İstanbul'un güzel parklarının birinde, bir grup genç birleştirdikleri masanın etrafında oturmuş neşe içinde sohbete dalmışlardı. İçecek servislerinin biri gidip biri geliyordu. Kahkahalardan fırsat buldukça içeceklerinden yudumlar alıyor beraberinde sigaralarını tüttürüyorlardı.

Haftanın bu ilk gününde keyifli olduklarına göre işleri yolundaydı. Hemen hepsi tekstil işi yapıyordu çünkü. Tekstil işinin haftalık programı da pazartesi yapılırdı. Mesainin bitmesine saatler varken iş yerinden çıkıp böyle bir yerde bir araya geldiklerine göre her şey tıkırındaydı. Nitekim hiçbirinin gündeminde iş-güç yoktu. Sohbetlerinin konusu, hafta sonunun nasıl geçirildiği ile ilgiliydi.

İki kişi hariç, diğerleri cumadan akşamından beri il dışında beraber takıldıkları halde, birbirlerine çektikleri resimleri gösterip duruyorlardı. Resimler üzerinden yapılan yorumlar eşliğinde kendilerinden geçercesine gülüyorlardı.
Küllüklerde izmaritler birikti, masadaki boşlar çoğaldı ve şakalarla süslenen muhabbet gırla gitti. Öyle ki, gülmekten yoruldular.

Ortalık biraz durulunca, masanın en uzak köşesinde isteksizce oturan Musa'ya takılmaya başladılar:
'Ne o Musa'cım, cenazeden gelmiş gibisin. Havan yerinde değil galiba. Neden uzak duruyorsun?'
'Sigara dumanından rahatsız oluyorum biliyorsunuz, ondan.'
'Onu anladık da keyfin niye yok? Takıl bize hayatını yaşa!' Hepsi gülmeye başladı yine. Musa'nın hassas olduğu konulardan söz açarak eğlenmeye çalıştılar.
'Size takılınca hayatımı yaşayacağımı sanmıyorum. Çünkü sizin yaşadığınız maceralar, hayat değil tam bir rezalet!' Musa'yı seviyorlardı. Yine de 'rezalet' sözcüğü kendilerine ağır geldi. Birkaç tepki birden geldi:
'Neden böyle söylüyorsun Musa? Sen yapamıyorsun diye zoruna mı gidiyor?'
'Bence sen yaşayan bir ölüsün. Bütün zevklerden mahrum ediyorsun kendini. Aş kendini, ortama ayak uydur! Aaa!'
'Kazandığımız parayı istediğimiz gibi harcarız, bu bizim tercihimiz. Kime ne?'
'Kedi yetişemediği ciğere 'pis' der. Seninki de o meseledir Musa.'
'Bizim keyfimiz yerinde, şu eski kafayı değiştirsen belki sen de biraz mutlu olursun, ha ne dersin?'
Musa son soruyu muhatap alarak cevap verecekti. Diğer cümleleri daha önce de pek çok kez duymuştu çünkü. Sandalyesini düzeltti ve yüzünü büsbütün masadakilere dönerek konuştu:
'Arkadaşlar, benim keyfim yerindeydi ancak sizin bu halinizi görünce o keyif uçup gitti. Hızla gafletin içine sürükleniyorsunuz, böyle giderse boğulacaksınız ama haberiniz yok. Ben…'
'Sen ne diyorsun be, bizimle dalga mı geçiyorsun?'
'Dur, sözümü kesme kardeşim. Geldiğinizden beri sizi dinliyorum. Çok uzun zamandır birbirimizi iyi tanıyoruz ve sizleri her şeye rağmen hala sevdiğim için birkaç şey söyleyip gideceğim. Eğer aynı hal üzere devam ederseniz, daha da sizinle bir araya gelmem. Şimdi bırak da kısaca söyleyip bitireyim sözümü.
Bana, 'değiştir o eski kafayı' diyorsunuz ya, ben eski kafayla kalmaya razıyım. Siz hiç kendi 'yeni kafa'nıza bakıp düşündünüz mü hiç, 'biz ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz?' diye. Bakınız, Cuma gününden beri geziyorsunuz değil mi? Allah aşkına, bir kere olsun alnı secdeye gideniniz var mı? Namaz Müslümanın kimliğidir, ne oldu sizin kimliğinize?
İstediğiniz gibi harcadığınız sermayenize isteyerek haram paralar katıyorsunuz. Krediler, faizler, haksız kazançlar… Kapitalizmin öğütücü çarklarına ne ara kaptırdınız kendinizi bu kadar? Evet, benden çok maddi gücünüz var ve siz o maddi güç üzerinden beni ezmeye çalışıyorsunuz. Ama unutmayın ki siz dünyevileşmenin tuzağına düşmüşsünüz. Sahip olduğunuzu düşündüğünüz her şey -er ya da geç- avuçlarınızdan kayıp gidecek. O yüzden acınası durumda olanlar sizlersiniz. Geçici hevesler için ben de birkaç günahı satın alabilirim, fakat ya sonrası ne olacak?
Toplumumuzu ayakta tutan dini değerlere sırtınızı çok rahat dönüyorsunuz. Birbirinize gösterdiğiniz şu namahrem fotoğraflar, yorumlarınıza konu ettiğiniz kadınlar, keyfinize fon yaptığınız küfürler, giydiğiniz alafranga kıyafetler hiç yakışıyor mu dostlar? Üstelik hepiniz evli barklı adamlarsınız.
Siz böyle değildiniz, aynı masa etrafında nice güzel günlerimiz oldu, hatırlayın. Memleket üzerine, iş-güç üzerine, değerler üzerine… İnsanı günaha sevk etmeyen türlü konular üzerine yaptığımız muhabbetlere ne oldu?
Efendimiz (sav) buyurur ki 'Dünya insan içindir, insan da ahiret içindir.' Yaradan nezdinde çöplükteki leş kadar kıymet arz etmeyen dünya metaına bunca tutkunluk neden? Madem ahiret bizim için esastır, o zaman fani dünyaya dört elle sarılıp bel bağlamak sizce de mantıksız değil midir?
Çevrenize bakın hele, İstanbul'a yakışıyor mu şahitlik ettiğimiz manzaralar? Adeta kayıp bir gençlik var. Geleceği şekillendirecek, belki değiştirecek olan gençlerimiz, içinde birkaç zevk bulunduran popüler kültürün esiri olmuşlar. Sizler de gönüllü olarak bu güruha tabi oldunuz. Akıbetinizi düşünmez misiniz Allah aşkına?
Kelamın özü şu; sizler hala benim can dostlarımsınız ve ben sizleri çok seviyorum. Ancak sizlerin tercihlerini hiç beğenmiyorum. Tepkim şahsınıza değil, geleceğinizi tehdit eden yaşam tarzınızadır. Gelecekten kastım; sayılı günleri ve emekliliği olan ömür değil, bilakis ölümden sonra başlayacak olan ebedi hayattır.
Hepinizin asgari düzeyde de olsa dini bilgileriniz ve yanınızdan hiç ayıramadığınız vicdanlarınız var. Gece başınızı yastığa koyduğunuzda şöyle üç-beş dakika bile olsa o bilgilerinize ve vicdanlarınıza bir danışın bakalım, eğer ikisinden de gönül rahatlığıyla kurtulursanız bir daha size en ufak bir sitemde bulunmayacağım, söz!
Şimdilik Allah'a emanet olunuz. Rabbim hepimizin akıbetini hayreylesin inşallah. Ha unutmadan, hesabı ödeyip çıkacağım ve itiraz istemiyorum. Hoşça kalın…'
Musa hesabı ödemek için parkın kapalı alanına doğru yürüyüp gitti. Geride kalanların suratları düşmüş, keyifli geçen sohbetleri moral bozukluğuyla son bulmuştu. 'Aman, giderse gitsin.' dedi biri. Cümlesi karşılık bulmayınca o da sustu. Her biri kendi özel dünyasına dalmış, ciddi bir iç muhasebeye başlamıştı bile. Aradıkları gençlikleri, kaybettikleri yerde duruyordu. O yer, İslami kimliklerinin olduğu yerdi…