye ve memlekete geri getirmeye karar vermişler. Aralarında geniş bir heyet oluşturmuşlar ve Sultan ile konuşmaları için göndermişler. Bu heyet, Sultan Vahdet'in yerini tespit etmiş ve gidip onunla görüşmüş. Sultan'a; 'Sultanımız! Sen aramızdan ayrıldıktan sonra bizim düzenimiz gitti, gücümüzü kaybettik, kimse bizden korkmaz oldu, Yahudi ve Hristiyanlar bizim mahallelerimize girdiler, arazilerimizi işgal ettiler, mallarımızı elimizden aldılar, karşı çıkanlarımızı vurup öldürdüler, artık kendimizi savunamaz hale gelmişiz. Aramızdan birileri de düşmanlarımızla aynı safa geçmiş bulunuyorlar. Tahammül edecek gücümüz kalmamış, böyle devam ederse tümden helak olacağız. Kurtuluşumuzun tek çaresi, sizin tekrar memlekete geri gelmeniz ve başımıza geçmenizdir. Geçmişteki hatalarımızı bağışlamanızı ve bizi kırmamanızı istiyoruz. Eğer gelmezseniz, bilesiniz ki sadece canlarımız ve mallarımız değil, mukaddesatlarımız da ayaklar altındadır.' Demişler.
Sultan Vahdet bu duruma çok üzülmüş. Öylesine müteessir olmuş ki hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış. Bir müddet öylece ağladıktan sonra kendini toparlamaya başlamış. Sonra gelenlere dönerek şöyle demiş: 'Benim aranıza tekrar gelebilmem ve başınıza Sultan olabilmem iki şarta bağlıdır. Eğer bu şartları yerine getirirseniz elbette ki gelirim. Ancak bu şartlar yerine getirilmezse benim de gelmem mümkün olmayacaktır.'
Bunu duyan heyet, Sultan gelmeyi kabul edecek zannıyla çok sevinmişler ve hep bir ağızdan: 'Emret Sultanım! Şartlarınız her ne ise söyleyin, hemen yerine getirelim' demişler.

Sultan Vahdet: 'Bu şartların birincisi; Müslümanların kendi aralarındaki çekişmeleri bir tarafa bırakmalarıdır. İkincisi ise; beni başlarına kayıtsız ve şartsız kabul etmeleridir.' Demiş.
Heyettekiler bunu duyunca başlarını önlerine eğmişler ve galiba bu iş olmayacak diye ümitsizliğe kapılmışlar. Ancak ne olursa olsun bu işin peşini bırakmayacaklarına dair karar almışlardı. Tekrar Sultan'a dönerek: 'Bu işin başka hal çaresi yok mudur? Bugün Müslümanların bir kısmı bize tamamen sırtını dönmüş ve düşmanlarımızla birlikte hareket ediyorlar. Onları nasıl ikna edebiliriz ki? Bu yetmiyormuş gibi bazıları da düşmanlıkta çok ileri gidiyor ve diğer bazılarını vuruyorlar. Bunları nasıl bir araya getirebiliriz ki?' demişler.
Sultan Vahdet, memlekete geri dönmeyi ve Müslümanların başına geçmeyi onlardan daha fazla istiyormuş ancak söylediği şartlar olmazsa bunu yapamayacağını biliyormuş, onun için Müslümanların içinde bulunduğu duruma çok üzülüyormuş. Ancak yapabileceği bir şey yokmuş. Heyettekilerin çok üzüldüğünü, aralarından bazılarının ağlamaya başladığını görünce, tekrar duygulanmış ve o da onlarla birlikte ağlamaya başlamış. Sonunda onlara şunu söylemiş: 'Hiçbir şey çaresiz değildir. Gidin ve durumu anlatın. Hepsini ikna edemezseniz bile bu düşüncede olanları bir araya getirebilirsiniz. Bunu yaparsanız, gelin bana haber verin, ben tekrar memlekete geri gelir ve başınıza geçerim.'
Heyettekiler bunu duyunca öyle sevinmişler ki, bu sefer sevinç gözyaşları akıtmaya başlamışlar. Sultan'a çok teşekkür ederek memleketlerine dönmüşler ve hiç zaman kaybetmeden işe koyulmuşlar.
Biz de onlara başarılar diliyoruz. Umarız başarılı olurlar ve Sultanlarını tekrar memleketlerine geri getirmeye muvaffak olurlar.
Allah'a emanet olun.