Uzun ve zorlu bir kış mevsiminden sonra nihayet bahar geliyor gibi. Güneşi cepheden gören yamaçlarda toprağın yüzünü görmeye başladık. Havaya, suya ve toprağa düşen cemrelerin dışında bir cemre de ruhlarımıza düştü sanki. Nitekim herkeste yaşama sevincinin kıpırtılarını görmek mümkün. Aslında sadece hava, toprak ve suya cemreler düşmez. Bu üç tabiat unsuruyla hayat bulan bütün varlıklara da cemreler düşer.

İlahi bir sevk ile doğada hareket eden canlılara rastlayabiliyoruz yavaş yavaş. Mesela en yakınınızda bulunan ağaç korularına bakarsanız, birtakım kuş türünün yuva yapmakla meşgul olduğunu görürsünüz. Yiyecek açısından bereketli aylara yetişebilmek için hızla yavrulama dönemine girdiler.

Müstakil bir evde oturduğum yıllarda, penceremin hizasında ve yaklaşık bir metre uzağında yuva yapan saksağanların hummalı çalışmalarına, sabırlı bekleyişlerine, yuvaya durmadan yiyecek taşımlarına şahitlik etmiştim. Her gün üstüne koyarak yuvalarını inşa ediyorlardı. Vardiya şeklinde çalışıp iş bölümüne giderlerdi. Haftalar boyunca durmadan nasıl çabaladıklarını, yuvadaki yavruları yetiştirmek için nelere katlandıklarını gördükçe onlara imrenirdim.

İklim şartları açısından zengin olan ülkemizin her bölgesinde, farklı güzelliklerine şahit olduğumuz canlıların bahardaki coşkularını görmek yaşama hevesimizi arttırır. Ancak, tam da yavrulama döneminin başladığıbu dönemde ağzımızın tadını kaçıran insan tipleri var. Bunlar kendilerine 'avcı' diyorlar. Yasal sertifikası olanlar olduğu gibi kaçak avlananları da var.Doğrusu, giderek sayısı artan avcı güruhuna sınırsız yetki veren resmi kurumlar da en az onlar kadar suçludur.

Bilgi ve teknoloji çağlarında, yaban hayatının yaşam alanını işgal ettiğimiz yetmezmiş gibi şimdi de kendi canlarına okuyoruz. Spor adına yapılan avcılık düpedüz cinayettir, resmen soykırımdır. Modern silahlarla, yardımcı köpeklerle ve ısıya duyarlı termal cihazlarla yapılan avlardan dolayı pekçok canlının soyu tükenme noktasına geldi. Üstelik yaptığı maharet sayan zevat, yaptıklarını ekranlarda ballandırarak dile getirip izleyenleri ava teşvik ediyorlar. Ülkemizin birçok bölgesinde resmi avcı kulüpleri var. Zevk için avlananların hemen hiçbiri ete muhtaç değil. Hal böyle olunca dini açıdan sınır aşılmış oluyor. Çünkü ihtiyaç yokken herhangi bir canlıyı öldürmek caiz değil.

Sürekli yayında olan kanalın birinde, avcılığı özendiren programların biri bitmeden öbürü başlıyor. Öldürdükleri hayvanlarla birlikte resim çekerken kibir dolu duruşlarını görmelisiniz. Katlettikleri canlılar aslına onların cinayetlerini ele veren birer kanıtken, onlar caniliklerini maharet sayıyorlar. Artık öldürmek kendilerini tatmin etmiyor. İyice heves almak için fantezi atışlarla hayvanlara eziyet ediyorlar. Hiçbirinde merhamete dair iz göremezsiniz.

Bazen de aynı kişiler gittikleri bir yerde, uçan herhangi bir av kuşu göremeyince sitem etmeye başlarlar. 'Kuş yok, bulmadık, nerde bu canlılar?' diyerek utanmadan şikayet ediyorlar. Hiç demezler ki, yahu hepsinin soyunu biz tükettik, diye...

Resmi açıdan muhatap kimselere, av yapmayı masumane zevklerden sayanlara soruyorum, her biri somut birer ayet hükmünde olan bu canlılara bunca zulüm neden? Gün geçtikçe değeri daha çok anlaşılan canlı türlerini yok etmekle yaptığınız tahribatın farkında mısınız? Yaptığınız işin bir de 'günah' boyutunun olduğunu biliyor musunuz? Vurduğunuz canlıların da kendilerince aileleri, yaşam tarzları, yaradılış gayeleri var. Hiç empati kurmaz mısınız?

Bırakın da dağlar onların sesleriyle yankılansın. Ağaçların dalları, kayaların başları, çiçeklerin goncaları, kırların düzlükleri, ormanların derinlikleri onlarla süslensin. Onlar olmazsa, çevremiz sessiz bir deve dönüşür. Ki sessizlikbaşlı başına korkuyu, umutsuzluğu ve yalnızlığı tetikler.

Resmi kurumların av yasağını ciddi yaptırımlarla engellemesi gerekir. Durduk yere, sırf zevk olsun diye yahut spor adına canlılara kıyım işine son verilmelidir.

Av mı yapmak istiyorsun, çık yükse dağlara, tedbir olsun diye silahını da al yanına ama canlıları vurma. Gittiğin yerde bir avuçluk etlerine göz dikmek yerine onlar üzerinden tefekkür et. Dağbaşında nasıl beslendiklerini düşün. Göç ederken nasıl yön tayin ettiklerini hayal et. Birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarına kafa yor. Anlamaya çalış yaşamlarını. Yaradılış gayelerini, bedenleri üzerinde sergiledikleri sanatı anlamaya çalış. O zaman sadece bedenine spor yaptırmış olmazsın. Hem bedenen hem de fikren işin içinde olacağın için stres diye bir şey kalmaz. Üstelik tefekkür ettiğin için ruhuna güç takviye etmiş olursun.

Sözün başında ve sonunda aynı şeyi söylemiş olayım: 'Avcılığa hayır!'