​Türkiye tarihinde yeni bir milat olan 15 Temmuz'un üzerinden 4 yıl geçti. Unutulmaz acıların yaşandığı o gecede, gelecek nesillere örnek olacak bir "millet direnişi" sergilendi.

Türkiye için dönüm noktalarından olan 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin, halkın daha önce benzeri görülmemiş direnişiyle akamete uğratılmasının ardından 4 geçti. Nesiller boyu unutulmayacak, özgürlüğün rengini taşıyan bu direniş, küresel emperyalist güçlere karşı güçlü bir mesaj veriyordu.

Ekranları başında İstanbul Boğaz Köprüsü'nün uluslararası güçlerin yerli işbirlikçileri eliyle işgal edilişini gören Türk, Kürt, Arap, Çerkez ve daha nice imanlı yürekler, gelecek nesillere büyük miras olacak izzetli bir direnişin örnekliğini sergiledi.

Türkiye'nin tüm bölgelerinde sokaklara, meydanlara çıkan halk, karanlığın aydınlığı boğmaya çalıştığı bilekleri, ayakları bağlayan prangaları keserek, esaretin getireceği zilletten kurtuldu.

İstikbalin istiklal şafağına uzanacak o gece büyük bir mücadele gösteren imanlı yürekler; kadınıyla, erkeğiyle, genci ve yaşlısıyla direnişin rengini dillerindeki tekbir ve salavatlarla haykırıyordu.

Meydanlarda darbeye direnen halk mermilere hedef olurken camilerde, mescitlerde sala okuyan kimi imamlar da cuntacıları alkışlayan güruhun saldırılarına maruz kalıyordu.

Bir taraftan sokaklardaki halk tankların paletleri altında ezilirken öte taraftan jetler parlamento binasını bombalıyordu. Her taraftan büyük bir kuşatmanın başladığı 15 Temmuz gecesi, tarih boyu unutulmayacak direniş hikâyelerine tanıklık ediyordu.

Kimileri bu direnişin rengini demokrasiyle boyamaya kimileri de milliyetçi kulvarlara sokmaya çalışsa da dillerdeki tekbir ve salavatlar, minarelerde yankılanan salalar, meydanlardaki direniş nöbetlerinde ikame edilen cemaatle namazlar, aslında İslam milletinin şerefli duruşunu yansıtıyordu.

Meydanlardaki direnişin rengi 'İslam'dı ve ona olan 'iman'dı. Yaklaşık bir asırdır zulmün her çeşidini doğusuyla batısıyla yaşamış bir milletin, artık 'yeter' ve 'dur' dediği 15 Temmuz gecesi yeni bir milat olmuştu.

Darbe girişimine 8 bin 651 askeri personel katılmış, TSK'ya ait 35 uçak, 37 helikopter, 74 tank ve 3 geminin kullanılmıştı. Hain darbe girişiminde 251 kişi şehid edildi.

Saatler 22:00'yi gösterdiğinde FETÖ düğmeye basmıştı. Darbeciler Genelkurmay Başkanlığı'nı ve TRT Genel Müdürlüğü'nü ele geçirdi, İstanbul'da Boğaziçi (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ve Fatih Sultan Mehmet köprülerini geçişe kapattılar.

Başbakan Binali Yıldırım, bir TV'ye telefonla bağlanıp yaşananların bir "kalkışma" olduğunu duyurmasının ardından taşlar yerine daha bir oturmaya başladı.

Darbeciler, F-16'yla Gölbaşı'ndaki Emniyet Genel Müdürlüğü Havacılık Daire Başkanlığını bombaladı. Saldırıda 7 kişi şehit oldu, 5 kişi yaralandı.

Bununla yetinmeyen darbeciler Ankara Gölbaşı'ndaki Emniyet Özel Harekât Daire Başkanlığının bombaladı, Genelkurmay ile Jandarma Genel Komutanlığı civarında helikopterlerden de halka ateş açtı. Bu saldırılarda da 82 kişi şehit olmuştu.

Halka korku salmanın en büyük yolunun basın olduğunu bilen darbeciler TRT'yi işgal ederek korsan darbe bildirisi okuttu ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Milli iradeye yönelik bu ayaklanma hareketine karşı tabii ki hukuk, yasalarımız, anayasamız neyi gerektiriyorsa cevabı alacaklardır" ifadeleri ve okunan salalar halkı daha bir cesaretlendirmiş ve meydanlar tekbirlerle daha bir inlemeye başlamıştı. Siyasi parti, STK ve cemaatlerin darbecilere karşı direniş çağrıları da halkı daha bir heyecana getirmişti.

Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda görevli Astsubay Ömer Halisdemir, aldığı emir doğrultusunda beraberindeki darbeci askerlerle Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı ele geçirmek isteyen Tuğgeneral Semih Terzi'yi öldürdü. Halisdemir, Terzi'nin ekibindeki eski binbaşı Fatih Şahin tarafından şehit edildi. Merhum Halisdemir'in bu eylemi, darbenin seyrini değiştirmişti.

Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, 16 Temmuz'da saat 12.57'de Çankaya Köşkü'nde yaptığı açıklamayla hain darbe girişiminin bastırıldığını duyurmasıyla "halkın direniş destanı" da tarihteki yerini almıştı.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz darbe girişimi

Bu direnişte büyük payı olan şehitlerin yakınları ve gaziler, darbenin birinci yıldönümünde İLKHA'ya özel açıklamalar yapmıştı.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -1

Darbe girişiminde keskin nişancı tarafından vurularak şehid olan Mehmet Ali Kılıç'ın babası Abdullah Kılıç, oğlunun İslam'ın ve Müslümanların geleceği için meydanlara çıktığını ve bu uğurda canını feda ettiğini dile getirdi.

Namık Kemal Üniversitesi'nde Makine Mühendisliği bölümünde okuyan ve aslen Bitlisli olan Mehmet Ali Kılıç, anne babasının en büyük çocuğuydu.

22 yaşındaki Mehmet Ali, darbeye direnmek için meydanlara çıktığında kolu fena halde ağrıyordu. Kolunun ağrısına rağmen darbecileri durdurmak için Boğaziçi Köprüsü'ne giden Kılıç, burada keskin bir nişancı tarafından vurularak şehid edildi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarını anlatan baba Abdullah Kılıç, "Arkadaşının dükkânında haberleri izliyormuş. Haberleri duyunca telefon açtı. 'Cumhurbaşkanı halkı sokağa çağırıyor, bende gidiyorum' dedi. 2-3 saat AK Parti binasının orda olduğunu biliyorduk. Saat 12'den sonra arkadaşının bisikletini alarak köprüye gitmiş. Saat 3'e 4'e kadar köprüde olduğunu bilmiyorduk. Köprüye giderken mahalleden 13 yaşındaki bir çocuk da onunla beraber gitmiş. Hatta orda ona kızıyor 'Sen git annen, baban merak eder.' diye. Zaten çok geçmeden o çocuk kurşun ile kasığından yaralanmış. Onu omuzuna alarak ambulansa kadar getirmiş. Daha sonra o çocuk demiş 'Mehmet abi sen benimle gel', o da 'Benim işim var, işim daha bitmedi.' diyerek başka arkadaşını o çocuk ile göndermiş. O çocuğun ciddi bir şeyi yokmuş, kurtuldu. Saat 4-5 gibi aradık. Kızdık, 'Artık gel.' diye. '3 defa gelemem.' dedi. Saat 6 gibi annesi yatağını hazırladı, gelince yorgundur uyur diye. Bir süre sonra arkadaşı aradı, oğlumun yaralı olduğunu, hastaneye kaldırıldığını söyledi." dedi.

"Şehid olduğunda yüzü gülüyordu"

Daha sonra oğlunu bulmak için hastaneye gittiğini, onu çok aradığını, fakat sonunda morgda yatan oğlunu gördüğünde o an yüzünün güldüğünü söyleyen Kılıç, "Hastaneye gittik. Burada böyle birisi yok dediler. Başkasına sorduk, soruşturduk. Birisi bizi morga götürdü. Baktık o değildi. 'Buraya gelmiş ama siz yok diyorsunuz.' diyerek onlara kızdık. Ağır yaralıların olduğu bölgede olduğunu söylediler. Gidip baktık yoktu. Hastanede çalışan bir komşumuz vardı. Bizi yine morga götürdü. Dedi 'az önce bir cenaze geldi bir bakın.' Öyle der demez ayaklarımızın bağı çözüldü. Morgu açtıklarında Mehmet Ali'yi görünce içim ferahladı, yaşıyor zannettim. Dedim 'Bu ölü değil.' çünkü gülüyordu. Yaklaştık baktık ses yok, elimi yüzüne sürdüm baktım yüzü soğumuş. O an anladık ki Mehmet Ali şehid olmuş." ifadelerini kullandı.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -2

15 Temmuz ABD destekli FETÖ darbe girişiminin yaşandığı gece, sokaklara ve meydanlara çıkıp direnenlerden ve bu uğurda canlarını feda edenlerden biri olan Ömer Cankatar'ın babası Selahattin Cankatar, yaşadıklarını gözyaşları içerisinde anlatıyordu:

"O geceyi sonradan arkadaşlarından öğrendik, duyduk. Tam eğildiği sırada kafasına mermi isabet etmiş ve orada şehid olmuş. Normalde Ömer, atik bir insandı, ama o anda kendini koruyamamış. Allah ondan razı olsun. Ömer'in benden bile üstün meziyetleri vardı. Hazreti Ömer gibi adaleti vardı. Hiç kimseyi kırmazdı. Gelip beni sarar, okşardı. Şimdi kimse yok, kimsem kalmadı… Hiçbir şeyden tat alamıyorum. Oğlum çok güzel bir insandı. Çok seviyordum onu, ikimiz bir parça gibiydik."

"Kızıyorlar bana 'kendini toparla' diye, yapamıyorum ki çok özlüyorum"

Ömer'siz yaşamanın zor olduğunu ifade eden baba Cankatar, o gece yanında olmayı çok istediğini belirterek, "Keşke o gece yanında olsaydım. Belki kollardım, bir şey yapardım, ama olmadı. Rabbim onu sevdi ve aldı. Ömer nerde çalıştıysa herkes ondan razıydı. Herkes severdi. Mezarına hep geliyorum. Onsuz yapamıyorum. Kızıyorlar bana 'kendini toparla' diye. Yapamıyorum ki çok özlüyorum. Rabbim bizi kavuştursa birleştirse çok iyi olur. Biz onunla arkadaş gibiydik, her şeyini bana anlatıyordu." dedi.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -3

Atatürk Havalimanının darbeciler tarafından işgal edildiğini duyar duymaz kilometrelerce yol yürüyerek tankların karşısında duran Türkan Türkmen Tekin, eşi Ramazan Tekin ile birliktelik önce Esenler İlçe Emniyet Müdürlüğüne gitti. Burada toplanan halkla Atatürk Havalimanı'na doğru yürüyüşe geçti. Yolda ön sıralarda yürüyen Türkan Tekin, darbeci askerlerin üzerlerine sürdüğü tankın altında kalarak ağır yaralandı. Çevredekilerin yardımıyla hastaneye kaldırılan Tekin, burada şehid oldu.

İyi bir Kur'an-ı Kerim öğreticisi olan Türkan Tekin, başörtüsü yasağı nedeniyle ilkokul 3'üncü sınıfta okulunu bırakmak zorunda kalmıştı.

Şehit Türkan Tekin'in hayatı ve 15 Temmuz gecesi ile ilgili konuşan Ramazan Tekin, eşinin şehitler gibi yaşadığını ve sonunda şehit olduğunu söyledi.

Tekin, şöyle konuştu: "O gece evde oturuyorduk. Büyük çocuğum dışardaydı. 12 yaşındaki küçük kızım evde yatıyordu. Saat 22.30-23.00 gibi, bir akrabamızdan telefon geldi, 'darbe oluyor' diye. Hemen televizyonu açıp haberlere bakmaya başladık. Her yerde 'son dakika' haberleri geçiyordu. Eşim, 'kalk gidelim' dedi. 'Biraz oturalım' dedim. 'Yok gidelim' dedi. Eşim evden çıkmadan abdestini alıp iki rekât namazını kıldı. O namazı kılana kadar ben binadan aşağıya indim. Benden sonra kapıyı çekip, aşağı katımızda oturan büyük ablamın evine gitmiş. Anahtarı eline sıkıştırıp 'çocuğum önce Allah'a sonra sana emanet' diyor. Ablam olaydan bir ay sonra bunu bana anlattı."

"Yürümeye devam ettik." diyerek sözlerini sürdüren Tekin, daha sonra tanklarla karşılaştıklarını belirterek o anları şöyle dile getirdi:

"Üst geçitte tank geliyor diye insanlar bağırıyormuş, ama biz görmediğimiz için yolumuza devam ettik. Baktım insanlar kaçıyor sağa sola. Baktım tank geliyor, şaşırdım. Tankı görünce dondum kaldım. Eşime bir şey olmasın diye sol tarafa yönlendirdim. Bariyer tarafına kendisini atsa bile kendini kurtarır diye düşündüm. O hainleri görünce göz perdem kapandı. Böyle bir şey görmemiştik. Hainler soldaki insanları ezip gitti. Eşime doğru koştum. Yerde yatıyordu. Kucakladım eşimi. Kafadan darbe almıştı. Yalvardım 'Türkan bir ses ver, konuş' diye ama yok. Vücudu sıcak ama kafaya darbe aldığı için konuşamıyor. Hastaneye götürmem gerekiyor ama nasıl götüreceğim? Yollar kalabalık, gelirken nasıl yürüdük biliyorum. 'Allah'ım yardım et bana, yolları aç ki eşimi götürebileyim' diye dua etmeye başladım."

"Oğlum, annesinin şehit olduğunu duyunca kalkıp 2 rekât namaz kılmış"

Eşi yaralandıktan sonraki koşuşturmacayı ve ailece yaşadıkları acı dolu anları anlatan Tekin, sözlerine şöyle devam etti:

"Bir araç durdu ve eşimi araca koyduk hastaneye götürdük. Oğlum aradı cevap veremedim. Annesini aramış o da cevap vermeyince amcasını aramış. Kardeşim hastanede olduğumuzu, annesinin yaralı olduğunu söylemiş. İnanmamış, bir şey olmuş demiş. Tabi sonradan şehit olduğunu duyunca kalkıp 2 rekât namaz kılıyor. 'Annem istediğine kavuştu' demiş. 2 saat bizi içeriye almadılar. 2 saat sonra içeri girip eşimi arıyordum. Doktorlardan biri eşimin şehit olduğunu söyledi. Öyle deyince çöktüm ben. Eşimi görmek istediğimi söyledim. Beni kalkıp morga götürdüler. Eşim bir yandan şehit olmuş bunun sevinci, bir yandan da kolum kopmuş bunun üzüntüsü. Çocuklarıma bir şey söyleyemedim. Ufak çocuğum annesini sorduğunda hastanede olduğunu söyledim. İkindi namazına kadar sakladım. Cenazesi kapıya gelince gelip gördü. Eşim evden çıkarken küçük çocuğumuz uyuyordu. Hiç bir şey demeden gitti."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -4

'15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde (o günkü adı Boğaziçi Köprüsü) darbecilerin açtığı ateşte ağabeyi Onur Ensar Ayanoğlu şehid olan, kendisi de yaralanan Emin Oğuz Ayanoğlu, şehadeti çok arzuladığını ancak bu mertebenin ağabeyine nasip olduğunu dile getirdi.

Darbe girişimi gecesinde '15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde açılan ateş sonucu kalçasından yaralandığını, kurşunun damarını, sinirini, kemiğini sıyırıp sadece etini alıp götürdüğü belirten Ayanoğlu, 15 Temmuz'un bir işgal girişimi olduğunu, bu girişimin de milletin büyük bir cesaretiyle önlendiğini belirtti.

Ayanoğlu, "O gece ağabeyim şehid oldu, ben ise gazi oldum. Şükürler olsun bu gurur hepimize yeter. Şehitlerin yüzü suyu hürmetine bu millet, bu vatan ayakta duruyor. O yüzden gururluyuz, mutluyuz ve hiçbir şekilde pişman değiliz. O gecenin ne kadar hain ve alçak bir gece olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. O bir darbe girişimi değil, işgal girişimiydi. İşgal girişimine bu aziz millet mani oldu ve darbe girişimine izin vermedi. Verdiğimiz mücadeleyi hiçbir millet yapamaz. Bu cesaret de kimsede yoktur. İçimizdeki hainleri ve alçakları da görmüş olduk. İnşallah bundan sonra daha güçlü olarak daha iyi yerlerde olacağız." dedi.

15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaralananlardan biri de 2 çocuk annesi Safiye Bayat'tı. Boğaziçi Köprüsü’ndeki (Şehitler Köprüsü) yaralıların yardımına koşarken vurulan Safiye Bayat (35), darbeci askerlerin, elini kaldırıp yaralı almak isteyenleri dahi vurduklarını söyledi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarının hafızasından silinmediğini belirten Safiye Bayat, ayağındaki platinle hayatını sürdürdüğünü dile getirdi.

"Tespihimi, minik Kur’an'ımı da yanıma aldım"

Bayat, "Evde gayri ihtiyarı televizyonu açtım, bir kalkışmanın olduğu söyleniyordu. Hemen kalın kıyafetler giyerek, çantamı da alarak içine ilaçlar, yara bezleri, yara bantları, bir takım ağrı kesiciler doldurdum. Tespihimi, minik Kur'an'ımı da yanıma aldım. Abdestimi almıştım. Önemli bir durum olur da kaydederim diye kayıt cihazımı da yanıma aldım. Hemen yürümeye başladım. Öncelikle Çengelliye yürüdüm. Çengelköy normalde çok cıvıl cıvıl bir yerdir, ama hiç kimse yok, araba yok, dükkânlar, benzin istasyonları kapalı. Beylerbeyi'ne doğru ilerlerken eşim aradı. Bana 'nereye gidiyorsun' dedi. Bende 'köprüye gidiyorum' dedim. Bana, 'gitme, geri dön, burası çok karışık' dedi. Ben 'gidiyorum' dedim. Daha sonra onunla görüşemedim." dedi.

"Yaptığınız yanlış deyince rütbeli asker yanağımın üzerinden ateş açtı"

Boğaziçi Köprüsü'nü tutan rütbeli askerle yaşadığı diyalogu da aktaran Bayat, o anları şöyle anlattı: "İlerledim ve hain rütbeliyle karşı karşıya kaldım. Onunla bayağı bir mücadeleye girdik. Yaptıklarının yanlış olduğunu, bunu yapmamaları gerektiğini ve burayı terk etmeleri gerektiği yönünde düzgün bir yürekle söylemeye çalıştım ama tabi o hainlere kâfi gelmedi. Arkadaki asker müsveddeleri de hain rütbeliye tabiydiler. Hiçbirisi hainliklerinden ve zulüm etmekten geri durmadılar. Hatta bana hain rütbeli eziyet ve zulümde bulundukça çok keyifleniyorlardı. Beni çok tartakladı, hırpaladı. Ben, 'yaptığınız yanlış, bunu yapmayın ve arkandaki askerleri de boşuna peşinden sürükleme' dedim. Bunu duyduğu an beni kendine çekti ve yanağımın üzerinden ateş açtı."

"Rütbeli, askerlere 'anneniz sizleri bugünler için doğurdu' dedi"

Darbeci askerlerin arkasından defalarca ateş açtığını ve hiçbir kurşunun kendisine isabet etmediğini kaydeden Bayat, sözlerine şöyle devam etti:

"En son rütbeli askere 'sen çok zalimsin ve arkandakileri de zalimleştirmeye çalışıyorsun' dedim ve gitmeden önce ona, 'siz yenileceksiniz, siz zalimlerdensiniz' dedim. Çok kızdı hain rütbeli, asker müsveddelerine dönerek, 'işte anneniz sizleri bugünler için doğurdu' dedi. Ben geri döndüm, ateş emri verdi arkamdan. Arkamdan onlarca kurşun geldi ama onlarca ateşten hiçbirine Rabbim nasip etmedi. Eğer inanmış, teslim olmuşsanız Allah zalimlerin karşısında sizlerin boynunu eğmez. Çünkü inanan kalpler, çelikten de kuvvetlidirler. Allah size bir gömlek giydirir, çeliktendir."

Vurulduğu anı da anlatan Bayat, "Bir bayan yaralandı, dediler. Ben ona giderken kurşunlandım. Ne büyük bir şeref. Önde giden kardeşleriniz sizi nasıl arkaya itmişse, sizin için ölmek istiyorsa ben de kız kardeşim için ölmek istedim. Yaralandım diyemedim. 'Lütfen kız kardeşime koşun' diyebildim ama o gözlerimizin önünde son nefesini verdi. Ateş hattı olduğu için alınamıyorlardı, ben de o ateş hattında oldukça kan kaybettim. Elini kaldırıp yaralı almak isteyenleri dahi vurdular. Tabi bu çok zalimce bir şey. Bir şekilde ateş hattına girip sonrasında beni çektiler ve herhangi bir araca bindirerek hastaneye kaldırdılar. 18 gün boyunca hastanede tedavi gördüm." dedi.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -5

15 Temmuz darbe girişiminde cuntacılar tarafından tankla ezilerek şehid edilen Mehmet Şefik Şefkatlioğlu'nun eşi Vahide Şefkatlioğlu, o gece yaşadıklarını gözyaşları içinde dile getirdi.

O gece eşiyle beraber darbecilere "Dur" demek için meydanlara çıkan Şefkatlioğlu'nun eşi tankın paletleri altında can verirken, kendisinin de bir bacağı paletlerin altında kalarak parçalandı.

"Ben şehit olmaya gidiyorum…"

Eşiyle arasında geçen diyalogdan bir müddet sonra kız kardeşinin, telefonla arayarak kendilerine darbe girişiminin yaşandığını anlatan Şefkatlioğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Yarım saat veya bir saat geçti mi bilmiyorum, küçük kızım geldi, 'Anne, teyzem arıyor.' dedi. Israrla birkaç defa arayınca telefonu açtım. Kardeşim bana 'Abla darbe olmuş, haberin var mı?' dedi. Darbe deyince direkt ayağa kalkıp ağlamaya başladım, 'Ülke elden gidiyor.' dedim. Hemen aklıma Suriye geldi. Suriye'de neler olduğunu düşündüm. İnsanlara ne işkenceler yapıldığını biliyoruz. Hemen odaya koştum, televizyonu açtım ama kanallar göstermiyordu. Sonra oğlumu çağırdım, oğlum kanalları ayarlayınca bir alt yazı geçiyordu. Bir komutanı rehin aldıklarını yazmışlardı. Eşime dışarı çıkacağımı söyledim, o ise 'Nereye gidiyorsun? Dur! ben oğlanla beraber çıkarım, sen kal.' dedi. Ben kabul etmeyince salondan pardösümü alıp geldim. Oğlum kanalları değişince Tayyip Erdoğan'ın 'Herkes dışarı çıksın.' çağrısı gördük ve artık içeride duramadık zaten."

"Ölmek var dönmek yok"

Havaalanına gidileceği söylenince oraya doğru yürüklerini dile getiren Şefkatlioğlu, daha sonra eşiyle beraber tankın altında kaldıkları süreci anlattı:

"O kadar kalabalık ki insanlar akın akın geliyor. Her taraf kıpkırmızı bayraklar. Ne o taraftan gelecek araba var ne de bu taraftan. Tank gibi bir şey de gözükmüyordu. Ben baktığımda her tarafta dümdüz bir kırmızılık vardı sadece. Eşim bariyerlerin üstünden bacağını attı, ben de alttan elimi koyduğum gibi tank üstümüzden geçti."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -6

Darbe gecesinde Kızılay'da olduğunu, ardından TBMM'ye geçerek oradan da Genelkurmay Başkanlığı önüne gittiğini kaydeden Diyarbakırlı Fizyoterapist Devrim Nazlıca, burada göğsüne aldığı kurşunla yaralandığını söyledi.

"Kızılay Meydanı'na ilk vardığında birkaç tank ile askeri araç vardı." diyen Nazlıca, kısa süre içinde akın akın insanların meydana geldiğini söyleyerek şunları ifade etti:

"İnsanlar büyük bir cesaret örneği göstererek tankların önünde durdu. Tankların önünde durunca hayatımda hissetmediğim duygular yaşadım. Tankın üzerine çıkanlara darbeci asker ateş açıyordu. İnsanlar konuşmaya çalışıyordu, ama darbeci askerler çok hırçın davranıyordu. Kimisinin üzerine tankı sürdüler, kimisinin üzerine ateş açtılar. Bir tane taksiyi gözümüzün önünde ezince şoke girdik. Ama bizim cesaretimizi artıran onların o hırçınlığıydı. Tankları üzerimize sürmeleri, bize ateş etmeleri cesaretimizi artırdı. Saat 23.00 olunca insanların yoğun baskısı etkili oldu ve tanklar Meşrutiyet Caddesi'nden Meclis'e doğru yoğun ateş açarak gitmeye başladı. Bunun üzerine bizlerde tekbir çekerek Meclis'e doğru yürümeye başladık." dedi.

"İnsanları gözümüzün önünde tanklarla ezdiler"

Meclis'ten sonra yoğun silah seslerinin geldiği Genelkurmay'ın önüne geçtiklerini kaydeden Nazlıca, sözlerine şöyle devam etti:

"Genelkurmay'ın önüne geldiğimizde vahşet bir tablo ile karşılaştık. İnsanları gözümüzün önünde tanklarla ezdiler. Bir sürü şehid ve yaralı vardı. Yerler kan gölüne dönmüştü. Bir baba ve oğul yerde yatmışlardı, çaresiz bekliyorlardı. Sürekli insanların üzerine ateş açılıyordu. Uçaklar alçak uçuş yapıyor, helikopterden ateş açılıyordu. Tüm bunlara rağmen oradaki insanlara sanki ayrı ayrı görev verilmişti. Kimisi Kur'an okuyordu, kimisi ön saflarda kimisi arka saflarda bir şeyler yapıyordu. Organize bir şekilde değildi ama herkes bir şeyler yapıyordu, elinden geldiği kadarıyla. Ben de özellikle yaralılara yardım etmeye çalışıyordum. Zeminden altgeçide düşen birkaç kişiye yardım ediyordum, onları arabalara taşıyıp hastaneye gönderiyordum. Genelkurmay'ın kapısını yoğun bir şekilde salladıklarını ve içerdeki küçük kulübeden bir askerin kameraya aldığını sonra gördüm. Bir video kameraya bizi çektiğini görünce ben de muhtemelen yarın sabah burada kim var kim yok hepsini toplayacaklar diye düşündüm ve bir saf arkaya gittim. Orada insanlar kapıyı zorluyordu, kapı yıkılır yıkılmaz üzerimize ateş açmaya başladılar ve orada göğsümden vuruldum."

"Meclis'e atılan bombayı gördüğümde dehşete kapıldım"

Kurşunun direk göğsüne isabet etmediğini belirten Nazlıca, "Eğer direk isabet etseydi göğsüm parçalanırdı." diyerek o anları anlatmaya devam etti:

"Ateş açıldığında seken bir parça göğsüme değip kasığıma saplanmış. Tabi ben şoka girdim, kısa bir süre sonra üzerimi çıkardım ve oraya tampon yaptım. Sağlıkçı olmamız hasebiyle kendime müdahale ettim. Daha sonra hastaneye gitmek için bir araç arama telaşına düştüm. O esnada Genelkurmay'dan iki helikopter kalktı, onlardan biri Hulusi Akar'ı Akıncı Üssü'ne kaçırdıkları helikopterdi. Helikopterler kalktıktan birkaç saniye sonra Meclis'i bombaladılar. Çok acayip bir patlamaydı, ben dehşete kapıldım. Kendimi bir taksiye attım ve Hacettepe'ye gittim. Benden sonra o bombanın etkisiyle bir sürü ağır yaralanan insanlar getirildi. Çok kötü bir manzara vardı, Allah bir daha o günleri yaşatmasın."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -7

15 Temmuz gecesinin önemli tanıklarından biri de hiç şüphesiz 5 Temmuz Derneği Genel Başkanı Abdurrahman Tarık Şebik'ti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanları, 15 Temmuz’da şehit olan Erol Olçok’un kardeşi Cevat Olçok ve birçok üst düzey kişinin kuruculuğunu yaptığı 15 Temmuz Derneği Genel Başkanı Abdurrahman Tarık Şebik, darbe girişiminin başladığı saatlerde Üsküdar’da olduğunu belirterek kanlı geceye dair şunları dile getirdi:

"Sonra dedik ki Boğaziçi Köprüsü'ne gidelim. Saat 23.00’ten sonra oraya doğru yürümeye başladık. Millet telefonlardan Cumhurbaşkanının çağrısını izliyor. O saatle çağrının yapıldığı saat arasında çok fark var meydanlarda. Biz Kısıklı’dan köprüye doğru yürüyoruz. Bir defa şunu gördüm; askerin yüzünde bir bakış var. Yani sizin elinize silah veriyorlar. Ve siz bunu millete karşı sıkabiliyorsunuz. Şimdi bu hangi sapık zihnin ürünü. Orada tanklar aşağı doğru arabaları parçalayarak gidiyor. Hatta belli bir zaman sonra bir askeri otobüs gitmeye başladı. Artık orada asker yetersiz miydi bilmiyorum. Önündekine bakmadan nasıl gidiyor, yani kendini kenara atan otobüsten yırtmış oluyor. Otobüsü durdurduk, askerlerin silahları alındı, çekilen çekildi. O anda böyle bir hengâme anı vardı orada."

"Burada millete sıkılan bir kurşun var"

Şebik, "Ondan sonra biz saat 04.00'e kadar köprüdeydik. Orada ben neyi gördüm; köylüsünden işçisine, patronundan çalışanına, dini, siyasi, parti, mezhep gözetmeksizin herkes orada. Benim normalde bir araya gelmeyeceğim, sosyal ortamı paylaşmayacağım insanlar orada. Kol kola yürüyoruz. Bu haykırışa, bu kahpece isyana, hepimiz isyan ediyoruz. Şimdi burası önemli bir manzara. Burada millete sıkılan bir kurşun var, milletin göğsüne yöneltilmiş tankın namlusu var. Tüm millet burada siper durmuş, göğsünü açmış, buyur demiş." ifadelerini kullandı.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -8

15 Temmuz darbe girişiminde Atatürk Havalimanına giderek tankın üstüne çıkan ve halkı organize ederek darbeci askerleri tanktan çıkaranlardan biri ve o dönem HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı olan İstanbul İl Başkanı Erdal Elibüyük, "Zor ve uzun bir geceydi. Ben o gece akşam sanırım 22.00 sıralarında evdeydim. Çalışma odamdaydım. Eşimin televizyondan darbe olmuş şeklindeki ikazıyla hemen ekranın başına geçtik ve olayı anlamaya çalışıyorduk. Çünkü darbe nasıl olur görmedik, anlamaya çalıştık. Ekranda gördüğümüz Boğaziçi Köprüsü'ndeki askerler ve oradaki kargaşaydı. Daha sonra sosyal medyaya baktık. Hakikaten bir şeylerin tuhaf gittiğini, yolunda gitmediğini gördük, anlamaya çalıştık. Tabi bu arada genel başkanımızla, genel merkezimizle temas kurmaya çalıştık. Çünkü darbe Ankara ve İstanbul merkezliydi. Diğer bazı illerde de hareketlenmeler olduğu söyleniyordu ama özellikle İstanbul ve Ankara merkezliydi. Biz hakikaten meseleyi anlamaya, hem de genel merkezi bilgilendirmeye ve genel başkanımızın 'nasıl hareket edelim' talimatıyla harekete geçmeye çalıştık. O arada birçok kişi bizi telefonla arayıp nasıl hareket etmemiz gerektiğini soruyor; parti üyelerimiz, il-ilçe başkanlarımız. Bunu anlamak çok uzun sürmedi. Anladık ki bir darbe gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Biz de genel başkanımızın talimatıyla bütün teşkilatlarımıza hemen ivedi bir şekilde mesaj yoluyla sosyal medya üzerinden ve bazı televizyonlara bağlanarak hem parti üye ve gönüllülerimize hem de vatandaşlarımıza sokağa çıkma çağrılarımızı yaptık. Nereye gidelim diyenlere de insanların akın akın gittikleri yerlere; meydanlara, havaalanlarına gidin dedik. Çünkü o gece vatandaş kimseden talimat almadan sokağa çıkmıştı zaten. Benim evimle havaalanın mesafesi yaklaşık 8-10 kilometrelik bir mesafe, yani havaalanına 5- 10 dakikalık bir mesafede oturuyorum. Evimizden havaalanına kadar trafik kilitlenmişti. İnsanlar arabalarını park etmiş, yürüyerek gidiyorlardı. Biz de hemen ivedi bir şekilde bütün teşkilatlarımıza havaalanlarına, meydanlara gitme talimatı verdik.

"Tankı hareket ettiremez hale getirdikten sonra tankın üstüne çıktık"

Kalabalık kitleyi organize ettiklerini belirten Elibüyük, "Biz bu grubu organize ettik. Tankın önünde durarak tankı hareket ettiremez hale getirdik. Daha sonra tankın üstüne çıktık. Tankın hareket etmemesini sağlamak için tankın içindeki askerleri indirmeye çalıştık. Tabi inmiyorlardı, kendi alanları kapalıydı. Yaklaşık 1,5 saat orada tankı bırakmama mücadelesi verdik. Zaman zaman tank tekrar hareket ediyordu. Bir zaman sonra askerler çıktı ve teslim oldular." şeklinde konuştu.

Elibüyük, daha sonra bütün parti üye ve gönüllülerine meydanlara abdestli çıkın talimatı verdiklerini dile getirerek, "O gece bütün arkadaşlarımıza şunu söyledik. Dedik ki herkes abdestini alsın, meydanlara çıksın. Çünkü ölüm haberleri geliyordu, şehid haberleri geliyordu. Biz bütün arkadaşlarımıza 'abdestinizi alın, şehid olacaksınız inşallah. Meydanlarda abdestli bir şekilde hayatlarımızı feda edelim' diyorduk. O gecenin ilk adımı buydu." dedi.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -9

15 Temmuz gecesi sokaklarda olan siyasilerden AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, 15 Temmuz'un ikinci Çanakkale olduğunu belirterek, "Ruhu itibariyle, aklı itibariyle Türkiye’ye çekilmek istenen operasyonun aziz milletimiz tarafından boşa düşürülmesidir. İki taraf var. Bir, Türkiye’yi sömürgeleştirmek isteyenler. İki Türkiye bizimdir diyerek milli bağımsızlığını sahiplenenler." dedi.

Külünk, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

"Alın terimizle alınmış tanklar, alın terimizle alınmış uçaklar, alın terimizle alınmış helikopterler, alın terimizle alınmış cep telefonlarımız bu ülkeye, İslam'a ve Müslümanlara ihanet etmek için kullanıldı. Siyasetten, iş hayatından, sivil bürokrasi, askeri bürokrasi, yargı bürokrasisinden kültür emperyalizmi marifetiyle insan devşirerek içerden teslim almayı hedeflediler. Ve maalesef kısmen de başarılı oldular. 15 Temmuz’da millet ayağa kalktı, egemenliğine ve devletine sahip çıktı.

O anlar ölümü avucumun içinde tutuyordum. Sayın Cumhurbaşkanımızın önünde dururken de ölümün bende kalmasını istiyordum. Çünkü bizim ölümümüzde bir şey olmazdı ama ona bir şey olursa ümmetin kaderi, yani Kudüs’teki çocuklar, Gazze’deki çocukların, Srebrenitsa’daki o acıyı yaşamış Bosna’da her sabah kalktıklarında çatışma başladı mı sorusunun cevabını arayan Boşnak Müslümanları ciddi acı çekecekti."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -10

Darbe girişimin yaşandığı gece kullandığı kamyona çocuklarını, torunlarını ve mahalleden onlarca kişiyi alıp meydanlara taşıyan 4 çocuk annesi Şerife Boz (51), o gecenin simge isimlerinden oldu.

Boz, o geceyi şöyle anlattı: "O gece hiç uyumadık. O gecenin sabahında eve gelip namaz kıldık. Eşime 'kamyon ile çıkalım' dedim. 'Tamam' dedi, sonra eşim başka yere gitti. Bende çocuklarımı, torunlarımı alarak 'Ya Allah, bismillah' diyerek iman gücüyle taksime gittik. Darbe girişimi, İslam'a ve Müslümanlara yapıldı. Rabbim bir daha da onlara fırsat vermesin. Benim 4 çocuğum, 2 de torunum var. Evim ara sokaktaydı, ana caddeye çıkana kadar herkes kamyona bindi. Taksim'e gidene kadar çok kalabalık oldu." dedi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarını anlatan ve aslen Kayserili olan 41 yaşındaki Metin Doğan ise şunları söyledi:

"Benim Facebook, mail gibi adreslerim yoktu, çünkü herkesi esir almış, beni de esir alabileceğini, zaaf oluşturabileceğini düşünüyordum. Kendimi tamamen yaşamaya odaklamıştım. Günde 3 saat uyku uyuyorum, hiç televizyon izlemiyorum. Hayatı ve yaşamayı bu kadar severken uğruna bir saniye bile düşünmeden canımı vereceğim bir vatanım olduğu için Allah'a şükür ediyorum."

Atatürk Havalimanına giderken soluk soluğa geçirdiği anları aktaran Doğan, şöyle konuştu:

"Döndüm baktım kim var kim yok gibisinden. 20, 30 tane polis, 40, 50 tane de vatandaş vardı. Vatandaşlar, buranın girişini çıkışını kapattıkları için mahsur kalmışlardı. Evde planımı yapıp gelmiştim. Benim yaptığım sporu yapan kişiler ölmeden önce birilerine zarar verirler. Ben onlara zarar vermeyi düşünmedim. Kendimi ilk eylemci olarak gördüğüm için ben tankın altına yatmayıp, tankın üzerine çıkarsam canlı yayında askere saldırı yapılıyor diye görülebilirdi. Allah bana hesapların en güzelini yaptırdı. Hiç eylemci yokken askerler havaya 8-10 el ateş açmaya başladıkları an tüm gücümle üzerlerine koşmaya başladım. O an ağzımdan 'Ben Türk askeriyim, siz kimin askerisiniz?' diye bağırmaya başladım. Tankın önüne geldiğimde iki elimi kaldırdım, tank durdu. Tankın üzerinde 3 kişi var. Birkaç saniye birbirlerine baktılar. Sonra bağırmaya başladılar 'çekil oradan yoksa ateş edeceğiz' diye. Uçaksavarları askerde görmüştüm, tankın üzerine uçaksavar da koymuşlardı. Onu görünce heyecanlandım. Ha onunla vurulmuşum, ha paletin altına ezilmişim. Tank hareket etmeye başlayınca paletin altına yatmaya başladım. Hep kelimeyi şehadet getiriyordum. Kendimi ayarlıyordum, ölecektim zaten, nasıl daha hızlı ölürüm diye ayarladım. Tam geldi, bir anda frene bastı ve durdu. Baktım hareket etmeyecek tişörtümü çıkarttım üzerlerine atacakmış gibi yaptım. O sıra buradaki vatandaşlarda bana 'yapma, yapma' diye bağırıyorlardı. Askere hiç kimse 'sen ne yapıyorsun' diyemiyordu. Benim amacım insanları cesaretlendirmekti. 10 dakika boyunca tek başıma mücadele ettim. Tank ikinci defa hareket edince sol paletin altına yattım. Bu defa kesin öldüm dedim. Onu kullanan asker sadece yattığımı biliyordu, ezip ezmediğini bilmiyordu. Frene bastığında tank beşik gibi sallanırken paletler omuzuma, kulağıma değiyordu. Kalktım yine bağıracakken baktım 10-12 kişi tankın etrafını sarmıştı. Kenara çekildim, baktım sayıları 40-50 oldu. Bir buçuk saat sonra da Cumhurbaşkanımızın çağrıda bulundu. O çağrıyı sonradan dinledim, emir değildi, bir ricaydı. Ve sonra buraya 2 milyon insan yollar kapalı olmasına rağmen koşarak geldiler. Bazı kesimler buna 'oyun' diyor ya bir rica karşılığında 2 milyon insan ölüme koşarak gelebileceğini idrak edecek, anlayacak bir beyinlere sahip olmadıklarından dolayı buna 'oyun' diyorlar."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -11

15 Temmuz ABD destekli darbe girişiminde Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde darbecilere karşı direnirken katledilen şehid Alper Kaymakçı’nın babası Gürsel Kaymakçı, şehadet haberini şehir dışındayken aldığını belirtti.

Oğlunun darbe girişimi gecesi kendisini de aradığını dile getiren Kaymakçı, şunları ifade etti: “15 Temmuz hain darbe girişiminde ben yoldaydım. TIR’la Hakkâri’ye gitmiştim. Namaz kılmak için gittim abdest aldım, geldim ki oğlum beni 6 sefer aramış. Onu aradım ‘Hayrola ne oldu diye’ sordum, o da bana ‘Darbe oluyor kendine dikkat et’ dedi. Ben de ‘Oğlum sen kendine dikkat et’ dedim. Beni aradığında saat 23.00 gibiydi. Kamyoncu arkadaşlarım lokantada yemek yiyordu, televizyondan darbe olduğunu öğrendim. Cumhurbaşkanının halkı sokağa davet etmesi üzere damadım ve damadımın ikizi, oğlumu çağırıyorlar. Oğlum evin ışığını kapatmadan çıkıp gidiyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine gidiyorlar, orada darbeye karşı mücadele ediyorlar. Sabah namazını külliyenin camisinde kılıyorlar. Son atılan bomba ile de şehid düşüyor. Ben bunlar yaşanırken yoldaydım, o gece üzerimde bir baskı vardı. Okunan salalar ile tüylerim diken diken olmuştu. Sabah bacanağım beni arayarak oğlumdan haber alamadıklarını ve ayağından yaralandığını söylediler. Onların oğlumun şehadetinden haberi vardı ama ben o zaman onun şehit olduğunu tahmin ettim.” dedi.

Şehid Alper'in 14 yaşında namaz kılmaya başladığını ifade eden Anne Miyase Kaymakçı ise oğlunun Allah yolunda şehid olduğunu belirtti.

Anne Kaymakçı, “Onu anlatmak kolay değil. Oğlum iyi bir evlattı. Oğlum 30 yaşına geldi, beni hiçbir şekilde kırmadı ve ondan rahatsız olmadım. 14 yaşında namaza başladı ve Allah yolunda şehit oldu. O gece bana telefon etti ve darbenin olduğunu söyledi. Ben ne olduğunu anlamadım. Çünkü darbe falan görmemiştim. Darbe olduğu dönemde ben çocuktum. Bize onun önce kayıp olduğunu söylediler, ardından şehid olduğunu öğrendim. Oğlumun halen şehadetine inanamıyorum, onu kaybettiğimi düşünüyorum. Çünkü onun cenazesini görmedim. Allah ondan ayrılmam dolayısıyla bana sabır veriyor. O sürekli şehadeti istiyordu ve Allah ona şehadeti nasip etti. Bir tarafımız eksik, canımızdan bir parça koptuğu için, ama bir tarafımızda sevinç dolu, şehid olduğu için.” şeklinde konuştu.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -12

Şirin Diril de 15 Temmuz gecesi mesaisi sona erdi ve eve dönerken darbe girişimi yaşandığını öğrendi. Diril, ezan ve sela seslerini duyar duymaz abdestini aldıktan sonra aracına binerek sokağa çıktı ve darbeci askerlere karşı direnirken 15 kurşun ile aracının içerisinde vurularak şehid edildi.

Şirin Diril'in hüzünlü annesi Münevver Diril, kimsenin oğlunu zorla sokağa çıkarmadığını, kendi rızası ile Allah için sokağa çıktığını ve bu uğurda da şehid olduğunu söyledi.

Anne Diril, "FETÖ'de diğer terör örgütleri de hepsi birdir. Benim oğlum şehit oldu. Ama bir benim oğlum gitmedi ve benim çok oğlum şehit oldu. Yine de Allah'a hamdolsun. Biz Müslümanız, Hazreti Muhammed'in dinindeyiz. Oğlum şehid olduğunda yüzünü bana göstermediler. Her halde yüzü yaralıdır diye göstermiyorlar sandım. Sonra baktım ki oğlumun yüzü çok güzeldi ve pırıl pırıl parlıyordu." diye konuştu.

Kardeşi Şirin'in kendi halinde bir genç olduğunu ifade eden Şerif Diril, "Darbe gecesi Telekom binasının ele geçirildiğini öğrenince tek başına direk oraya gitmiş. Darbeciler binaya girmesinler diye arabası ile panzerin önünü kapatmış. Zaten binadan kendisine ateş açılmış. Arabasının içerisinde vefat etmiş. Biz de ertesi sabah şehid olduğunu öğrendik." dedi.

İstanbul'da çalıştığı için bazen yanında kaldığı kız kardeşi Ayşe Çapkın da ağabeyinin her Müslüman gibi İslam'a çok düşkün olduğunu belirterek, kardeşinin şehid olacağı hafta çok mutlu olduğunu ve o hafta bir başka olduğunu söyledi.

Ezanlar, selalar okunduktan sonra kardeşinin yerinde duramadığını belirten Çapkın, "Darbe gecesi biz Şirin'i aradık. Eşim kendisine 'Şirin sen eve ulaştın mı?' dedi. Ulaştım, ama ben köprüyü geçer geçmez kapattılar. Bu hainler ne istiyor bilmiyorum.' Cumhurbaşkanımız daha konuşmamıştı. Ezanlar, selalar okunduktan sonra kardeşim yerinde duramadı, kendini feda etti." diye konuştu.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -13

FETÖ darbe girişiminde yaralanan Halil İbrahim Sağlık (44), namazın nasıl farz olduğu inancı içerisindeyse aynı şekilde o gün sokağa çıkmanın da farz olduğunu hissederek dışarı çıktığını belirtti:

"Ben çıkıyorum gelen varsa gelsin…"

Arkadaşlarıyla birlikte Taksim'e gittiğini belirten Sağlık, orada bulunan anıtın önündeki askerlerle diyaloglarını, onları ikna çabalarını ve yüzlerindeki tedirginliği anlatarak, devam eden geceyi şu şekilde ifade etti:

"Askerlerine kadar ikna etmeye çalıştık. İkna olmuyorlar; erler de korkuyor, titriyor, esas duruşta duruyor. Biz de arkadaşlarımızla 'Bunların silahlarını ellerinden alacağız, başka çare yok.' dedik. O anda bir araba dolusu takviye kuvvet geldi. Onları püskürtmeye çalıştık, taşlarla kovaladık ve sonunda onları püskürttük. Anıtın önü kaldı. Anıtın önüne geçtik. Tekrar ikna etmeye çalıştık, ikna olacakları yoktu…"

Darbeci askerlerin ellerinden silahları almaya çalışırken 20 kişinin yaralandığını dile getiren Sağlık, "Silahı almaya çalışırken namlunun ucu aşağı indi. Silah da seride olduğu için bir anda ateş aldı ve 20 kişi yaralandı. Ben yaralandığımı hissetmedim o anda. Ayağımdan vurulmuştum, ama yaralandığımı hissetmedim. Döndüm, arkadaşlara baktım, iki adım attım, vurulduğumu o anda anladım. Hemen kaldırıma çöktüm. O anda benimle birlikte gelen arkadaşlarımı kaybettim. Silah sesini duyunca beni aradılar. 'İbrahim biz gidiyoruz, geliyor musun?' dediler. Ben de 'Ben vuruldum.' dedim. Daha sonra yanıma geldiler. Ben saat 01.00 gibi vuruldum, 01.30 gibi de hastaneye gittim. Saat 03.00-04.00 civarı da Taksim'i teslim almışlardı." ifadelerini kullandı.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -14

15 Temmuz gecesi darbecilerin açtığı ateşle yaralanan 9 çocuk, 15 torun sahibi 72 yaşındaki Mustafa Zorova, darbe gecesi Mürted (Akıncı'lar) 4. Ana Jet Üs Komutanlığı önüne gelir.

Zorova, Akıncılar'da yaşadıkların şöyle anlatıyor: "Sağ tarafta komutan vardı, hemen attığı gibi beni düşürdü. Ondan sonra bir o yana tarattı, bir de bu yana… Ses kesildi. Ben o sırada askere, 'Oğlum ben bu yaradan ölmem, belimdeki kayışı çıkarıp, bacağıma dolayıp kanı durdurursan ölmem.' dedim. O da bacağımı sıktı ve telefonu da cebime koydu. Bir de ona, 'Ambulans çağır hakkımı helal ediyorum.' dedim. O çağırana kadar ben arkadaşlardan yardım istedim. Ön sıradaki 9 kişinin hepsi ölmüş, sadece 2 kişi canlı kalmıştı. Ameliyattan sonra gözümü açtığımda akşam olmuştu. Gözümü açar açmaz bizim belediye başkanını gördüm. Başkanın bileğinden tuttum, 'Başkanım Türkiye Cumhuriyeti gitti mi duruyor mu?' dedim. O da 'sizlerin sayesinde Türkiye Cumhuriyeti dimdik ayakta Mustafa amca.' dedi.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -15

15 Temmuz'da İstanbul'un Üsküdar ilçesinde tankların karşısına dikilerek bir kolu büyük zarar gören Sabri Ünal, Allah'ın rızasını kazanıp, şehid olabilmek için darbecilere karşı meydanlara çıktıklarını belirtti.

Otobüsle Kartal Köprüsü'ne geldiğinde bir grup askere "Benim olduğum ülkede darbe yapamazsın komutan!" diye bağırdığını söyleyen Ünal, "Onlara, darbe yapılmakta olduğunu ve bunun anayasal bir suç olduğunu, vatana ihanet içerisinde olduklarını söyledim. O sırada komutanları geldi, 'Biz burada darbe yapmıyoruz, Mustafa Kemal'in askerleriyiz, şuyuz, buyuz…' diye söyledi ve üstüme yürüdü. Tam yakınıma gelince kız kardeşimin bana verdiği biber gazını yüzüne sıktım. Bir süre sonra komutan tekrar geldi, ikinci defa biber gazını sıktım. Baktım yapacak bir şey yok. Gelen giden yok. Oradan ayrıldım. Otostop çekip Zeynep Kamil'e kadar geldim. Radyoyu açtım, o an Cumhurbaşkanının konuşmasına denk geldik. Darbeye karşı milleti sokaklara çağırınca insanlar ellerinde bayraklarla yavaş yavaş meydanlara inmeye başladılar." ifadelerini kullandı.

Yerden aldığı taşlarla tanklara karşılık vermeye çalıştığını dile getiren Ünal, bir süre sonra kendini siper ederek, tanka karşı koymaya çalıştığını söyledi.

"Tank sağ kolumun üstünden geçti"

Ünal, "Arkadaşlarımı yolda gördüm, durumu sordum. 'Köprüde yaralılar var, gitme.' dediler. Ben de gideceğimi söyledim. Elimde en azından bir şey olsun diye giderken yerden birkaç tane taş aldım. Tam giderken birisi 'Ateş ediyorlar, yere yat.' dedi. Sağıma soluma baktım, kimse ateş etmiyordu. Bir baktım tanklar geliyor. Onu görür görmez elimdeki taş ile tanka karşılık vermeye çalıştım. İkinci veya üçüncü taşı attığımda tank ile karşı karşıya kaldım. Sağa veya sola kaçmak gibi bir şansım yoktu. O an aklıma tankın altına yatmak geldi. Kurtulursak öyle kurtuluruz diye düşündüm ve yere yattım. İlk tank geldi ve üstümde durdu, 5 saniye sonra hareket etti. O geçtikten sonra ayağa kalktım. İkinci tank geliyordu. Elimi kaldırdım, onu durdurmaya çalıştım. Tankı kullanan, benim tankın altından çıktığımı gördü. Oradan ayrılmaya niyetim yoktu zaten. Durması için elimi kaldırdım. Durmayınca tankın paletleriyle karşı karşıya kaldım. Sola iki adım atıp, yere yattım. Tankı kullanan asker de manevra yapınca sağ kolumun üstünden geçti. Kolu ezmiş, dirseği kırmıştı." şeklinde konuştu.

"Allah rızası için sokaklara çıktılar"

Allah için meydanlara inip, darbecilere karşı direndiklerini vurgulayan Ünal, şunları söyledi:

"Eminim ki birçok gazimiz de ya abdestini alıp ya da şehadetini getirip yola çıktı. İnanıyorum ki büyük çoğunluğu Allah rızası için sokaklara çıktı. 'Demokrasi şehidi' diye fazla bir şekilde demokrasi vurgusu yapılıyor. Bu bizi memnun etmiyor. Biz Allah rızası için yola çıktık. Önce bunun kabul edilmesi lazım. Biz 'laiklik' için değil Allah rızası için yola çıktık. Her müminin kalbinde vatan, bayrak sevgisi sembolik olarak bulunur. Biz, bunun taçlandırılmış haline şehadet diyoruz. Biz şehadet için yola çıktık, Allah bize gaziliği nasip etti. Arap şehidimiz, gazimiz var. Bunların Türklük için yola çıktıkları söylenebilir mi? Söylenemez. Başta Allah rızası için sokaklara çıktığımızı kabul etsinler. Onun yanına bayrağın, yıldızın altına demokrasi denebilir, çünkü ülkemizde işleyen sistemin adı demokrasi, bunun adı cumhuriyet. Sonuçta bizim sokaklara çıkmamız bunu koruyor."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -16

Darbe girişiminde uçaksavar mermisinin koluna isabet etmesi sonucu sol kolunu kaybeden Üzeyir Civan, o zorlu gecede şahit olduklarını şöyle anlattı:

"Askerlere 5-10 metre yaklaştığımda hayatında hiç duymadığım bir çınlama duydum, ardından da sanki koluma elektrik çarptığını hissettim. O an vurulmamak amacıyla yere uzandım. Daha sonra ise araçlardan yapılan mevziye doğru gittim. Sol kolumu oynatmaya çalıştığım an kolumda bir ağırlık fark ettim. Baktığımda sadece bir deri parçasının sol kolumu tuttuğunu gördüm. Baygınlık geçirmemek için koluma fazla bakmadan araçların olduğu tarafa doğru koştum. Araçlara ulaştığımda oradaki gençler 'Yaralı var.' diyerek yanıma geldiler. Yanıma gelen o gençler, Iraklı Türkmen kardeşlerimizdi. Bizden önce gelmişler, hayatlarını ortaya koymuşlardı. Üzerimdeki tişörtü çıkardım, o gençlerden biri koluma tampon yaptı. Yaklaşık 10 dakika boyunca o ateş hattında kaldık. Gençler de bana bir araç bulmak için uğraş veriyorlardı ama araç bulamadık. Sonra bir motosikletli kardeşimiz çıktı. Beni arkasına alıp götürmek istedi ama ben o halimle binemedim. Daha sonra 500-600 metre arkamızda bulunan topluluğa kadar yürüdüm. Orada bir araç buldum ve ben araca binerken bir akrabamız beni gördü ve 'Eyvah!' dedi. Derken benim yaralandığım bilgisi eşime ulaşmıştı."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -17

15 Temmuz gecesi tankın otomobilini ezdiği sırada ölümün kıyısından dönen Gazi Metin Kolca, tanık olduğu o anları ve yaşadıklarını şöyle anlattı:

"Helikopter MİT'e ateş etmeye başlayınca biz de 500-600 kişi Genelkurmayın önündeydik. Genelkurmayın içine giriş yapmaya çalışırken askerler halkın üzerine ateş ettiler. Vurulan, ayağı kopan ve kafasına mermi isabet edenler vardı. Ne yapacağımı bilemedim, artık yaralıları hastanelere götürmeye çalıştım. O gece çok ayrı bir gecedir, insanların gözümüzün içerisine bakarak ölmesi, senden yardım istemesi çok acı bir şeydi. Oraya yakın bir hastane vardı, 3-4 yaralıyı oraya götürdük. Sonra tekrar döndük, bu sefer askerler yaralıları almamamız için bize ateş ettiler. Yerde yaralılar vardı, ambulans ve polislerin gelmesine askerler izin vermiyorlardı. Adam yerde, 80 kilo ve yaralı, tek başına vatandaş olarak bir şey yapamıyorsun, kaldırıyorum kalkmıyor. Birkaç kişiye yardım ettim, yarasına tampon yaptım ve kalp masajı yaptım, orada hayatını kaybedenler oldu. Ardından darbeciler uçak ile dönüş yaptılar, sonra helikopterle geldiler. Bunun üzerine 500-600 kişi MİT'in ve Genelkurmayın önündeydik, bir anda helikopter halkın üzerine ateş etti. O geceyi anlatamıyorum, çok şey oldu. Orada tesettürlü bir bayan vardı, vurulmuştu. Genelkurmayın demirlerinin önüne düşmüştü. Hemen yanına giderek atletim ile yarasına tampon yaptım, ama vücudu param parça olmuştu. Sağımda, solumda vurulan insanlar vardı. Ardından helikopter uzaklaştı. Ben bağırarak yaralılar için yardım istedim. Bu yardım çağrım üzerine askeriyenin içindeki askerler üzerimize ateş ederek 'Siz hâlâ burada mısınız' dediler. Bunun üzerine ben 'Beni de vur, beni de öldür. Zaten sizin en iyi yaptığınız insan öldürmektir, devleti düşürmektir' dedim. O gece ben ölümü göz önüne aldım. Belki ben ölsem eşim, oğlum, kızım yalnız kalacak ama 86 milyon insan kurtulacaktı."

"Tanklara karşı taşlarla mücadele ettik"

Helikopterin tekrardan halkın üzerine ateş ettiğini ifade eden Kolca, "Derken F16'lar Meclisi bombaladı. Meclis bombalandığında sersemleştim. Bombalamalar devam etti. Ardından bir sessizlik çöktü ve yaralıları hastaneye götürdük. O sırada uzun boylu 2 sivil telefonla 'Tankları çıkarın' diye talimat verdi. Ben de hemen Sıhhiye Köprüsünü arabamla kesmek istedim. Böylece tankların Meclis, Genelkurmay, MİT ve Başbakanlığa gidişini kesecektim. Aracımla yolu kapattım. Ardından eşimi arayarak 'Burada ortalık karıştı, ölürsem bana hakkınızı helal edin. Ölürsem beni babamın yanına defnedin.' dedim. Aradan 10-15 dakika geçti, peş peşe tanklar geldi. Tanklar bana ateş ettiler, ayağımdan vuruldum. Ayağımdan plastik mermi ile vuruldum. Onlar bana yaklaştı ben de o kadar zalim olacaklarını düşünmeden tankın önüne geçtim. Bunlar benim çekilmediğimi görünce bana doğru gelirken hızlandılar. Sonrasında bir anda ilk tank gelerek arabanın arka tarafına bastı. Arabanın üzerinden kalktı tank, ben de köprünün sağ tarafına geçtim. Diğer tank derken, bana silah tutuldu. Ardından biraz ağır kelimeleri tanklardaki askerlere söyledim ve tankların üzerine gittim. Arabanın oraya geldim, bir araba geldi benim durumumu sordu, arabadaki şahıs gözüyle beni muayene etti. Derken diğer tanklar geldi ve o şahsın da arabasını ezdiler. Arabası ezilen genç tanklara bağırarak onları videoya çekti. O genç cesaretli biriydi ve askerlere 'Sizin plakanızı aldım' diyordu. Ardından eski TRT binası tarafına gittik. Tanklar tekrardan üst taraf yöneldi. Bu sırada bir abi geldi, keserle kaldırım taşlarını sökerek bize verdi. Tanklara karşı taşlarla mücadele ettik." şeklinde konuştu.

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -18

Darbe girişiminin engellenmesi sırasında verilen direniş ile ‘Kahraman’ unvanı alan Kazan ilçesinde verilen şehitlerden biri de 6 çocuk babası Ahi köyü Muhtarı Ali Anar'dı.

Darbe gecesi Mürted (Akıncılar) 4’üncü Ana Jet Üs Komutanlığı önünde darbeci askerlerin açtığı ateş ile başından vurularak şehid olan Ali Anar’ın babası Hüseyin Anar, darbeci askerlere idam cezası verilmesini isterken, böylesine kanlı bir darbe görmediğini ifade etti.

"Oğlum başına mermi alıyor ve enseden çıkıyor"

Oğlu Ali'nin o gece nasıl şehid edildiğini, neler yaşandığını anlatan baba Anar, “Oğlum kendisi darbe girişimi haberini alınca komşularını uyarıp ‘Fetullahçılar havaalanını basmış’ diyerek halkı sokağa çıkarıp Kazan merkezine getiriyor. Oradan da Akıncılar Hava Üssüne gidiyorlar. Oğlum yanında torunum Hüseyin’i de götürüyor. Hava üssünde köylülerden ayrılarak ‘Oğluma siz bakın, ben nizamiyeye gideyim’ diyor. Oğlumun nizamiyeye gidişi oluyor, dönüşü olmuyor. Oğlum başına mermi alıyor ve enseden çıkıyor. Torunum da babasını yerde telefon ışığıyla aramaya başlıyor. O sırada o şerefsizler, Fetullahçılar, ‘Yaklaşma seni de vururuz’ diyerek babasına yaklaştırmıyorlar. Oğlum orada çok beklemiş, ambulansların gelmesine de izin vermemişler. Ambulans daha sonra gelince oğlumu götürüyorlar, ama çok kan kaybı yaşamış. Oğlumu Etimesgut Hastanesine kaldırıyorlar ve orada şehit oluyor. Ardından Keçiören’de bulunan Adli Tıpa götürüyorlar. Ertesi gün de ikindi vakti oğlumu defnettik.”

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -19

Darbe gecesi Ankara Mürted (Akıncı'lar) 4. Ana Jet Üs Komutanlığı önüne gelen Harun Varol, askerlere yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyince darbeci askerlerin direk üzerlerine ateş açtığını dile getirerek, "2'si kolumda, birisi sağ, diğer sol bacağımda ve diğeri de kaburgamda olmak üzere 5 kurşun isabet etmişti. Hainlerin böyle bir şey yapacağını hiç beklemiyorduk. Kendi askerimiz diyorduk. Orada ne silahımız ne topumuz ne de tüfeğimiz vardı. Biz sadece onlara iman gücüyle 'durun' diyorduk. Onların yaptığının yanlış olduğunu söylüyorduk. Orada askerlere, 'Madem uçaklar Ankara'yı bombalamıyor da bu uçaklar Kazan istikametine gidip de tekrar 4. Ana Jet Üs Komutanlığı üzerinden Ankara istikametine doğru neden gidiyor?' dedim. Askerler de 'hudut sınırlarına gidiyor' dedi. Ondan sonra Gölbaşından acı haber geldi. Meclis'in bombalandığını duyduk. Saat 04.05'te direk üzerimize ateş edildi."

15 Temmuz gecesi İstanbul'da çıktığı tank üzerinde darbecilere karşı direnirken vurulan 2 çocuk babası Halil Algan (46) ise omuriliğinin kopması nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu.

Darbe girişimi gecesi yaralandıktan sonra 7 ay konuşma yetisini kaybeden Algan, o gece yaşadıklarını şöyle anlattı:

"O gece televizyon seyrediyorduk, baktık kanalların hepsi aynı. Kafamız takıldı. Ardından Cumhurbaşkanının çağrısını duyunca evden fırladım. Caddeye çıktım, polis önüme çıkar diye düşündüm, ama baktım ki halk sokakta, insanlar emniyete doğru gidiyordu, ben de onlarla birlikte emniyete doğru gittim. Arkamı döndüm bir tank geliyordu, Vatan Caddesi tarafından. Askeriyeye doğru herhalde bir tane subayı (yanlış hatırlamıyorsam) kaçırıyorlardı. Tankın önünde durdum, yatmayı düşündüm, yatacağıma tanka atlıyayım dedim. Tankın üstüne atladım, tanktaki askeri tuttum biraz hırpaladım, ağlamaya başladı. Askeri çekmeye, çıkarmaya çalışıyorum ama bağlı olduğundan çıkamıyordu. İnsanların içine tank dalınca, araçlar beni tankın üstünde görünce tankın önünü kesmeye başladılar."

Tankın durması için mücadele ederken darbeci askerler tarafından vurulan Algan, sözlerine şöyle devam etti:

"Ben yine bir tane takoz tuttum, tankın üstüne vurmaya başladım. Tanktakilere 'Çıkın, tankı burada bırakın' dedim. Bir tane daha takoz vurdum, herhalde onları fazla tahrik etmiş olacağım ki içeriden 'pıt pıt' diye ses geldi. İki kurşun ateşlemişlerdi. Biri deriyi sıyırdı, diğeri koltuk altından girdi, akciğeri çizdi omurilikten çıktı. O esnada ben dua etmeye başladım. 'Ya Rabbim ben ölüyorum, benim senden başka hiç kimsem yok, ben senden geldim, sana geri dönüyorum. Benim günahlarım o kadar çok ki beni senden başka hiç kimse bağışlayamaz' dedim. Dualarıma devam ettim. Bir kilometre ileride Bağcılar tarafında bulunan topluluğa girmişim, orada tankın üstü de dolmuştu. Orada kendimi bırakıyorum. Ben sadece vurulduğum zamanı hatırlıyorum. Oradan beni alıp hastaneye götürdüler."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -20

Darbe girişiminde bir kuzenini kaybeden ve kendisi de silahla vurulan Hüseyin Argunşah, Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne doğru gittiklerini ancak darbeci askerlerin kendilerine rastgele ateş açtığını dile getiren Argunşah, "Emniyet binasının kapısına vardığımda polis 'Sakın içeri gelmeyin!' diye bağırdı. Darbeciler helikopterden binayı taramaya devam ediyordu, bazı polisler yardım istiyordu. Ardından grup olarak Ankara Emniyet binasının içine girdik. Tanklardan ateş açılıyordu, tüm arabaların üstünden tanklar geçmişti." ifadelerini kullandı.

Argunşah, "Biz de ne yapacağımızı şaşırdık, o sırada bir arkadaşımız tankın üzerine çıktı. Ardından hepimiz tankın üzerine çıktık. Tankın kapağını açtılar ve askerden bir kaçını tankın içine koyup kapağını kapattılar. Bir amca vardı, o da kapağın üzerine oturdu. O amca, 'Oğlum sen kime sıkıyorsun, ben baban, deden yaşındayım.' diye bas bas bağırıyordu. Tankın birisi yine ateş etti ve tankın namlusunu tutan arkadaşımızın eli yandı. Biz o askeri de aldık, tankın içine koyduk ve kapağı kapatırken bir anons geçti. O sırada bir asker çıktı ve hepimize rastgele sıktı. Kan gövdeyi götürüyordu, her yer paramparça olmuştu. Yerde demir kapıların çubukları vardı, parçalanmıştı. Ben almaya çalıştım ama alamadım. Yerde bir polisin silahını almaya çalıştım ama beni itti. Yere düşüp tekrar kalktığımda bir kurşun aldım sırtımdan. Sol koltuk altından kurşun girdi, omurga kemiğine yakın bir yerde kaldı." şeklinde konuştu.

Ambulansla hastaneye götürüldüğünde emniyet binasına bombardıman yapıldığını belirten Argunşah, şunları söyledi:

"Arkadaşlarıma 'Ben vuruldum.' diye sesleniyorum ama arkadaşlarım bana 'Sende bir şey yok.' diyordu. Önce göğsümden vurulduğumu söyledim, arkadaşlarım göğsüme baktı, bir şey yoktu. Ardından 'Arkamdan vurulmuşum.' deyince arkadaşım sırtıma baktı ve eline kan bulaşınca kriz geçirdi. Beni omuzuna alarak emniyet binasının dışına çıktı. Bir araca bindirdiler ve 100 metre gitmeden araç gidemediği için araçtan indik. Tekrar sırtlarına alarak beni ambulansa götürdüler. Ambulans ulaştığında bir polis arkadaşın kafasının yarısı yoktu. Ambulans da 100 metre gitmeden emniyete bomba attılar, patlamanın şiddetiyle ambulans sarsıldı. Ankara Numune Hastanesine götürdüler bizi. Kimisinin kafası, kiminin gövdesi, kimisinin başı, kimisinin gözü yoktu. Allah kimseye o günü bir daha göstermesin."

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi -21

15 Temmuz darbe girişiminde İstanbul Saraçhane Parkı'nda arkadaşları ile birlikte darbe teşebbüsüne direnirken darbeci askerler tarafından uzun namlulu silahlarla iki bacağından vurularak yaralanan İsmet Doğan, o meşum geceyi şöyle anlattı:

"Tekbirlerle ve salâvatlarla Koca Mustafa'ya doğru ilerledik. Vatan Caddesi'ne, emniyetin olduğu yere doğru inecektik. Giderken bazı şeyler gözlemledik. Bizler caddelerde, sokaklarda cumhurbaşkanımızın çağrısıyla meydanlara inerken bazı insanların marketlerde, petrollerde, ATM'lerin önünde kuyruklar oluşturduğunu gördük. Ben unutmuyorum, bir fırının önünde insanlar kuyruk oluşturmuş içlerinden biri 15-20 tane ekmek almış evine doğru gidiyordu. O an çok sinirlendim ve haykırmak istedim ki ona daha sonra vazgeçtim. Kendi kendime 'boş ver İsmet biz yolumuza bakalım' dedim. Şimdi düşününce onlara da hak veriyorum. Çünkü insanlar inandığı değerler için yaşarlar ve mücadele verirler. Onlar da dünyalıklara inanıyorlardı ve dünya malları için de mücadele verdiler. Biz de o gece millet olarak öyle yaptık ve dünyaya meyletmedik, dünyayı ikinci plana attık ve caddelere indik.

Daha sonra cuntacı hainlerin karşısına dikildik. Asker telsizinden anons geldi: 'Bir mermi, bir insan ve mermilerinizi de hiç boşa harcamayacaksınız.' O anonstan sonra da üstümüze ateş ettiler. O esnada ayaklarımdan bir şeyin girdiğini hissettim. İki dizimden de vuruldum, yere yığıldım. Arkamda bir arkadaşım vardı. Kalbinden vuruldu ve şehit oldu. Biz 18 şehidi İstanbul Saraçhane'de verdik." (İLKHA)