Allah'ın adıyla

Avrupa Birliği (AB); 1957'de imzalanan Roma antlaşmasıyla, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adıyla ortaya çıktı. 1959'da Türkiye AET'ye müracaat etti ve 1963'de yapılan Ankara antlaşmasıyla da AET'ye kabul edildi. 1987 tarihinde ise tam üyelik için başvuruda bulundu. 2004 tarihinde AB tarafından; Türkiye'nin birliğe katılma müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlamasına karar verildi ancak bu sürecin ucu açık bırakıldı. Bu arada Türkiye'den, AB hukukuna uyması için gereken yasal değişiklikleri yapması istendi.

2016 yılına gelindiğinde Türkiye; AB tarafından kendisinden istenen kriterlerin çoğunu yerine getirdi. Birçok konuda hukuki/yasal değişiklikler yaptı. Ancak AB ülkeleri mutmain olmamış ve güven duymamış olacaklar ki halen Türkiye'yi birliğe almaktan çekiniyorlar.

Esasen Türkiye Cumhuriyeti, Müslüman halkın inanç ve değerlerine rağmen, kurulduğu günden itibaren yüzünü Avrupa'ya dönmüş ve Avrupa ülkeleriyle bir arada olmayı tercih etmiştir. Medeniyeti, ilerlemeyi ve gelişmeyi orada aramıştır. Bunu, devlet politikası haline getirmiş ve günümüze kadar sürdürmüştür. Bu yüzden Avrupa ülkelerindeki hukuku almış ve uygulamıştır. Mesela; Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu'nu İsviçre'den almıştır, Ceza Kanunu'nu İtalya'dan almıştır, Ticaret Kanunu'nu Almanya'dan almıştır.

Halbuki Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'inde; Hz. Muhammed (sav) şahsında bizlere şu ilahi ihtarda bulunuyor: 'Sen onların milletlerine (dinlerine ve tuttukları yola) uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, ant olsun ki Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.' (Bakara 120)

Aynı şekilde Peygamberimiz (sav) bizlere şu hakikati haber verip uyarıyor: 'Şüphesiz ki siz, kendinizden önce gelen ümmetlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpatıp muhakkak uyacaksınız! Hatta onlar (daracık) bir keler deliğine girseler, siz de muhakkak (onlara uyarak) oraya gireceksiniz. Biz: 'Ya Rasulallah! Bu ümmetler Yahudiler ile Hristiyanlar mı' diye sorduk. Rasulullah (sav): 'Onlardan başka kim olacak' buyurdu.' (Buhari'de geçen bu hadisi, Ebu Said-i Hudri (ra) rivayet etmiştir)

İşte Müslümanlar; AB ile İslam Âlemi arasındaki yol ayırımında, tercihlerini bu bakış açısıyla ortaya koyarlar.

Ve Müslümanların, hiç bir konuda Avrupa'ya ihtiyaçları yoktur. İslam gibi bir dine mensup iken ne gibi ihtiyaçları olabilir ki? İslam'da neyi bulamayacaklar da Avrupa'da bulacaklar? İslam ile en yüce değerlere sahip değiller mi? İslam hukuku kifayet etmiyor da AB hukukuna mı ihtiyaçları vardır? İslam adalet sunmuyor da Avrupa adaletine mi ihtiyaçları vardır? İslam'da; can, mal, akıl, nesil ve din emniyeti yok da bunu AB'de mi bulacaklar?

Kısacası; AB'ye girmekle ne elde edilecek?!

Eğer AB'ye girmekle; ekonomik, siyasi veya askeri açıdan bir kazanç bekleniyorsa öyle bir şey de söz konusu değildir. Avrupa Müslümanlardan üç almazsa bir vermez. Ama birçok açıdan kayıp vardır. Nitekim AB; Türkiye'yi birliğe almak için hukukuyla, kültürüyle ve yaşam tarzıyla kendi kriterlerini dayatmıyor mu? Bu durumda Türkiye, İslam Âleminden kopuk kalır ve Avrupa Birliği içinde yer alırsa, başta gençler olmak üzere Türkiye insanı bu riskle karşı karşıya kalmayacak mıdır? Halbuki Müslümanlar onları örnek alamaz, onlara benzeyemez ve onlarla aynı tarzda yaşayamaz. Buna sebep olanlar, büyük bir vebal yüklenmiş olacaklardır.

O halde Hükümet; Müslüman halkların inanç ve değerlerini dikkate almalı, Avrupa Birliğine girme konusunda ısrar etmemeli ve yüzünü İslam Âlemine çevirmelidir. Avrupa'dan Müslümanlara hayır gelmez.

Allah'a emanet olun.