HÜDA PAR, "Devlet, aile kurumunu yıkmak için değil, onarmak ve daha güçlü hale getirmek için çalışmalıdır. Yaşanan olumsuzlukların temel kaynağının toplumsal değerlerimize uymayan aile hukuku olduğu gözden kaçırılmamalıdır." açıklamasında bulundu.

HÜDA PAR Genel Merkezinden yapılan yazılı açıklamada, öğretmen atamaları, hayat pahalılığı, Trabzon Şalpazarı’ndaki olay, aile bütünlüğünün korunması ve dış gündeme ilişkin değerlendirmede bulunuldu.

"700 bin öğretmen atama bekliyor"

Öğretmen atamalarının azlığına değinilen açıklamada, "öğretmen açığının kapatılması, bu açığın asgariye inebilmesi için de en az 100 bin öğretmen atamasının yapılmasına ihtiyaç vardır." denildi.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın ek olarak 15 bin öğretmen ataması duyurusu hatırlatılan gündem değerlendirmesinde, "Ek olarak öğretmen atamasının yapılması önemli olmakla birlikte yetersizdir. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığının rakamlarına göre 107 bin 909, sendikaların açıklamalarına göre ise 150 binden fazla öğretmen açığı vardır. Her yıl bu rakamlar daha da artmaktadır. Yine Milli Eğitim Bakanlığına göre 460 bin, sendikalara göre ise tam 700 binden fazla atanamayan öğretmen vardır. Bu rakamlar göz önünde bulundurulduğunda 15 bin öğretmen atamasının devede kulak bile olmayacağı aşikârdır. Okullarımızda sağlıklı eğitim öğretimin yapılabilmesi için öğretmen açığının kapatılması, bu açığın asgariye inebilmesi için de en az 100 bin öğretmen atamasının yapılmasına ihtiyaç vardır." denildi.

"Yüz yüze eğitimin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır"

Gündem değerlendirmesinde yüz yüze eğitime ilişkin ise şu ifadelere yer verildi: "Bu süre içerisinde okullarda inceleme yapan eğitim uzmanları bazı sonuçları basın ile paylaştılar. Bu sonuçlara göre; okuma yazmayı unutan, arkadaşlarıyla iletişim kuramayan, defter ve kalem kullanmakta ciddi anlamda zorlanan, çabuk yorulan, dersten sıkılan ve birtakım psikolojik sorunlar yaşayan bir öğrenci profili oluşmuştur. Bu sonuçlar; salgının eğitim ve öğretimde büyük tahribatlar oluşturduğunu göstermektedir. Öğrencilerde ciddi bir öğrenme kaybı yaşanmaktadır. Bu durum, pedagojide yüz yüze eğitimin ne kadar önemli olduğunu da ortaya koymaktadır. Yüz yüze eğitimin bir daha aksamaması için gerekli bütün tedbirler alınmalı, veliler de üzerine düşeni yapmalıdır. Öğrencilerin kayıplarını telafi edebilmeleri için psikolojik ve sosyal destek mutlaka yapılmalıdır."

"İsabetli müdahalelerde bulunmaması sorunları büyüttü"

Halkın gündeminde olan fahiş fiyat artışına değinilen açıklamada, "Enflasyon, hayat pahalılığı ve raf fiyatları gündemin en önemli konusu haline gelmiştir. Pandemi sürecinin de tetiklemesiyle ekonomide artık bir dengeden söz edilemez. Ekonomi yönetiminin sorunlara zamanında isabetli müdahalelerde bulunmaması sorunları büyütmüş, yoksulluk ve geçim sıkıntısı tekrar ülkenin birinci gündemi haline getirmiştir. Sayın Cumhurbaşkanının enflasyon, hayat pahalılığı ve fahiş fiyatlarla mücadele edileceğine ilişkin beyanı, sorunun kabulü anlamında önemli olmakla beraber beklenti; bunun pratikteki yansımalarının bir an önce görülmesidir." ifadeleri kullanıldı.

"Defalarca uyarı yaptık!"

Fiyat artışlarının sebebi ve çözümü ile ilgili olarak ise şu değerlendirmelerde bulunuldu: "Bilmek gerekir ki fahiş fiyatların asıl sebebi; üretici enflasyonu yani girdi maliyetlerindeki fahiş artışlardır. Fırsatçılarla mücadele etmek elbette önemlidir. Ancak üretici enflasyonuna neşter atılmadan, salt etiket fiyatlarına müdahale etmek, faturayı yine vatandaşa ve esnafa yüklemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Devletin düzenleyici ve denetleyici görevi piyasa mekanizmasını bozan bir müdahaleciliğe dönüşmemelidir. Üretici maliyetlerindeki artışın son bir yılda yüzde 45’leri bulmasının tüketicilere ağır bir maliyet olarak yansıyacağı uyarısını defalarca yaptık. Gereği maalesef bugüne kadar yapılmadı. Şimdi meseleyi sadece raf fiyatlarındaki artış ile izah etmek, kolaycılığa kaçmak ve sorunu halının altına süpürmektir. Vergi ve maliyetler aşağıya çekilerek üretici enflasyonu düşürülmelidir. Bir tarım ülkesi olduğumuz halde dışarıdan tahıl ürünlerini ithal etmek zorunda bırakan tarım politikası mutlaka değiştirilmeli, ülke kendi kendine yeter hale gelmelidir. "

"Şalpazarı’ndaki baskın açık bir provokasyondur"

Trabzon’un Şalpazarı İlçesi’nde şapka üretimi yapan bir fabrikaya Irak’taki seçimler için hazırlanan "Kürdistan Koalisyonu" logolu şapkalar nedeniyle Şalpazarı Belediye Başkanı ve ekipleri tarafından yapılan baskının kabul edilemez olduğu belirtilen açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:

"Akabinde bu şapkalar yol ortasında yakılıp akla ziyan görüntüler sosyal medyada paylaşıldı. Daha önce de Irak Kürdistan Bölgesinden Türkiye’yi ziyarete gelenler benzeri ırkçı saldırılara maruz kalmıştı. Oysa Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi; Irak anayasası tarafından kabul edilmiş, uluslararası tanınmışlığa sahip, Türkiye ile de 50 yıllık stratejik mutabakat anlaşmaları imzalamış meşru bir yönetimdir. Bu saldırıları gerçekleştirenler, bu memlekete en büyük zararı verdiklerini bilmelidirler. Şalpazarı’nda yaşanan bu meş’um hadise de ülkeyi kaotik bir sürecin içine çekmeye çalışan odaklara hizmet etmektedir. Kürt karşıtlığı üzerinden geliştirilen ayrımcı, ırkçı ve nefret kokan söylem ve eylemlere karşı yetkililerin tepkisiz kalması, failleri cesaretlendirmekte ve tehlikeli kitlesel olaylara zemin oluşturmaktadır. Memlekette kardeşlik hukukunun korunabilmesi için bu tür kaos oluşturmaya matuf nefret eylemleri cezasız kalmamalıdır. Bu eylemi gerçekleştirenler hakkında hızlı bir şekilde hem adli hem idari tahkikat yapılmalı ve failler yargı önüne çıkarılmalıdırlar."

"Aile bütünlüğünü korumak devletin sorumluluğundadır"

Gündem değerlendirmesinde, son yıllarda batı kültür emperyalizminin de etkisiyle aile kurumu ciddi zarar gördüğü ifade edildi.

Açıklamanın devamında, "Ekonomik özgürlük, iş, kariyer gibi albenili vaatlerle modernite adına kadına zulüm yapılmaktadır. Bu zulüm devlet eliyle meşrulaştırılarak medya aracılığıyla yaygınlaştırılmaktadır. Hayatlarını her anlamda birleştirmiş iki bireyin birbirleriyle olan maddi ve manevi bağlarını koparmaya çalışmak, evlilik bağına vurulan bir darbedir. Bir erkeğin eşinin giyim tarzına müdahale etmesinin boşanma sebebi sayılması, aile bireylerinin arasına çatışma kültürünün yerleştirilmesi, aile bütünlüğünün yıkılmasıdır. Bin bir zahmetle kurulan yuvalar mahkeme kararıyla bir çırpıda yok edilmektedir. Yargıtay’ın boşanma davalarında vermiş olduğu kararlar, aile bütünlüğünü ortadan kaldırarak aile fertlerini birbirlerinin rakibi haline getirmektedir. Bu tavır, toplumun örfünü, geleneğini, inanç, düşünce ve ahlaki değerlerini yok ederek "tek ebeveynli aile" ya da daha doğru bir ifade ile çocukların annesiz veya babasız büyüyeceği "parçalanmış aile" projesine hizmet etmektedir. Devlet, aile kurumunu yıkmak için değil, onarmak ve daha güçlü hale getirmek için çalışmalıdır. Ülkemizde yaşanan olumsuzlukların temel kaynağının toplumsal değerlerimize uymayan aile hukuku olduğu gözden kaçırılmamalıdır." değerlendirmesinde bulunuldu.

"ABD’nin, yeni şeytani planlarına izin verilmemelidir"

Gündem değerlendirmesinde dış gelişmelere ilişkin yapılan açıklamada ABD'de Cumhuriyetçi senatörlerin Taliban'ın "yabancı terör örgütleri" listesine alınmasını istediği hatırlatıldı.

Açıklamanın devamında ise, "ABD, 20 yıl süren Afganistan işgalinde 50 bine yakım Afgan sivili katletti ve ülkeyi her alanda sorunlar yumağına çevirdi. Ülkedeki yıkım ve sivil ölümlerinin hesabını vermeyen ABD, bugün Afganistan yönetimini dünyaya ‘terör örgütü’ olarak tanıtmaktadır. Ülkeleri işgal ve yaptırımlarla hegemonyası altına almaya çalışan ABD, sessizlik ve tepkisizlikten yararlanarak her türlü ihlali gerçekleştirmektedir. ABD’nin viraneye çevirdiği Afganistan’ı istikrarsızlığa mahkûm etmek istemektedir. ABD’nin, Afganistan’da gerçekleştirdiği katliamların hesabı sorulmalı ve yeni şeytani planlarına izin verilmemelidir." denildi.

"Suriye’de insanlığa karşı suçlar işlenmeye devam ediyor"

Son günlerde yeniden hareketlen Suriye coğrafyasının da değerlendirildiği açıklamada, "Göç ve mülteci sorununun temelinde insanların kendi ülkelerinde can emniyetinin olmaması, dünyadaki sömürü düzeni nedeniyle oluşan yoksulluk, emperyalistlerin sebep olduğu savaş ve çatışmalardır. Bu sömürü düzeni devam ettikçe mülteci sorununa kalıcı bir çözüm bulunamayacağı aşikardır. Bu çatışma bölgelerinden biri de Suriye’dir. Ülke genelinde yoğun çatışmaların azalması olumlu bir gelişme olsa da çatışmalar halen devam etmektedir. Bu durum, mülteci durumuna düşen milyonlarca Suriyelinin geri dönmesine engel olmaktadır. BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu’nun son bir yıllık süreçte Suriye'deki duruma ilişkin hazırladığı raporda; 'Ülkenin kuzeyinde ve güneyinde çatışmalar devam ediyor. Taraflar insanlığa karşı suç işliyorlar. Esed yönetimi, temel insan haklarını ihlal ederek keyfi gözaltılar yapıyor, işkence yapıyor ve insanlar gözaltında kayboluyorlar. Bu nedenle ekonomi dibe vurmuştur. Bütün bu olumsuzluklar nedeniyle mültecilerin geri dönüş koşulları henüz oluşmamıştır.' ifadeleri kullanıldı. Suriye’de şartlar oluşmadan mültecilerin geri dönmeyeceği aşikardır. Mültecilerin güven içinde ülkelerine dönmelerinin yolu Suriye’nin güvenli ve yaşanabilir hale gelmesidir. BM ve Soçi Mutabakatına imza atan ülkeler, Suriye’nin yaşanabilir bir duruma gelebilmesi için üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir." denildi. (İLKHA)