Hamd alemlerin Rabbi, mukaddesatını sahipsiz bırakmayan Allah'a; salat ve selam İslam mukaddesatlarının en güzel muhafızı Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.v ), alinin, ashabının ve kıyamete kadar İslam mukaddesatlarını muhafaza eden Selahaddinlerin üzerine olsun…

Aziz okurlar, Allah nasip ederse belli bir zaman İslam önderlerini köşemizde misafir edeceğiz. Bu haftaki konuğumuz başlıktan da anlaşılacağı üzere Kudus'ün Fatihi Selahaddin-i Eyyubi olacak. Her ne kadar ayrıntılı bir şekilde hayatını köşemize aktaramasak da imkanlar dahilinde, özlü bir şekilde anlatmaya çalışıp istifadenize sunacağız inşallah.
Evet, Selahaddin Eyyubî'nin şahsı, Hz. Peygamber (a.s.)'in tek başına ayrı bir mucizesi ve İslam'ın gerçekliğinin ve ebedîliğinin açık bir delilidir.

Orta derecede asil bir Kürt ailesinin çocuğu olup ata binme kimliği ile yetişti. Mısır'ın fethinde ve Haçlılara karşı yapılan savaşta kendini göstermeden önce hiç kimse bu Kürt gencinin Kudüs'ün fatihi, İslam dünyasının muhafızı olacağını; onun kaderinde çok üstün, soylu, asil ve salih kimselerin gıpta ettiği, imrendiği bir mutluluk ortaya çıkacağını ve Hz. Peygamber'in mübarek ruhunun da şad ve mesrur ola¬cağı büyük bir başarı ve zafer elde edeceğini tahmin edemezdi.

Len Paul şöyle yazıyor:

'Selahaddin'de gelecekte böyle müthiş bir insan olacağını gösteren bir işaret ve alamet bulunması yerine, her asil karakteri bütün ahlakî bozukluklardan koruyan sessiz ve güvenli bir alicenaplığın, tertemiz ruh yapısının parlak bir örneği halinde gelişti.
Ama Allah Teala onun büyük bir hizmet yapmasını dileyince, gayb aleminde bunun düzenlenmesi yapıldı ve velinimeti Nureddin Zengî onu zorla ve ısrarla Mısır'a gönderdi.' Kadı Bahaeddin İbn Şeddad, Sultan Selahaddin'in özel sekreteri olarak şöyle yazıyor: Sultan bizzat bana anlattı ki, 'Ben Mısır'a çok isteksiz olarak ve zorla gönderildim. Mısır'a gelişim tamamen benim arzumun dışında oldu. Benim durumum aynen Kur'an-ı Kerim'de; 'Ola ki bir şeyden hoşlanmazsınız. Halbuki o şey sizin için hayırlıdır.' ayetinde anlatıldığı gibi oldu'
Görülüyor ki, Allah-u Teala mukaddesatı korumayı birinin eliyle yapmayı murad etmiş. Ve bunun için layık olan birini çocukluktan itibaren yetiştirmiştir. Kadı Bahaeddin'in dediği gibi bu iş Selahaddin'in isteği dışında gerçekleşmiş.

Hayatında Meydana Gelen İnkılap:

Mısır'a gelip de bütün meydanların Selahaddin'e açılması üzerine Mısır'ın idaresi onun eline geçti. O zaman hayatı birden ve tamamen değişti. Allah Tealanın ondan büyük bir hizmet alacağı, İslam'a muazzam bir hizmet yapacağı düşüncesi kafasına iyice yerleşti ve böyle büyük bir hizmetle, zevk ve sefanın bağdaşmayacağını aklından hiç çıkarmadı. Kadı Bahaeddin İbn Şeddad şöyle kaydediyor:
'Mısır'daki devletin idaresi ve düzeni eline geçtikten sonra dünya onun gözünde bir hiç oldu. Şükür ve hamd etme aşkı gönlünde dalgalandı. Şarap içmekten tevbe etti. Zevk-ü safadan, eğlenceden yüz çevirdi. Temiz ve zahmetli bir hayatı benimsedi, her geçen gün bu yolda daha ileri gitti, terakki etti.' [16]

Len Paul de şöyle yazıyor:

'Artık Selahaddin kendi şahsı ile ilgili olan şeylerde bir düzenlemeye girdi. Hayat prensiplerini sertleştirdi. O her zaman zaten müttakî ve haramdan sakınan biri idi, ama şimdi bunu daha da katılaştırdı, kesinleştirdi. Dünya zevk-ü sefasını, eğlenceleri ve rahat bir hayat yaşama arzularını tamamen terk etti. Kendi davranışlarına, hareketlerine daha katı kurallar koydu. Çalışma arkadaşlarına karşı kendini iyi bir örnek yaptı. Bütün çalışmalarını, kafirleri içinden çıkarıp temizleyeceği güçlü bir devlet kurmaya yoğunlaştırdı. Nitekim bir yerde şöyle dedi: 'Allah bana Mısır'ı verince anladım ki Filistin'i de vermeyi nasib etmiştir.' Burdan da anlaşılıyor ki Selahaddin'in gözü Filistinde yani İslam'ın mukadessatı olan Kudüste, Mescid-i Aksada…

O zamandan itibaren Selahaddin'in hayatının amacı, ölünceye kadar İslam'a hizmet etmek, onu galip kılıp zafere eriştirmek oldu ve kafirlere karşı cihad etmeye söz verdi.

Komutanın Cihad Aşkı:

Sultan Selahaddin cihada aşıktı. Cihad; onun en büyük ibadeti, en büyük zevki ve ruhunun gıdası idi. Kadı İbn Şeddad şöyle yazıyor:
'Cihad aşkı, cihad muhabbeti onun damarlarında çağlıyordu ve kalbini, kafasını kaplamıştı. Konuşmalarının konusu daima buydu. Her an onun için hazırlıklar yapıyordu. Onun için gerekli olan malzemeler, silahlar, ihtiyaçlar tesbit edilip temin ediliyordu. O, işe yarayacak insanları araştırıyor; cihadı hatırlatan, ona teşvik eden kimselere yöneliyordu. İşte bu cihad uğruna çoluk çocuğundan, sülalesinden, vatanından, yuvasından ve bütün mal ve mülkünden ayrılmaya razı olmuş ve bir rüzgarın söküp savurabileceği kadar basit bir çadırda yaşamaya katlanmıştı. Bir kimse onun yanına oturup sohbet etme fırsatı elde etse hemen ona cihadın faziletini anlatmaya başlardı. Cihad harekatı başladıktan sonra cihad ve mücahidlere yardım dışında hiçbir yere bir kuruş dahi harcamadığına yemin edilebilir.'

Sultanın bû aşk derecesindeki halini ve heyecanını şu sözlerle tasvir eder:

'Savaş alanında sultanın durumu insana, tek oğlunu kaybetmiş bir ananın ciğerinin yanışını, ıstırabını anlatır gibi olurdu. Bir saftan bir safa atının üstünde koşturur, durmadan dolaşır, askerleri cihada özendirir, teşvik ederdi. Bütün ordunun arasında dolaşır, Ya lel îslam İslam'a yardıma koşun' diye bağırır, bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşanırdı.'

Bütün gün boyu sultan bir lokma bile ağzına yiyecek koymadı. Sadece doktorun ısrarı ve tavsiyesi üzerine bir şerbet içiyordu. Saray doktoru bana dedi ki: Bir keresinde sultan cuma gününden pazar gününe kadar birkaç lokmadan başka bir şey yemedi. Savaş alanından başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor, hiçbir şey aklına gelmiyordu.

-Ebu Said El Hudri şöyle demiştir: 'Resulullah (s.a.v)'e Ya Resulullah insanların hangisi daha faziletlidir?' denildi.
Resulullah şöyle buyurdu: 'Canıyla ve malıyla Allah yolunda cihad eden mü'mindir.' dedi. İşte, Kudüsü haçlı kirinden ancak en faziletli amel olan cihadı kuşanmış bir mü'min kurtarabilirdi ki o da çocukluktan beri bir mücahid olarak yetişiyor ve en büyük hayali de Kudüs'ün özgürlüğü oluyor. Devamı haftaya….

Allah'a emanet olun.