Ramazan-ı şerifi heyecan, umut, hasret ve sevinçle beklerken bu duygularımızı gölgeleyen nahoş gelişmeler de olmuyor değil. Hafta başında en üst perdeden gündeme gelen iki can sıkıcı olay oldu.

Birinci konu, Trump'ın Suudi Arabistan ziyaretiydi. İkincisi konu ise hala Atatürk'ü istismar eden çevrelerin her fırsatta onun ismi üzerinden tartışma çıkarmalarıdır.
Trump ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan'a yaptı. İlk gezinin yapıldığı ülkelerin sıralama listesi siyasi açıdan birçok mesaj içerir. Siyasi mesajları bir kenara bırakıp ondan çok daha önemli olan silah antlaşmasına dikkatinizi çekmek isterim. Malum olduğu üzere ziyaret kapsamında en önemli gündem maddesi ABD ile Suudi Arabistan arasında yapılan devasa silah antlaşmasıydı.

350 milyar dolarlık bir antlaşmadan bahsediyoruz. Ki bugüne kadar yapılan en büyük, en pahalı silah antlaşmasıdır. ABD'nin, ekonomik açıdan alarm verdiği bir dönemde, böyle bir meblağ can suyundan öte ülkeyi baştanbaşa ihya etmek anlamına gelir. Öbür taraftan ümmetin toprakları işgal ve tehdit altında inim inim inlerken baş düşmana madalyalar, unvanlar ve daha bilmem neler nelerin verilmesi olacak iş değil. Şaşaanın ve lüksün tavan yaptığı törenlerin İslam beldelerinde yapılması ayrıca üzücü oldu.
İyi de, Suud'un verdiği paralar hangi kaynaklardan temin ediliyor? Tabi ki ümmetin ortak kaynaklarından. Yeraltı ve yeryüzü kaynaklarından elde edilen gelirle... Bütün yıl boyunca Mekke ve Medine'ye gelen Müslümanların bıraktığı paralarla…
İşleri Suudi Arabistan'da yoluna koyan Trump, oradan İsrail'e geçerek terör devletine de teminat vererek mazlumların yüreğini bir kez daha kanatmıştır. Büyük şeytan ABD'nin bölgeye satacağı silahların hayır getirmeyeceği gün gibi aşikar. Allah, Suud yönetimine akıl-fikir ve hidayet versin. Yaptıklarının kabul edilir bir tarafı yok.
Dışarıda bunlar yaşanırken, içeride de provokatörler işbaşındaydılar. Elinde argümanı azalan kaos sevici odaklar, kaç zamandır Atatürk'ü yeniden gündeme taşıyıp tartışarak halkın sinir uçlarına dokunuyorlar. Kimi, televizyon ekranında lehte yahut aleyhte konuşarak suiistimal ediyor, kimi de büstlerine, heykellerine saldırarak suiistimal ediyor. Yine bulmuşlar birini, ne olduğu, kim olduğu henüz belli olmayan şahıs -söylentilere göre- Atatürk heykelini baltayla kırmaya çalışmış. Çevredekilerin müdahalesiyle arbede çıkınca polisin müdahalesi de gecikmemiş. Derken olay basına yansıdı. Artık çık işin içinden çıkabilirsen!..
Ülkemizde Atatürk'ü taparcasına seven de var, onu hiç sevmeyen de var. Tarihte kalmış olayları bugüne taşımanın kimseye faydası olmaz. Ama yıllardır aynı konuyu ısıtıp ısıtıp gündeme getirenlerin bıkacağı yok gibi.

Ekranlarda unvanlı tarihçilerin bir kısmı Atatürk'ü kıyasıya eleştirirken, diğer bir kısmı da yere göğe sığdıramıyor. Onu, olduğu gibi anlatan birlerini görmek zor. Elbette Atatürk'ü Koruma Kanunu hala faal. Onunla ilgili bütün arşivler de açılmış değil. Dolayısıyla ikide bir aynı şeyleri tartışmanın kimseye hayrı olmaz.
Durum böyleyken, bazı uyanıklar Atatürk konusunu, halkı birbirine karşı kışkırtmak için kullanıyorlar. Keşke Kemalist çevre, Atatürk'ün isminin arkasına sığınmak yerine onun gösterdiği hedeflere ulaşmak için hakkıyla çalışsaydı. O zaman, mevcut sıkıntılar belki minimize edilmiş olurdu.
Konunun başında da belirttiğim gibi, Ramazan-ı şerife kavuşmak üzereyiz. Ay boyunca en önemli gündem maddemiz oruç ve ibadet olmalı. Harici ve dahili bazı gelişmeler gölge etse de asıl meşguliyetimiz hep Ramazan-ı şerif olmalı.

Normal zamanlarda bazı sevapları elde etmek için fırsatları kovalamak gerekirken, Ramazan-ı şerifte, herkes eşit mesafede ve eşit ölçüde sevap elde etme imkanına sahip olur. Çünkü fırsat hepimizin kapısına gelir. Gerisi bizlerin gayret ve sa'yine kalır.
Samimiyetin, gayretin, sabrın, merhametin, duanın ve bilincin kemale erdiği bir ramazan-ı şerifi birlikte yaşamak duasıyla, hepimize hayırlı Ramazanlar olsun…