Dil, insanın bir nevi kimliğidir. İnsanların iletişim aracı olan dil, toplumlara ait tasavvuru, yaşama tarzını, ifade biçimini ve daha pek çok değerlerini dışa yansıtır. O yüzden ne söylediğimize ve nasıl söylediğimize dikkat etmeliyiz.

İnsan kendi anadilinde zengin bir anlama, düşünme, hayal etme ve yorumlama gücüne sahip olur. Sonradan öğrenilen dillerde asla anadil kadar zengin düşünme, konuşma ve anlama kapasitesineulaşılamaz. Bu manada her dil kendine özel olduğu gibi yine her biri Allah'ın kudretini gösteren birer ayettir. Hepsini kabul etmeli, hepsine değer vermeliyiz.
Üstün ırk olmadığı gibi ayrıcalıklı dil de olamaz.

Ancak harf inkılabı ile ana dili değiştirilen halkımızın çektiği sıkıntıların haddi hesabı yoktur. İnsanımız, yüzlerce yıllık birikimden, zengin kültüründen, hak ve kadim inancından, düşünme tarzından, üslup ve ifade biçiminden bir anda koparılmış oldu. Değişimin tesiri toplum üzerinde öylesine büyük bir tahribat oluşturdu ki koca bir millet durup dururken adeta sağır ve dilsiz kesildi!

Eskiye dair her şey yasak, yeni olan her şey zorunluydu. Baskı ve ağır yaptırımlar neticesinde geçmiş ile gelecek arasındaki bağ koparıldı. Birkaç nesil arada kaynayıp gittikten sonra latin alfabesiyle büyüdü çocuklar. Dedeler torunlarını, torunlar da dedelerini anlamaz olmuştu. Dil olmayınca iletişim gerektiği gibi sağlanamadı. Büyükler, inanç ve kültür miraslarını yeni nesillere aktaramadı. Yeni nesiller de eskiyi anlamayınca geleceği sağlam biçimde inşa edemedi. Resmiyete tabi olan okullarda, uzun yıllarboyunca, sadece laik sistemin istediği şeyler öğretildi öğrencilere.

O günlerin kahramanlarından olan İsmet İnönü, dil devrimindeki kastın Arapça ile olan bağı; dolayısıyla dinle alakayı kesmek ve genç nesillere kendi kontrollerinden geçmiş batı eksenli yeni şeyleri öğretmek olduğunu itiraf ediyor.Anlayacağınız, halkımız yeterince çekti dilden. O kadar ki bir başka örneği yok yeryüzünde!

Yıllar geçti aradan. Tam da dile hakim olmaya başladığımız bu son zamanlarda ne yazık ki yeni tehlikeler belirmeye başladı. Özellikle spor, sanat ve medya camiasının kullandığı dil çok düşündürücü. Milyonlara hitap eden spikerler, sunucular ve sanatçılar o kadar tehlikeli kavramlar kullanılıyor ki isyan etmemek mümkün değil.

Basketbol, futbol gibi spor müsabakalarında şöyle cümleleri sıkça duymaya başladık: 'Pozisyonu yoktan var etti, kendine alan yarattı, imkansızı başardı, bu bir mucize…' Sanki kullanacak başka kelime yokmuş gibi Allah'a mahsus olan 'yaratma, var etme' sıfatlarını sıradan olayları anlatmak için kullanıyorlar.

Bu sözler kasten söyleniyorsa, söyleyeni küfre götürür. Sporun kendine has terimleri varken tutup ilahi kavramları işin içine karıştırmak son derece yanlıştır. Stadyum yahut saha demek yerine 'mabet'; başarıyı anlatmak için 'mucize', bir kişinin kariyerini vurgulamak için 'tanrı, tanrıça' sözcüklerini tercih etmelerinde kasıt var gibi…

Diğer taraftan, kendini beğenmiş pek çok şımarık şarkıcı; egoist duygularını ifade ederken, dile getirilmesi dahi edebe aykırı arzularını 'Cennet-Cehennem' kavramlarıyla birlikte kullanma yoluna gidiyor. Cennet ve Cehennem kavramlarının arz ettikleri öneme rağmen basit durumlar için kullanılan birer malzeme haline getirilmesi haddini bilmemektir.
Yani medyada, sportif faaliyetlerde ve sanatsal alanlarda kullanılan dilin tehlikeli bir mecraya doğru yol aldığını görmek üzücü. İnsanın insana karşı kullandığı 'tapınma, tanrı, tanrıça, yaratma, var etme, imkansızı başarma, mucizevi durum, cenneti gözden çıkarma, cehenneme razı olma…' gibi söylemlerin hiç de masum bir tarafı yok.

Hiçbir durum bu tarz kavramların öylesine kullanılmasını mazeret olamaz. Kaldı ki ağızdan çıkan her ifadenin katip meleklerince kayıt altına aldığına iman etmişiz. Bırakın şirk kokan ifadeleri kullanmayı, faydasız konuşmalardan dahi kaçınmak gerekir. Dili israf etmeden ve haram bulaştırmadan kullanalım. Çünkü dilimiz kimliğimizdir. Maddi ve manevi yönleriyle bizi temsil eder. Selam ve dua ile…