Vahdet', 'tevhid' kelimesi ile aynı köktendir; ikisi arasında kopmaz bir bağ vardır. Tevhid, birlemek; vahdet de birleşmek demektir. Allah'ı birlemeyen kimsenin, tevhide iman edenlerle birleşemeyeceği gibi; vahdet anlayışından ve ahlakından mahrum insanın da gerçek muvahhid olması beklenemez. Özlediğimiz Vahdetin gerçekleşmesi için Kur'an ve sahih sünnet çerçevesinde birleşmemiz gerekiyor. Kuran ve sahih sünnetin dışında, değişik kaynaklar edinen insanların ayrılık içinde bölük pörçük olmaları gayet doğaldır. Kuran'dan başka bir kitabı mutlak hakikat ve mutlak kaynak edinen her insan, tabiatıyla kaynakları farklı olduğundan vahdete ulaşamaz. Vahdet, her konuda aynı olmak, hiç ihtilaf etmemek, standart bir tip, robot adamlar üretmek, liderlere ve teşkilatlara masum damgası vurmak, devamlı baş eğmek değildir. Mü'minlerin dinin esas meselelerinde, Kur'an ve sahih sünnetin kesin olarak hükme bağladığı temel konularda birleşmesi ve bu doğrultuda işbirliği yapması, cemaat ve ümmet olmasıdır. Mü'minler arasında vahdete engel durumlar varsa, bu ya iman sorunundan, ya da ahlak sorunundan veya her iki sorundan kaynaklanmaktadır. Vahdet, önce içimizde ve kendimizle olmalıdır. Kendisiyle barışık ve vahdet/uyum içinde bir kişilik sergileyemeyenler, dışlarında vahdeti hiç oluşturamazlar. Vahdet, yakından uzağa doğru oluşup adım adım genişleyebilir. Bütün müminlerin kardeş, velî/dost bilinmesi gerekir. Mü'minlerin birbirlerini, özellikle farklı cemaat mensubu kişilerin dava adamlarını topa tutup, dine savaş açanları unutmaları büyük bir cinayettir. Bu konuda İslamın aziz Şehitlerinden olan Hüseyin Velioglunun Şu veciz sözü Müslümanlara prensip olmalıdır. Hicbir Müslümanı gündeminize alıp aleyhte konuşmayın, cünkü hiçbir Müslüman bizim rakibimiz degildir. Rakibimiz gayri İslami gücler, örgütler ve rejimlerdir. Biz Müslümanlarla degil, İslam düşmanlarıyla mücadele ediyoruz. Düşmanlık için, Kur'an'ın belirttiği İslam'a savaş açan tağut ve zalimler yeterlidir. Bir deyim olarak kullandığımız Bir musîbet, bin nasihatten yeğdir, ama bin musibetten bir ders bile almayanlar için korkarım dünyevî cezalar, uhrevî büyük cezanın habercisidir. Irak ve Suriyedeki dıştaki ve içteki zilletin en önemli sebeplerinden biri, İslam aleminin kırk küsur parçadan oluşan yamalı bohça görüntüsüdür. Dinlerini bölük pörçük edenlerden, el yordamıyla tuttuğu filin bir parçasını bütün gibi tanımlayanlardan farklı bir şey de beklenmez aslında. Avrupa ülkelerinin birbirleriyle her konuda ittifak yapıp Avrupa Birliği adı altında tek devlet haline gelişi, küfrün tek millet olarak gücünü birleştirmesi, emperyalizm ve fesadın globalleşmesi, artık ulusal devlet anlayışı modasının çoktan geçtiğini haykırmaktadır. Ya birleşeceksin, ya bir leşe döneceksin! Bir leş olmaktan kurtulmak için bir'leşmek, olmazsa olmaz şarttır. Bir Allah'a inanan tevhid eri Müslüman, her şeyde tevhidi/birlemeyi öncelikler. Tevhidin bir tanımı da, her şeyi birbiriyle irtibatlandırmak ve her şeyin bir olan Allah'la irtibatlı olduğunu kavramaktır. Önce kendimizle, iç dinamiklerimizle birleşmek, fıtratımızla ve inancımızla kopan bağımızı yeniden sağlamlaştırmakla işe başlamalıyız. Aynı dinin, aynı davanın insanı olan tüm ümmetle birleşmek dünyevî ideallerimizin başında gelmelidir. Bütün bunlar için de Rabbimizle irtibatımızı sağlamlaştırmak gerekiyor. Zorba müstekbirlerin ittifak ve koalisyon yapmaya mecbur olduğu bir dünyada, mustaz'af müminlerin yaşadıkları topraklarda bile ciddi manada birliktelikler oluşturamayışları hangi nakil ve akılla izah edilebilir?

Küresel bir yangın alanına dönen Müslümanların yaşadığı ülkelerde, cehennemî yangınları söndürmek için güç birliği oluşturmayan felaketzedelerin gözyaşları, yangınları söndürmek bir tarafa, benzin görevi yapmaktadır. Hem mevcut Müslümanların konumu hem de İslam düşmanlarının tavrı vahdeti, 'hemen şimdi' şiarıyla kulak zarını patlatacak sesle çağırmaktadır. Dün Irak'ın, evvelki gün Afganistan, Çeçenistan, Bosna Hersek, Doğu Türkistan, Suriye, Mısır ve her gün Filistin'in insanlık düşmanları tarafından resmen işgali bizi birleşip dayanışmaya zorlamıyorsa demek ki, biz de işgale uğramışız demektir. Bir ülke topraklarının işgalinden çok daha kötü olanı, gönüllerin ve kafaların işgalidir. Savaş, öncelikle, insanın içinde kazanılır veya kaybedilir. İşgal güçlerinin ajanı olarak faaliyet yapan uzaktan kumandalı medyanın, cahili eğitimin ve çevre şartlarının oluşturduğu fitne ve

fesadın müminlerin gönüllerini ve kafalarını işgali, onların birleşmelerinden başka yollarının olmadığını haykırıyor. Emperyalizmin orta doğunun kalbine hançer gibi sapladığı kan içici İsrail'in ve dünyaya yayılmış siyonizmin vahşeti, vahdetin hemen ve her yerde gerçekleşmesini farz-ı ayın kılıyor. Mü'minler birleşip birer kova su dökseler, İsrail'i sel alıp götürür, ama bundan önce, dünyevîleşip Yahudileşen iç dünyalarını arındırmak için suyu kendi temizlikleri için kullanmalıdırlar. İçimizdeki İsrail ve Amerika ile savaşamadan dışımızdaki görüntüleriyle savaşmak mümkün değildir. Kendi mescitlerini işgalden kurtaramayanların Mescid-i Aksa'yı kurtarmaya kalkmalarının mümkün olmadığı gibi. Vahdet bilincinin yeniden kurulabilmesi için yerel, bölgesel, ulusal farklılıkların aşılabilmesi gerekir. İslam toplumunun yeniden inşası, kamil insanın, kişilikli, bilinçli bireylerin yetişmesiyle başlar. Sağlıklı bir toplumsal bünye, nitelikli, derinlikli, ufuklu, ferasetli, hikmetli ve erdemli bireylerden oluşur. Klişelerle, sloganlarla, tarafgirlikle köklü bir cemaat teşkil edilemez. Gerçek bir cemaat yapısı güçlü kişiliklerle inşa edilebilir. Sağlıklı bir cemaat için bireylerin benliklerini arındırmaları gerekir. Bireyler, hayatın her alanında Allah'a yönelen bir bilinçle, eylemle, davranışla mükemmelliğe ulaşırlar. Sağlıklı, tutarlı bir kişilik bilincine sahip olanlar, sağlıklı bir cemaat bilinci oluştururlar. Sağlıklı bir ümmet bilincine, ancak sağlıklı bir cemaat bilinciyle ulaşılabilir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde hem bireyin, hem cemaatin ve hem de ümmetin yapısı parçalandı. İslam ruhunun ifadesi olan merkez kurumlar, hassasiyetini kaybetti. Camiler ve mescitler toplumun yüreği olmaktan çıktılar. İslam'ın ilk dönemlerinde mescitlerin sosyal, toplumsal, kültürel ve siyasal işlevleri vardı. Bugün camiler, sadece namaz kılınan mekanlar haline dönüştürülmüştür. Karadavi'nin şu tespitiyle konuyu sonlandıralım. Birlik olmak zayıf insanları kuvvetlendirirken, kuvvetli olanların kuvvetini takviye eder. Tek bir kerpiç ne kadar sağlam da olsa tek başına ise zayıftır. Mesela, milyonlarca kerpiç tek tek sağa sola saçılmışsa bu tuğlalar sağlam sayılmaz. Ancak bir kerpiç duvarda olursa kolay kolay parçalanmayan bir güçtür. Çünkü o kerpiç artık diğer kerpiçlerle düzen içinde olup onlara kenetlenmiştir. Böylece insanı şaşırtacak kuvvete sahip olmuş olur.


Allaha emanet olunuz